MENÜ
Erzurum 21°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (46)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
15 Mayıs 2009 Cuma

Çeçenya ah Çeçenya... (46)

Araba kesif bir ateş altındaydı. İkisi de arabaya binmişti ama hala ikisi de  Ömer'in başındaydı. Umran geriye bakarken, binadan çıkanların O'nun cesedine hayli mermi sıktıklarını yaşlı gözlerle izlemişti. O kadar ki, Ömer bulunduğu yerden birkaç metre ötede yatıyordu şimdi.
Geriye doğru ateşte etmişti Umran. Fakat zayıf atışlardı bunlar. Zaten herşey bir süre sonra tipiye karışmış, artık kimse görünmüyordu.
Araba kendini toparlayıncaya kadar hayli patinaj yaptı. Ana caddeden tali yola girdiklerinde yine o büyük patlamalardan ikincisinin sesini duydular. Öyleki zırhlı araba bu yüzden birkaç kez  yalpaladı.
Şehirde artık büyük bir panik başlamıştı. İtfaiye, cankurtaran sirenleri, askeri araç, kariyer, hedefsiz sıkılan makineli tüfek atışları vızır vızırdı. İnsanlar kaçışıyor, caddede açık dükkanlar acele acele kepenk kapatıyordu.
Caddede onlara rastlayan her araç sağa sola kaçışarak, bu tanıdık görkemli siyah arabaya yol vermeye çalışıyordu. Arabanın şöhreti bu anlar işe yarıyordu.
Arabayla fazla gidemediler. Nasılsa çok geçmeden içindekinin başkan olmadığı anlaşılacaktı. Nihayet ilk sapaktan dar bir sokağa saptılar. Beş on metre derken tampon kar kümelerine yaslanıp durdu. Aceleyle indiler. Umran başından boya dökülmüş gibi, göğsü, elleri, kolları kan içindeydi. Bu halde zaten herhangi bir yere de saklanamazdılar.
Sağda solda sığınacak yada temizlenecek bir şeyler bakındı Babürşah. Nafile. Sokak onlardan da kirliydi. On oniki dakika sürdüğünü sandıkları baskın süreleri, şimdi bir asır kadar uzun geliyordu onlara. Yaşananlar inanılır gibi değildi. Firavunu haklamışlar ama geride bir Musa bırakmışlardı. Bir daha bir daha çatışma arzusu doğuyordu bu yüzden. Bu sefer Ömer'i saklayarak, belkide hiç alana sokmadan, sen bu eyleme katılma diyeceklerd!.. Yürekleri imkansız şeylerin heyecanıyla çarpıyordu. Öyle çaresizdilerki!.. Ne arkalarına bakacak vakitleri vardı ne önlerinde aşacak menzilleri.
Sürekli saklanarak sokak değiştirdiler. Geceden farkı yoktu sokakların. Issız ve kimsesizdi. Açık bir kapı arıyordu gözleri. Kapı çalamıyorlardı. Onları bu haliyle içeri alcak kimse de bulamazlardı zaten. Saklanacakları eve hayli ırak ve sapa düşmüşlerdi. Bu sıra temizlenerek dahi artık o tarafa gitme şansları kalmamıştı. Olayın bu tarafı hiç mi hiç akıllarına gelmemişti. Çünkü arabayla kaçma planları yoktu başta. Bu taraf Ömer'in kaçacağı yöndü ve gideceği adres sadece ona söylenmişti. Bir gün öncesinde hepsi ayrı ayrı kaçacakları güzergahları gözden geçirmiş, saklanacakları evler ayrı ayrı gösterilmişti.
Sokaklarda tipi bile hayli paniklemiş,  sıkışan hava nedeniyle soluk kesiyordu. Hava borusu gibi önüne ne çıksa savuruyordu.
Umran yavaş yavaş gücünün bittiğini fark ediyordu. Kan kaybettiğinin yeni yeni farkına varabildi. Hayli terlemişti. Nöbetler halinde gelen mide bulantıları da çekilmez olmuştu artık. Kaç kez çıkarmaya çalıştı ama o bile olmuyordu. Dişleri damaklarına gömülmüş, müthiş bir susuzluk hissediyordu. Zaten ani deparlar atarken artık Babürşah'a ulaşmakta da güçlük çekiyordu. Zaman zaman nefes de alamıyordu.
Yüksekçe bir bahçe duvarı önünde durdular. Sadece göz göze gelip karar verdiler. Burası son duraktı. Her geçen an biraz daha kayboluyorlardı çünkü. Bu yüzden hiç tereddüt etmediler. Önce Umran Babürşah'ın sırtına basıp at otuşu duvarda tutundu. Sonrada el uzatarak ( el uzatmak denirse şayet) Babürşah'ı çekti.  Zar zor ikisi de duvarı aştılar. Bahçe diz boyu kar kaplı ve hiç çiğnenmemişti.
Bahçeye ikisi de birer çuval gibi düştüler. Umran'ın düştüğü yer hayli kızarmıştı. Bu yüzden Babürşah, bu lekeleri ayakları ile kamufle edip, büyükçe bir alanda izlerini örtmeye çalıştı.
İçerdeki birkaç evden, kapısı daha büyük olanına yöneldiler...
Artık buradan çıkamazlardı. Ne pahasına olursa olsun evlerden birine girmek gerekiyordu. Ama bir yandan da, hayli çekingen davranıyorlardı. Bu insanların yeterince derdi vardı zaten. Birde kanlı kaçak türünden yükler, soğuk sitemler savuruyordu yüzlerine. Dağlarda olsa, şu an bir dağ aslanı inine bile göz kırpmadan dalabilirlerdi. Ama bu insanlara kıyamıyorlardı işte. Yüreklerinde arsız çöplükler yoktu. Muhteemel bir yüz döküntüsünü hazmetmeleri çok zordu. Böyle böyle, an an değişerek çaresiz kapıya yürüdüler.
Babürşah o kadar daraldı ki, nefes nefeseydi. Bir yanda inecek dal bulamayan kuş, diğer yanda çatladı çatlayacak yumurtalar…
" Oda ne!.. Tüfek turnadan kanatlarını istemekte. İşte almak üzere. Şu avuç içine benzeyen göğe de bak!..  Bebekken sarı bir misket gibi elimden düşürdüğüm şu güneş, kimden saklanmış böyle... Ooo o!.. Avuçlarıyla dereyi yutan, şu kül rengi göle de bak… Zaman bu kadar koyu muydu?.. Bu diyarları nasıl tanımıyorum!.. Hep kaşını kaldırarak mı bakacaktı bu gözler…" 
Bu iç konuşmalar Umran'a aitti tabi… Vücudu ağırlaştıkça kendiyle sohbeti koyulaşıyordu. Canı acıdıkça Salur'a doğru uçan kuşlar görüyordu. Varıyor ama konamıyorlardı. Kaç kez ellerinde Zühre'nin ellerini hissetti. Gülümseye gülümseye yarasını siliyordu. İçten içten " sakın ha!.. Bana kadar yaşayacaksın!.. Sakın ha!.." Diyordu. Böyle anlar yaşadıkça, ona kadar yaşayacağı doğuyordu içine.
Artık Umran'ı da taşıyordu Babürşah. Boynunda hiç çıkarmadığı ilk yardım çantası, bir tabanca, tüfek, iki el bombası ve gücü gitgide tükenen tek kolundaki Umran.
Bahçe kapısına bakan evin pencerelerine doğru ayak izleri vardı. Kapıyı çalmadan ortalığı bir kez daha dinledi. İzlerini kaybettirdikleri kesindi. Sesler hayli uzaklarındaydı şimdi.
Aslında bu şehri hayli iyi tanırdı Babürşah. Ana caddelerini, üniversite, kültür ocakları, sinemaları ve mağazalarına kadar. Ama sokaklar, bin yıl öncesinde kalmış gibi yabancıydı ona. Belki bir zamanlar bu sokaklarda da kaçışmış, bildiri dağıtmış yada saklanmıştı. Ama öyle kısa sürelerde, öyle küskün idraklar peyda oluyordu ki; adeta hatıraları yırtıp yırtıp rüzgara savurmuştu. Bu denli inatlıydı hafızası. Karşılıklı yüz çevirmişlerdi şehirle. Artık yaşanmaz dedikçe, şehir biraz daha küsmüştü ondan. Böyle bir şehirle barışmak zaman alacaktı. Sonuçta buradan firar etmişti. O bu şehrin firarilerindendi…
Umran'ın geniz iniltilerine daha fazla kayıtsız kalamadı. Şimdi üç parça olmuştu. Bir parçası ölü, bir parçası yaralı, diğer parçası kendisiydi. O yüzden ilk kez sıhhatli düşünemiyordu. Düşünce hisse banıyordu. İdrak bulanıktı. Kelimeler birbirini kırıyordu. Üç nehir başka renklerle karışıyordu beyninde. Rüzgardaki mum gibiydi takat. Yaralı değildi ama neredeyse oda çöktü çökecekti.
Yetimin fırın kapısındaki ürkekliğiyle kapı önünde durdu. Çaldı… Demir tokmak kalkıp inerken hayli sinir bozuyordu. Kimse yoktu yine... " Bu kapılar!.." Diye, kızgınlık geçirdi ama nafile. Kime ne diye kızabilirdi ki!..  Dışarda çekirge kaynatılıyordu adeta. Kısa aralarla patlayan makineli tüfek sesleri artık dayanılr gibi değildi.  Durmadı, açılmadıkça aynı nakaratlarla vurmaya devam etti kapıyı. İçerden neden sonra açılıp kapanan bir kapı sesi duydu. Bekledi. Ayak sürtmeleri, bir, iki, üç, dört, … Kapı frengisindeki dolaşık, iki kademeli boru tipi anahtarlara mahsus gıcırtı, ve…
Bir kafa sığacak genişlikte de olsa kapı açılmıştı!.. Babürşah hayli ferahladı. Heyecanlandı da… İçerden tamamen yerli lehçeli bir ses;
? Kim o?.. Diye sesleniyordu.
Babürşah;
? Misafir. Tanrı misafiri…
İçerdeki, bu sefer bir iki kez öylesine öksürdü. Bekledi. Tanrı misafirliği, kapıyı açması için yetmiyordu belliki!.. Ama kapı biraz daha aralandı. Babürşah postalını burnunu kapıyla eşik arasına sokuştururken, o aradan evsahibini de gördü. Dantelalı beyaz yazmalı bir kadındı bu. Sadece burnu ve gözleri görünüyordu. Boyu bir kadına göre hayli uzundu. Hayli sert konuşuyor, kızıyordu da.
? Seni tanımıyorum. Sizde kimsiniz böyle. Sırtındaki yaralımı?.. Aman, aman!.. Senin silahında vardır şimdi!.. Tipi de var. Ne yapsak ki şimdi. Arkanızdan takip edenler var mı?.. Kaçak mısınız?.. Biz vasıfsız bir aileyiz. İsterseniz başka bir eve gidin…
Babürşah;
? Bakın kardeşim; gidecek son kapı yine sizinki. Ya dışarıda donacağız, ya girececeğiz. Ölürsekte yine sizin eşikte öleceğiz. Buda sizin için aynı risk demek. Kapısında terörist bulunan aile için ne derler sonra!.. Kaçak olduğumuz doğru ama arkamızda kimseler yok. Eh yani, sığınana ne zamandan beri kapı açılmıyor bu şehirde. İnsanlığıda mı teslim ettiniz. Yol aç bacım, silah daya göğsüme, ellerimi bağla, gözümü kapat ama içeri girmek zorundayım. Yüküm hayli kıymetli. Onu da ıslatırsam, bilesin sizi de bu şehri de yakarım. Silahın yok mu senin?.. Onu alnıma daya ama  vuracaksan içerde vur… Kötü niyetli birilerine benziyor muyuz biz?.. İyi bak…
Kadın, Babürşah'ın koltuk altındaki tüfeğin namlusunu da, ona çevrili olduğunu fark etti o an.
Babürşah son çare ona tüfeği uzattı. " Silahınız yoksa bunu al kardeş. Al, al çekinme. İçinde hala beş on mermi vardır..."
 Kadın, çaresiz önce tüfeği aldı, sonra yavaşça yana çekilip, kapı zincirini indirdi.
Babürşah kendini öyle içeri attı ki, içerde gençten bir adamın tabanca namlusuyla burun buruna geldi. Adam yutkunarak; " vallahi vururum!.." Diye tehditler savuruyordu.
Kadın şaşkın ve panikliydi. Delikanlının arkasına geçmiş, onu gerisin geri çekiyordu. Babürşah hiç umursamadı bu tehditleri. Delikanlı onca asabiyetine rağmen zararsız görünüyordu. Kadın ona göre daha tehlikeliydi.
Babürşah, hala yüküyle beklemedeydi. Bir koluyla  Umran'ı tutuyor, diğeriyle terini siliyordu.
Birazdan durulacakları kesindi. Delikanlı hala tehdit ediyordu. Ama karşısındakiler kurşun sıkılamayacak kadar hırpani ve kanlıydılar. Zaten vurulmuşlardı. Hem onları gözlerine bakarak vurmak o kadar imkansızdı ki!.. Neresine sıkacaktı ki bu amorf gözlerin. Bu yüzden şaşkın ve bikarardılar.
Babürşah, daha fazla bekleyemedi. Öyle bir tabiilik içindeydi ki, bu hali ev sahiplerini daha da şaşırtıyordu.
? Hadi kardeşim!.. Zaten birazdan bire düşecek sayımız.  Ya ateş et yada bırak geçelim. Dedim ya, yüküm ağır ve kıymetli. Hadi hangi tarafa gidiyoruz…
Sonra delikanlının gözlerini kaçırmadan, ona doğru birkaç adım atıp, sol eliyle tabancasının namlusunu ağır ağır aşağı itti. Kanlı eliyle başını okşadı. Gülümsedi. Delikanlı hiç itiraz etmedi.
Kadın nihayet konuştu; "şu taraftan!" diye fısıldadı.
Fotinleriyle oda kapısına kadar gelince, durdu. Kadın oda kapısını açmış, delikanlı hemen yanı başlarında, biraz daha yumuşamış gözlerle misafirlerin kapıdan nasıl sığacaklarını hesaplamaya başlamıştı.
 Babürşah;
? Delikanlı fotinlerimi ya çöz, yada sol böğrümdeki bıçakla bağlarını kes. Bacım bize şimdi bol sıcak su, sabun, leğen, temiz birkaç çarşaf, varsa kolonya lazım olacak… Delikanlı bana yardım etmelisin. İçeri asla kimse alınmamalı. Korkmayınız, fazla kalmayacağız. Tedirginde olmayın. Bize böyle davranmanızı da son derece tabii buluyorum. Beni vursaydınız da tabii bulacaktım. Benim için 'tavır' mukaddestir. Fakat görüyorum ki, sizlerle aynı insanlarız. Benimde bir ailem, dört duvarım var. Sizin gibi kız kardeşim de...  Evet!.. Çatık kaşlarınızdan, merhametinize  kadar benim insanlarımsınız. Suya üflemeniz tabiidir. Bizim için de size rast gelmek şanstı. Bu şansı vedalaşıncaya kadar ürkütmemek size bağlı. Bu sürede yaslanacağım insanlar olarak, sizin dik duracağınızdan zerre kadar endişem yok… Biri birimizi üzmeden, iyi niyetlerimizi zorlamadan, belki birkaç gün… Hepsi o kadar. Yok eğer bu muma rüzgar taşırsanız, mutlaka rüzgarı da, yelpazeyi de vururum. Ben öyle önemli biri de değilim, sonra. Çıkıp, yakalansam da olur.Yada çatışsam da. Ama ihbar edilmek benim için de, sizin içinde en yazık bir çılgınlık olur. İhbar edilmek unutulmaz suçlardandır. Evrenseldir ama şeytanidir. Kırk ömür geçse, ağzınızdaki o tad çıkmaz. Onun için, yaslanabilmem için sağlam durun. Siz hiç savaşçıları duydunuz mu çocuklar. Hani şu, " …her gerilla haritamızda bir şehirdir, her gerilla yaşanacak günlerden bir düğün…" şarkılarından da olsa… Sakın pişman olmayın. Ancak ahmaklar eyvahlarla beslenir. Bu gün avuçlarımıza kar yağmış. Soğumuşuz. İşte benim kar yağmış soğuk avucum. İşte size uzatıyorum. Benim adım " abi!.." Beni böyle çağırın. Yaralı kardeşiniz ise ' kardeş'tir. Ona şöyle kardeşinizmiş gibi bir bakın, hele…
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi