MENÜ
Erzurum 21°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (40)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
7 Mayıs 2009 Perşembe

Çeçenya ah Çeçenya... (40)

? Yok, yok abla. Ben üşümem. Babür ağam çıktı mı, nerde?..
 ? Abim gitti... Çoktaaan... Şimdi damdadır herhalde. Peki senin arkadaşın nerede Hasan?..
 Hasan o an dondu kaldı. İçerdeki şüpheleri yeni destekler buluyordu işte. Öylece süpürgeye saplanmış gibi yere bakmaya başladı. Yüzünü saklayarak, ruh haletinden bir şey hissettirmemeye çalışıyordu. O kadar serbest ve şımartılmış yapısına rağmen, bu sefer kendini kurtaramıyordu. "Vay be!.." Diye, bir iki kez kendi kendine hayıflandı. Gargarada olsa, bir cevap bulamıyordu  işte. Şu şartlarda Umran hakkında konuşmak dünyanın en zor şeyiydi. Çok zordu. Oysa basit bir soru sorulmuştu ona. Ama o basitçe cevaplandıramıyordu işte.
 Bu sefer Zühre'de Hasan'a şaşırmıştı.
 ? Ne oldu Hasan öyle?.. Yerde bir şey mi buldun!..
 Hasan daha fazla saklayamadı kendini. Dönüp Zühre'ye baktı. Zorlada olsa 'Hasan gibi' gülmeye çalıştı.
 ? Yok abla. Bu böyle olmayacak. Sana söylemeliyim!..
 ? Neyi Hasan?..
 ? Umran abi var ya! Senin Babür ağamın kız kardeşi olduğundan yeni haberi olmuş. Tesadüfen yani. Odada bir karıştık ki sorma!..
 Bu sefer Zühre gülmeye başladı. Hasan bu kadar zor işi başardığına mıdır nedir, öyle bir rahatladı ki, artık ne sorulsa cevaplayabilirdi.
Zühre;
 ? Ee!.. Ne var bunda deli çocuk?..  Kakıldın kaldın öyle... Bilse ne olur, bilmese ne olur. İlahi Hasan!.. Peki nasıl anladın?.. O'mu sordu senden?..
 ? Hayır abla. Tesadüfen. Bir konuşma arasında yani. Konudan konu çıkardı. Sonra görsen, ortalık karıştı. Birazdan dağa dönmezse, ben hiçbir şey bilmiyorum… Bir görsen abla! Kızdı, köpürdü, yumruklarını sıktı. Bir an ortalığı kırıp geçirecek sandım!.. Umran abi bu, bu adamların ne yapacağı belli mi olur... Savuştum çıktım, işte.
 ? Enteresan!.. Boş ver Hasan be!.. Dediğin gibi, bu savaşçılar böyledir işte. Ağabeyime bir baksana. Olmadık anda olmadık konudan maraza çıkarır. Ellerini görmüyor musun nasır bağlamış, hırsın annesi yok. Şimdi arkadaşında sakinleşmiştir belki. Anlayışlı olmak lazım. Belki de sinirlenmesinin sebebi, bu konuyla alakalı bile değildir. Dedim ya bunlar böyledir. Yere bakar gibi görünür, bakarsın yukarıdaki kuşu indirirler. Şimdi sen annene git. Muhtemelen içerde yemek hazırlığıyla meşguldür. Kapıyı bacayı kürü de fırça yeme. Hadi, hadi bitti zaten...
 Hasan hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken, Zühre kalan azıcık bir kar yüzeyiyle oyalanmaya başladı. Umran'ı düşünüyordu, tabi.
Neredeyse kendini ele veriyormuş, ramak kalmış diye düşündü. Acıdı, dalga geçti, sevindi, umursamadı, duygulandı, kızdı, küstü, kovaladı, çağırdı ama hep gülümsedi... Şimdi hayli çıkmazları olmalıydı. Suçluluk duygusunun bu çeşidini 'delikanlılığıyla' bağdaştıramadığı kesindi. Belli ki bu sevda çok su kaldıracaktı. Ama Umran'ın karanlık bir gece gönlünü bulduğu bu sokakta, tekrar kaybetmiş olması canını yakmış olmalıydı. Ne götürmüştüyse, aldığı yere bırakıyordu işte. Bir daha köye de gelmezdi elbet… " Evet Zühre!.." Dedi, kendi kendine. " Bir daha da ne o dağların karı erir, ne de  bu garip düzlüğe bahar…"
  Umran'a karşı, şimdi daha bir dikkat kesilmişti. Düşünürken gözlerini kısıyor, zaman zaman dişlerini sıkıyordu. İnsafsız saatlerinde, O'nun hakkında düşündükleri aklına geldikçe, içerliyordu artık. Bak işte arkadaşının kardeşi olduğunu bilmiyordu… Ama bu hal, hele O'nun abisine bağlılığını düşününce, berbat ediyordu her şeyi. O, bu türden sevgiyi ihanet sayardı kendine. Eyvahlarını dudaklarına sarmayan biriydi. Kendine eyvallahı da olmazdı bu tiplerin…
 Her gece ufku yazan kalem kırılmıştı. Duygulandı. Her şey  üzerine gelmeye başladı. Sokak, duvarlar, gök…  " Dur bakalım hele, ne oldu Zühre han!.." Diye, çıkıştı kendine. " Gün doğmadan neler doğar, derler. Taş atanın kolu taştan önce düşer!.. Ses kavuşmazsa göz kavuşur be kızım!.. Dur hele…"
 Derken gün patladı. Nihayet Umran'da  dışarı çıkmıştı. Ama hiç Umran gibi değildi. Başı önünde, rengi  kaçık ve düşünceliydi. Zühre'yi görmedi bile. Elleri yine parka ceplerinde, omuzları düşüktü. Alt dudağını çiğnerken, Zühre ilk kez onun bıyıklarının saçlarına göre daha açık renkte olduğunu fark etti. Üstelik abisininki kadar uzun ve alt dudağını kapatıyordu.
O geçerken, Zühre duvara doğru çekildi. Umran hala fark etmemişti onu. Hafifçe öksürdü yinede oralı olmadı. Sonunda, birazda kızgın bir tonda, yine;
 ? "Allahuekber!" diye, seslendi.
 Umran irkilerek daha başını kaldırdı ki Zühre'yle göz göze geldiler. Önceden bastırılmış olmasına rağmen, yinede depresif bir şaşkınlık geçirdi. Ama çabuk toparladı bu sefer. Oralara ait olmayan garip bir serzenişle, tekrar başını eğdi. Zühre'ye bakmadı bile.
Zühre ona alaylı alaylı bakarken, durumunu  tekrar tekrar gözden geçirdi. Belkide O'na hayli normalmiş gibi davranmalıydı. Nasıl olacak bilmiyordu ama sorarsa bir cevap bulmalıydı elbet. Gülümsemeye çalıştı ama bu yüz dökmekten daha beter bir ifade olmuştu. Kısa kesmeliydi. Onun karşısında daha fazla dikilemezdi artık. Bu yüzden sadece;
 ? Merhaba kardeşim!.. Diyebildi. Sonra başını çevirip yürümeye başladı. Ne yürümekti ama!.. Başı ayaklarına dolaşıyordu.
 Şu sokakta ne uzundu böyle...  Hep o Zühre'ye bakarken, şimdi Zühre bakıyordu ona. Arkasında Zühre'nin bakışları, kavisleri kader elinde tornalanmış, sırtına çevrili oklara benziyordu. Yürüdükçe geriye çekilse de, duramıyordu işte. Duramazdı artık… 
 Ama Zühre onu durdurmaya kararlıydı... İçinden;    " İşte bu an Zühre, ya şimdi ya hiç!.. " Diye, düşündü ki harekete geçmişti bile.
 ? Savaşçı, hey!.. Dur biraz bakalım. Parkan gibi gözlerinde ıslanmadan dur biraz!..
 Umran, sırtına silah dayanmış gibi durdu. Şaşırmış fakat belli etmemeye çalışıyordu. Bir adım daha atarsa yanlışları hepten taşacaktı. Hepten ele verecekti kendini. Geri döndü. Şöyle bir baktı. 
" Of !.. Yine öyle güzeldi ki…"  Yutkundu... Tekrar yere çevirdi gözlerini.
 ? Kusura bakmayın lütfen. Biraz rahatsızım heralde. Gelirken olmalı… Ben dağa dönsem iyi olacak...
 ? Boş ver be Umran kardeş, kimse inanmaz  karın üşüdüğüne... Dur hele biraz… Gemilere el sallayan çocuklardan farksızsın. Bu sefer ne oldu Umran!.. Umran'ı ne yaptın sen?.. Hala dağda mı, yoksa içerde uyuyor mu? Taş törpüler gibi bakan o gözler nerde?.. Gibi, gibi biri olup çıkmışsın. Köye gelirken saçlarını mı ağarttı kar!.. Tereddüde hala annemi dersin sen. Anka kuşunun kanatlarından yere düşülür mü hiç!.. İri diye karanlığa sıktığın mermi kadar da değil midir, yüreğin!.. Demedin mi bu mermi nereye düşer, kimi vurur?.. Yok zaten, karanlıkta kimi vurduğundan habersizsen yürü git!.. Sokağın sağından yürü de, işin rast gitsin savaşçı. Senin kalemin zaten bu kağıdı yazmazdı. Sen hep ay ışığıyla oynaşmışsın. I
şığı görünce, 'şapka düştü, kel göründü!', öyle ya?.. Gözleri ışığa alıştırmış aynalar. Suç hep aynaların tabi!..  Birazda ışığa bak be delikanlı. Bak ta aklınla buluşasın. Işığın görünmeyen yüzü en karanlık geceden daha karanlıktır. Biraz da o karanlıkta savaş ki sırtından vurulmayasın. Başını kaldır. Savaşçılar dik bakar arkadaş!.. Şarap şişesine yaslanmış felek kırığı gibisin.
Hangi tereddütle ayağın kaydı öyle!.. Dikkat et!.. Özgürlük fikrim adına seni savaşçılar mahfiline yakıştırmam sonra… Seni ikinci kez uğurlayacağım bu kapıdan. İlkinde de hüzünlüydün ama diktin. Hiç değilse şimdide öyle ol!.. Benim için fark etmez. Nihayet ipeğe damlayan kan, bir gece küllü suda bekletirsen çıkar, gider. Ben yedi başlı devin kız kardeşi de olabilirdim. Kimsenin kardeşi de olmayabilirdim. Gönüle mekan sorulur mu be, çırak!.. 
Hakikati düşünerek de bulabilirsin, deneyerek de. Ne bileyim!.. Dünyanın sonu mu bu, yani… Bazen meziyetleri bizzat meziyetler yok eder. Sende ki gibi. Ben de bir savaşçıyım!.. Nasıl, kötülüğü  en yakınım da yapmış olsa hesabını sorarsam, iyi içinde aynı hassasiyeti gösteririm. Yani çöl güneşe ne kadar kızsa da sıcağından  kaçamaz. Dağ, diğer dağa yaslanmışsa yol vermeyecek değildir ya!.. Beni anladın herhalde delikanlı. Şimdi git!.. Ben o iki dağ arasında, hep yeşil kalacak  bir vadiyim.
Daha çok kervanlar geçecek!.. Ben buradayım… Zirvelerin sinesiyim anlayacağın. Şunu bil ki, karların bana doğru erimezse hep soğuk kalırsın… Kış kalırsın!..

* * *
 Hasan geri dönünce, onları beş metrelik mesafede duran iki silahşor gibi buldu. Önce, sokağın köşesinde bir süre bekledi. Zühre ablasının konuştuğunu net olmasa da atla butla anlayabiliyordu. Belli ki iyi paylıyordu Umran abisini.
 Zühre, hiçbir el veya vücut hareketi olmadan öylece konuşuyordu. Hatta bir şey konuşmuyormuş intibası bile veriyordu. Ama ağzını açıp, gözünü yumduğu kesindi. Umran abi, subay karşısındaki er gibi duruyordu. Bu bir anlamda iyi de olmuştu. Ne o aylardır süregelen oflar, püfler, siz gidin ben gelirim edaları… Al işte!.. Of puf öyle değil, böyle olurdu. İyi bir derse ihtiyacı vardı şu Umran'ın. Alıyordu da… Oh olsun. Taş attığın yeri bilmezmezsen böyle olur işte.
 Köşede, öylece saklanır gibi daha fazla duramadı. Onlara doğru yürümeye başladı. Sokak boştu ama her an birileri gelebilirdi. Hem artık, bu kadar ders yeterdi. Umran abiyi bu 'asabi cadının(!) elinden kurtarmak lazımdı artık.
 Umran'ı öyle bir halde buldu ki, hayretten dili tutulacaktı adeta. İçerdeki kötü hali, buradakinin yedi su yıkanmış haliydi. Bıçak atsan kanı çıkmazdı. Solgun ve bitaptı. Acıdı ama yine de üzülmedi. " Oh olsun!.. Sen misin havalara giren!.. Aylardır varsa yoksa dökük yüz, kırık bastona dayanır gibi yürümeler, tenhalara savuşmalar, filan!.." Demekten de, kendini alamıyordu. Şimdi Zühre ablanın karşısında tetiği düşmüş tüfeğe benziyordu…
 En son Zühre ablasının; " … sen ne sanıyorsun kendini!.." Kelimelerini duymuştu ya, Umran abi şu an gerçekten birşeye benzemiyordu...
Yanlarına varınca ikisi de sus pustu. Ama o hiç istifini bozmadı. Ortamı, normal bir selamlaşma ortamı olarak bulmuş gibi gülümsedi. Hiç bir şey duymamış, görmemişti!..
 ? Umran abi!.. Zühre abla ne yapıyorsunuz?.. Diye, hatırlarını sormakla başladı işe.
 Umran şöyle bir kurtarıcısına baktı. Sevindiği kesindi. Çıtı  çıkmıyordu. Hasan devam etti;
 ? Komutan sofraya oturdu bile, bizi bekliyor. Zühre abla, anam seni de çağırdı. Hele söyle, bir soluk gelsin, dedi.
 Zühre'nin yüzüne bakınca Hasan'da koyuverdi kendini. Vaziyet tahmininden de vahimdi. Oyalanmadan voltayı almalıydı. Hemen şimdi...
  O ara Umran'a baktı tekrar. Umran, 'peki' der gibi başını salladı. Hasan'da fırsat bu fırsat, onun koluna girip, çevirmeye çalışıyordu ki, gözü, kaçamak ta olsa ablasına takılmadan edemedi. Sağ kaşı hala beresi altındaydı. Yüz ifadesi hayli bozuktu.
Onunda, Umran gibi rengi kağıt gibiydi. Onun da elleri parka ceplerindeydi. Ama o, Umran'a göre çok daha dik duruyordu.
Yukarıda bir yerde duruyormuş gibi bakıyordu onlara. Sırtı kapı pervazına yaslıydı. Arada sağ çizmesinin burnunu yere vuruyor, ceplerinde birşeyler arıyor, adeta kan kokuyordu.
Tam da Zühre abla gibi!..

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi