MENÜ
Erzurum 22°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (43)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
12 Mayıs 2009 Salı

Çeçenya ah Çeçenya... (43)

Bir zamanlar  Tarek'te yıkanan mendillerle parlatılan kapı tokmakları paslanmış, dünyanın en güzel kadınlarının kokuları sinmiş sokaklar, şimdi koltuk altı teri dahi kokamayacak kadar kurumuş ve hissizdi.
Evler şaşkın birer misafir gibiydi sokaklarda. Her şeye itimadını kaybetmiş, çoktan sokaklarla merhabayı kesmişti. Vurularak yere yapıştırılmış sokaktan sıçrayan ne varsa evlerin benzindeydi. Her şey onların gözleri önünde olmuştu çünkü.. Belkide tali ve hissiz olmaları bu yüzdendi evlerin. Şehir de, insan da umurlarında değildi...
Daha karanlıkça, karanlığında gölge tarafı denebilecek bir sokağa daha girdiler. Sokak değilde mağarada ilerliyor gibiydiler. Yeni sokakta, etraf daha koyu, karanlık daha bilge ve yaşlıydı. Parmak göze yol bulamıyordu. Bir çukura düşmemek yada bir tümseğe çarpmamak hemen hemen  imkansızdı. Boğma zincirlerini birbirine eklemiş, korkuluk demiri gibi tutunarak ilerlemeye çalışıyorlardı.
Birbirlerinden teyit alarak aradıkları adresin bu sokakta olduğuna karar verdiler.
Artık adım sayacaklardı. Nitekim sokak başında saymaya başladılar.
Karanlık iştahlı, şişman bir dula benziyordu. Kırkıncı adımda hepsi durdu. Sokağın sol kıyısındaki kapıyı ancak el yordamıyla, bir iki adım beride bulabildiler.
Önce Umran yokladı kapıyı.
 Kabara çakılı, saç kaplı, geniş ve eski bir kapıydı bu.
Şimdi sıra ellerdeydi ama parmaklar artık iş yapamaz durumdaydı.Tokmağı kavrayamayınca, iki eli arasına alıp bırakmadan önce Babürşah'a " Kapıyı nasıl çalalım?" Diye sordu. Babürşah, " fark etmez!.." Diye cevap verince, tokmağı bıraktı. Tokmak ancak iteklenince, hafif küt bir sesle ancak düşebildi. Bu sefer canı acıya acıya tokmağı kavrayıp, arka arkaya bir kaç kez vurdu.
 İçerden 'çıt' yoktu. Umran yeniden yeniden denedi. Nafile!.. Sonra Babüre döndü yeniden;
? Galiba, evde kimse yok Komutan!.. Adres doğrumu dersin?..
? Evet. Adres neyse o... Doğrusunu da yanlışını da bilemeyiz. Yoklar ha!.. Bu  yokun 'y'si fazla Umran!.. 'Ok' gibi bir şey. Başka adres yok. Dost kapısı ararsak sabah ederiz. Bu evde içeri alınmamız lazım…
Bu sefer Ömer yaklaştı kapıya.  Kokladı, elleriyle enine boyuna inceledi.
? Komutan epeydir tokmağa el deymemiş. Hayli de sağlam. Bu kapı sessiz kırılacak türden görünmüyor!..
? Öyleyse?..
? Pencereler!..
? İmkansız demirli ve yüksekçe.
? Bereleri namluyla delik arasına sıkıştırıp ateş edelim.
? Anında şehri başımıza dökeriz Ömer…
? Kalacak yer bulmalıyız. Bu nasıl kapı böyle yahu?..
? Çeçen kapısı, bu kapılar böyledir, Ömer!..
Umran anahtar deliğini araştırırken, gayri ihtiyari elini dolaştırdığı pervaz arasında katlı bir kağıt buldu. Kapıyı bir miktar ittirerek yırtmadan çekip, çıkardı. Uzunlamasına katlı kağıdı açıp, parka arasında yaktığı çakmak ışığında baktı. Kağıt bomboştu. Bu 'evde yokuz', demek miydi acaba?..
Şaşkın intibalar, soğuk, karanlık, açlık, gurbetlik, bir yere sığamamalık hepsi bir aradaydı. Ciğerleri şehri ısıtmak istercesine püfür püfürdü. Nefes almıyor buharlaşıyorlardı adeta. Ama hala hiç birinde öfkeden eser yoktu. Kapalı kapılara alışkındılar nede olsa. Kendini 'fikre' adamış olmanın kalitesi zor zamanlarda belli olurdu ya, belkide o anlardan birinde sınanıyorlardı işte.
Umran'ın kağıttı, vardı, yoktu, boştu türünden eğretilemeleri derken; 
? Boş kağıt mı buldun Umran?  Diye sordu Babürşah.
? Evet komutan!.. Nedir bu yani?..
? Ben de bu detay atlanmış diye hayıflanıp duruyordum. Şimdi Umran; önce üçlü, sonra ikili, sonrada tek tıklayarak tokmağı yeniden vurmaya başla.
Tokmağı, on dakika sonra bir 'tık' daha tıklatınca, içerden nihayet beklenen ses geldi.
Kapı ardından kısık ve ürkek bir ses; " Kimsiniz?.. Ne istiyorsunuz bu gece vakti?" diye soruyordu şimdi.
Babürşah;
? Dağ serinliği kadar hür, üç dost…
Kapı fetva almış gibi frengi kilit derken, eski ve tanıdık bir gıcırtıyla açılmış, üst taraftan sızan hafif sarı bir ışığın çizdiği yarı intibalarla içeri alınmışlardı.
Babürşah, selam verirken kapıyı açan orta yaşlı adam ona sarılıp, muhabbetle sırtını sıvazladı. Aynı hareketi Umran ve Ömer içinde yaptı.
Adamın sık sık burnunu çekerek ağlamağa başlaması, hepsinin hoşuna gitti. 'Hoş geldiniz' diyemeyecek kadar, sesi gitmişti ev sahibinin. Konuşamıyordu.
Sahanlıkta fotin düğümlerini çözmek için çömeldiler ama ne el parmakları ne fotin bağları bu parmaklarla çözülecek türden değildi. Bağlarda ellerde dondu. Ev sahibiyle göz göze geldiler. Adam ilk kez o an konuşabildi.
? Durun, ben çözerim. Allah aşkına bana bırakın. Böyle de çıkarız isterseniz...
Çaresiz ev sahibine biat ettiler.
Fotinlari çözülüp, ayaklarından çıkması hayli zaman aldı. Bir ara bağları kesmeyi bile düşündüler.
Ev sahibi önde, onlar arkada üst kata çıkıp, birkaç odadan ortadakine girdiler. Pek kullanılmadığı belli olan pırıl pırıl yeşil bir halı üzerinde, nihayet duvardan doğru sıralanmış postlar üzerinde oturdular. Rahat bir ortam bulunca hepsi bir anda ayak parmaklarına dönüp, ovalamaya başladılar.
Ev sahibi içlerinde ne olduğunu bilmedikleri kalın mukavvalara sarılı yakacak paketlerinden iki tanesini sobaya koyup, tutuşturdu. Sonra da odadan çıkıp, kısa bir süre sonra kar dolu sac bir leğenle geri döndü.
? Kar çok sert kardeşler. Biraz bekleyelim az yumuşasın, ayak parmaklarınızı ovalayacağım. Siz hele durun. Çoraplarınızı da ben çekerim.
? Ya, ne zahmat kardeş. Mahcup oluyoruz böyle. Biraz ellerimiz ısınsın, biz gereğini yaparız. Sağol… Dedi, Babürşah. Devamla;
? Benim adım… Daha dedi ki, ev sahibi söze atıldı. Ev sahibinin bu ani söz kesişi karşısında, üçü de bir anda göz göze geldiler. O, gülerek devam etti;
? Benim adım Ruşen, Ruşen Hazeryev… Sizin isminiz lazım etmez yiğitler… Savaşçıların ayrı ayrı isimleri olmazmış. Öyle biliriz. Rahat olun. Birbirinize hitap ettiğiniz isimler bile bilirim ki takma adlardır. İsim değil, öze yaslanmışız biz. Özümüzünde tek adı vardır…
Babürşah gülümsedi;
? Peki, Ruşen kardeş. Öyle olsun. Takma isimlerle de olsa sana minnettarız.
Oda ısınmaya başlayınca, onlarda ıslak çamaşırlar gibi buharlaşmaya başladılar. Ayak ve el parmakları ısındıkça sızlamak yerine zonkluyordu. Özellikle ayak parmaklarındaki tırnaklar, kerpetenle çekiliyormuşçasına dayanılmaz ıstıraplar veriyordu. Hele karla ovalama faslı tam bir azap seansı oluyordu. Parmaklar her an biraz daha göveriyordu. Ev sahibi aralıklarla soğuk sıcak pansumanlar yapmaya devam ediyordu.
Biraz sonra uykulu gözleriyle Ruşen beyin oğlu da geldi. Babasını da atlamadan her biriyle ayrı ayrı tokalaştı. Çay doldurup, kahvaltı ikramı yaptı.
Kays oldukça esmer, uzun boylu, geniş şakakları, kalın üst dudağını paranteze almış yanak çizgileri, saydam kara gözleriyle tam bir Kafkas delikanlısıydı. Tam da kendini sınayacak yaştaydı. Hatta Babürşah onu görünce içinden,  "tam da time çırak olacak türden. Al sana Hasan için bir Umran!.." Diye,  söylenmeden edemedi.
Ruşen ağa, Babürşah'ın oğluna olan ilgisini sezer gibi oluca, Babürşah'a atfen;
? Emrinizdedir yiğidim… Oğlumun da silah tutma zamanı gelmiştir. Anası da yakın zamanda rıza gösterecek elbet. Burada oğlum gibiler her gün biraz daha içlerine kapanıp, kahrediyorlar. Evde daha fazla zaptedemeyiz bu aslanı. Öyle ya, pençeler bilenmek ister, göz menzil, yürek sıçramak ister… Kaldı ki bu gençleri artık çok fazla göz altında bulunduruyorlar. Nasipse okul da bu yaz bitecek. Yazın Ezikhoy tarafında ki köyümüze gideriz, hep. Yine öyle yapıp, bu sefer yiğidimi de kendi ellerimle teslim edeceğim savaşçılara. Daha geride olsaydı onu da verirdim billahi.
? Ne hoş konuşursun Ruşen ağa, acılarımızı unuttuk vallaha!.. Savaşçılar mutlak amaca emanettir. Hayırlı olur, İnşallah. Ha, delikanlı?..
Delikanlı gülümseyerek cevap verdi.
Umran, ev sahibinin konuşması arasında geçen 'Ezikhoy tarafı.. ' cümlesine takılmadan edemedi;
? Ruşen gönüldaş, demek Ezikhoy tarafındansınız, aslen...
? Evet muhterem.
? Bizim bir anamız var orada, bilmem tanır mısınız? Keyik ana…
? Haa!.. Tanımaz mıyım canım. Oğulları buradadır. Biri öğretmen, diğeri memurdur. Epeyidir babaları yanlarındaydı ama geçenlerde dizanteriden rahmetlik oldu. Allah rahmet etsin, agah bir insandı. Bir iki kez ziyaretine de gitmiştim. Kasabaya dönmek istiyordu ama nasip olmadı işte. Ne o gidebildi, ne Keyik ana gelebildi. Malum salgın, kar, kış işte… Mansur molla… Tanır mıydınız yoksa? Ak sakallı, nur salkımı bir adamdı. Eh!.. Demek Keyik anayı tanırsınız ha?.. Görürseniz benimde selamımı iletesiniz. Oğullarıyla görüşmek isterseniz yada benim görüşmem gerekirse, başım üzere...
Babürşah'ta, Umranda bir anda şoke oldular. İkisi de Keyik ana için ağlamak istedi. O'nun eşinden, oğullarından bahsederken ki hasretli hali, ta o zamanlarda içlerine sinip kalmıştı. Ya şimdilerde kim bilir ne durumdaydı. Ne kalkıp gelebilmiş ne gideni olmuştu, demek. Vah vah!..
Umran, Babürşah'a baktı, Babürşah Umran'a… Umran;
? Biri olsa da ağlasaydı… Dedi.
 Ruşen ağa savaşçıların hassas olduğu belli olan bu 'ölüm' haberini vermekle pişman olmuştu ama iş işten geçmişti bir kez... Bir şey söylemek istediysede, hiçbir şey söyleyemedi. Sadece önüne baktı…
Bir süre daha sessizlik içinde oturdular. Ömer uyuklamaya başlamıştı. Derken, ev sahibi oğluyla yatak taşıyıp, özenle odanın yüzüne sardı.
Bir süre sonra da oğluyla müsaade isteyip, çıktılar.

* * *
Yine gece… Gözlere, içerden karanlık fenerler sıkan aykırı dünya 'of'la, 'tüh'le dışarı atılacak türden değil. Bu şehirde esaret fikri bile bir başka çöküyordu yüreğe. Burada en fazla yürek acıyordu. Teselli yoktu. Yani bir örümcek dahi yoktu ağlarına dolaşacak.
Ağlarına ekmek kırıntısı dökeceğin bir örümcek dahi yoktu...
 Hürriyet olmayınca kuşlar da uçmuyordu. Hazların ısrarı anlamsız kalıyor, herşey yüreğe yıkılıyordu. Sürekli yan flüt çalmış gibi büzük dudaklar, kapalı gözlerin nota diye alın çizgilerindeki sivilcelere baktığı bir şehir...
Kime ne söylense ki!.. Kalabalığa taş atsan en kabağa deymezdi ki!..
Sisin arkası yazıklar ambarı gibiydi. Sisin arkasında yazık yıllar vardı, yazık yüzler selindeydi hayat.
İşte burada, tam burada; çaldıklarını sisin arkasına yığmış, yeni bir şehir kurmuşlardı... Öz az, söz kurnaz, düşünce beynamazdı. Kucağından bebeklerini kaçırıyorlardı dünyanın. Şeytanların sesi azizleri bastırmıştı. Artık dünyanın bu tarafında şeytanlar çalıyor, şeyler dans ediyordu.
Odada tek konuşan sükuttu. Hür, prangaları olmayan, forsa gemisindeki kıran sonrası sessizliğe kurulmuş bir sükut… Düşünceler yapraktan damlayan çiğ damlalarına benziyor.
Her şey, bir tek şeye benziyordu aslında. Nasıl dudak renklerinden soğuğa uzanan dar bir geçit varsa!.. Yürek nasihatlere tokat vuruyor, bulmacalardaki labirentler sonunda mezara çıkıyordu.
Namlular yıldız üflüyordu. Yıldızlar kayıyor ama yere düşmüyordu. Kurtuluşa erdirecek tüfek henüz patlamamıştı. Can aldıkça, bana alışın diyordu zulüm!..
Geç kalmayacaklardı… Gecikmeyeceklerdi… Serçenin bağır tüyü er geç düşecek, yer çatlayacaktı.
Sıcaklık farkları arasına sıkışmış duvarlar, ten sarısı ve dalgalıydı.
Tavanda, ceviz budağı büyüklüğünde sık ve kavisli rutubet lekeleri, yer yer badana çatlaklarının entegresi zarif şekiller ve portrelere kadar varan gizli bir dekor vardı… Ahşaplardaki tarih koyuluğu, peksimet yüzeyini andıran kurt yenikleri, vernik akıntıları ve sac borudaki kırmızı pas ilk dikkat çeken ayrıntılardı odanın.
Döşeğin yumuşaklığından mıdır nedir, bir türlü uyuyamıyordu... "Bu ülke, bu ülke!.." diyordu, içinden. Ayı göstermemek için ufka kum torbası yığmışlardı…
Belki bir gün, kayışsız tüfeklerini omuzlarına asmaları için, deniz kızları örüklerini verecekti ya, kimbilir...
Belki bir sabah, alındıkları yere bırakılacaktı hazlar…
 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 25dadaş25
 12 Mayıs 2009 Salı 11:29
kutlarım ne yazıkki o kahramanların kıymeti istenildigi kadar bilinmedi şeyh şamil imam mansur .hacı murat cahar dudayev .selim handar yandarbiyev arslan maşadov yanlız kurt salman raduyevin ruhları şad mekanları cennet olsun onlar yüz yıllarca kalbimizde yaşayacak tarihe damgasını vuran yigit kahraman ülkü idaelli kahraman olarak hep kalacak saygılarımla Yorgun Savaşçı
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi