MENÜ
Erzurum 18°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (42)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
9 Mayıs 2009 Cumartesi

Çeçenya ah Çeçenya... (42)

Postallarını çözüp, öylece yatağa attı kendini. Kendini huzurlu da, huzursuz da hissetmiyordu. Nötr bir kıvam vardı içinde. Bir süre donuk donuk seyretti hayallerini. Tavana bakıp durdu. Her katarın başı da sonu da Zühre'ydi.
İşin kötüsü yüzünü çok çabuk unutuyordu…
  Ona kimi 'kaya lalesi' dedi, olmadı!.. Kimi 'sisin arkası' dedi, olmadı!.. Kimi 'cam kırığı' dedi, olmadı!.. Sonra en güzelinde karar kılıp, ona seslenmeye başladı;  "Zühre gelin!.."  Göğüs gurbetince derin bir iç çekip, dalıp gitti sonunda.
Saatler geçti...
 Ya uyuyordu, ya uyanık. Hayır hayır uyuyor olması daha muhtemeldi. Bir ara hayli zifir bir karanlığa düştü. Derken bir baykuş yakalayıp, fener diye yoluna tuttu. Yeni bir dünya aramaya benziyordu bu. Acıya, tatlıya, tuzluya, sıcağa, soğuğa, yöne, duyuya gebe olmayan bir dünya!.. Birileri saat gibi onun benzine bakıyordu. Alın çizgilerini sayıp sayıp, "...daha bu çok genç!" diye, taşlıyorlardı onu.

"…

Susamışım!..
İhtiyaçlar böceklere benziyor.
Ceset kemiriyor böcekler.
Suya batmış kağıt gemiler...
Her biri başka rabbe uzanmış eller …
Toz toprak içinde boşluğa uzanmış.
Tam da ayaklarımdan diken temizlerken,
Baktım!..
Azizeler bir tas su uzattı, gülüştüler…
Ben ter kokuyordum onlar amber…
Keşiş diyarına mı düşmüştüm ne!..
Yerlerde hayvan isketleri, sinekler
Kafa tasıma dalıp çıkıyor, birler, üçler, yediler…
Kuru dışkılarda katmer muhabbeti.
Bir onlardan, bir benden derken,
Sigara külü kadar kavruk bir toprak döküldü
 gökten!...
Eyvah eyvah!..
Herşey susuz,
Gölgeler tuz yalıyor, ellerimden...
Kurt kovalıyordu akbabalar vak vak!..
Zebani gözlü topraklar aç beklerken,
Savaştı nihayet döndüler!..
Leyla, Leyla diye ağlaşarak…
Tüy gömdüler...

Derken sahipsiz bir kız adadılar güneşe,
Al dediler, felek elinden…
Mum gibi attılar ateşe...
Belli ki felekle tanışacağım gün bugün!..
En yakın komşuları intiharlardı bu gülüşün…
Diz üstü ensemden vurulmuştum ya,
Düşmüştüm ya, kınalı ellerine,
Ben ellerime tükürürdüm, onlar ayaklarına ya!..
Onlar var ya!..
Tekmeleyen tekmeleyene…
Şeytanın arızasıydı bunlar...
Duaya küs, şeytana tapıp tapıp …
Nefesimden kar topu yapıp
Feleğe sundular… İşte!..

Bu yol hem önsüz, hem gerisiz
Ben, ne yapayım ben?..
Akrep yuvası bir geniz…
Ne sürünmek işe yarar,
Ne gözlerin bulduğu bir iz …
Derken işte!..
Keşiş kızlarının tasından  kum döküldü!..
Aaa diye çığlık çığlığa kaldılar.
Bu, büyü bu, bir büyü diye bağrıştılar...
En yaşlılarına sarılıp ağlaştılar...
Işık söndü, kir suya küstü
Sonra her biri toz diye bıyıklarıma düştü.
Hepsi yüzüstü...

Sonra felek çıkageldi…
Az daha dayan dedi, az daha
Dedim benden ne kalır Allah'a…
Sus, dedi!.. Vakit geldi,
Nabzıma bir kertenkele yüreği yerleştirip,
Evim eskiden pantolon ceplerinizdi ya!.. Dedi!..
Ben hayretler içinde bakarken,
O hayretler içinde kaldı.
Sen nasıl geldin buralara kadar peki?.. Dedi,
Senin bağına böyle zalim, kim dadandı?..
Kim peşimden seni kim, kim gönderdi?..

Peki dedim, söyleyeyim!..
Ne sudan, ne ateşten,
Dua denen  yedi kardeşin
Çarmıha gerdiği mahzun dudağım ben…
Ya sen!..

Ona, yoksa sende keşiş misin? Diye de sordum!..
Değilim ama, dedi, ben ne verirsem alma.
Soru sorma, muradını alırım!..
Eyvahlar olsun!.. Ne bu muamma?
Yine yokla mı sınanıyor, vara vara vardıklarım.
Bu kumlar ısırık aldığım ekmek kırıntıları mı yoksa.
Bu kadar düz müydü avuçlarım,
Ne yaparım, ana yok diye, ne yapayım bu bebek   avunmazsa?..
Ne yapayım?..

Sonra felek, ben ne istersem verecek misin, diye   sordu?
Diyet buydu!..
Benden ne var ki isteyecek? Diye inledim...
Biraz şundan, bundan dem vurdu…
Sonra;
Mesela bir damla kan istesem, şu solgun aya!..
Etrafa baktım, tüfeğe, ışığa, şarkıya!..
Azim bitkin, yürek yufka
O, oralı bile olmadan;
Nerenden damlarsın, ufka?..
Sordu, utanmadan!..

Cevap veremedim ki!..
Gözümden versem gönül sinmişiydi,
Mezar gibi kuru, derin ve ağdalı
Ellerimden versem, katil kızılı,
Kulaklarımdan versem bedduaya saklı...
Burnumun ucu desen ellerimden azılı.
Alnını unuttun, dedi...
Ha!.. Onu unutmuşsam boş ver, olma oralı,
Baht kahvesini de nedeceksin ki?
O bir El b'ruz dedesi
Sarhoş olmadan damlamaz bir zavallı...
Tamam, tamam öyle ya!..
 Gelin yasta,
Baht dediğin, kahve falına hasta…
Hadi al da, gidelim dedim…
Sonunda…

Kala kala avuçlarıma kaldı mı başım.
Baş başa verdiler, sürgünlerle keçiler
Okşamaya gelmez bildiğim yaban arıları zil        çalmakta.
Kimya dersinde bebekler…
Tazele derdini eskidi der, uzaklar.
Artık yanına su almadan yola koyulma
Tuz çilesine harem oldu bu avuçlar...

Sonra bir el çarptı,
Renk renk kuş döküldü uzaklar!..
Keşiş kızlarından dahi güzel, daha alımlı gözler!..
Ah. Ahhh!..
Alaca, sarışın, esmer...
Onlarda da değildi emanetler!..
Onlar daha dertliler...
Konmaları yasaktı... Dönülmez yasaklılar!.. 
Gurbetleriyle uzaklaştılar.
Ya bende ki?..
Gönüldü, sevdaydı, nargile sesiydi elbet...
Dedim; gel değiş tokuş yapalım.
Son bir gayret!..
Peki, dediler; en güzele soralım!..
Sen geldiğin tarafa mı, gittiğin tarafa mı yakınsın.
Yastığına karşı kanatlarım…

Artık gözden göğe, ayaktan yere yaslanasın.
Kendi kendinden uzak neresi varsa varasın…
Boş ver en içindekini,
En içindekine gitmek için şifreler çılgın…
Bu yol, feleğin saçları kadar dolaşık.
Taşıyacağın su yeter mi çöle, sanırsın…
Dönüp dolaşıp merdivenlerinde sızdığın,
Kayan bir yıldız kadar gönlün kırışıksın,
Belli ki yarın yine uyanacak,
Belli ki yine yaşayacaksın!..
 
İyisi mi gel de yeniden küselim.
Tuzun acısına, şekerin tatlısına,
Ekşiye, tatsızlığa küselim...
Madem tatlar sattı anılarını
Geriye dönmeyelim…

* * *

 Köyden ayrılırken öyle bir olay oldu ki, Umran'ın kanı dondu adeta. Şafak vaktiydi. Ne uyumuş, ne uyumamıştı. Gece yastığına uzun karalamalar yazmıştı ama şimdi hiç birini hatırlamıyordu. Onları öylece, bembeyaz yastıkta bembeyaz alfabesiyle bırakıp çıkmıştı.
 Sabah bir an öylece yastığa bakıp, garip burukluklar yaşamıştı. Gel ki harflerle yazmamıştı ama bu duyguların deli gömleği içinde ona el sallamasını da, hatıra kalmasını da istemiyordu besbelli. Bu yüzden ilk iş yatağını sarıp, sarmalayıp yüklüğe atmak oldu. Bir yandan da " bir daha gelişime devam ederiz " diye gülümsemişti.
 Hava ayaza çekmiş, soğuğunda ötesinde adeta yüzlerinde bıçak biliyordu. Aileden her kes dışarıdaydı. Halime hala herzamanki gibi Hasan'a bir şeyler tembihliyordu.
Abisinin tüm ısrarına rağmen Zühre'de uğurlamaya çıkmıştı. Ellerini ceplerine koymak yerine, parkası içinde göğsüne kavuşturmuş halde, abisinin koltuğu altında yürüyordu. Umran daha arkada yürüyordu. Oda Zühre'nin bu soğukta dışarı çıkmasına itirazlıydı ama onu görmese belkide hayli moralsiz ayrılacaktı buralardan.
 Köyün, meydandan tarafki çıkışında, Babürşah onlara, artık geri dönmelerini söyledi. Kardeşini öpmedi ama kollarından tutup, ona uzun uzun baktı. Halasıyla bir el işaretiyle vedalaştı, köye öylesine bir bakış atıp,  dönüp yürüdü.
Zühre olduğu yerde kaldı. Abisi yakıcı bir yel gibi yüreğini cızlayıp geçmişti. Hayli hüzünlenmişti. Yanından önce Hasan'la Hala'sı geçti. Sıra Umran'da diye iç geçirmeye başlamıştı bile. Her biri başka bir veda tortusu bırakıyordu içine.
 Sıra Umran'daydı. İnce sızıdan mürekkep bir Umran!.. İşte hissediyordu. Ya bir adım ya iki kalmıştı aralarında...Tam arkasındaydı işte.
Derken, iki yavuklu gibi çok yakından göz göze geldiler. İlk gülümseyen Umran oldu… Aralarındaki mesafeyi okşar gibi ağır ve ürkek bir el selamıyla yanından geçerken, buna veda demek imkansızdı.
 Halası ve gurup biraz daha uzaklaşmışlardı.
Umran her şeyi göze alarak geriye dönüp, onu öyle bir kucaklamak istedi ki adeta içi yandı. Yutkundu, başını eğdi. Yumruklarını sıktı. Hüzünlendi. Beresi arasından başını kaşıdı.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi