MENÜ
Erzurum 21°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (35)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
1 Mayıs 2009 Cuma

Çeçenya ah Çeçenya... (35)

Hasan fırsatı kaçırmadı;
? İyi ki Ömer ağabeyler başka taraftaydı. Yoksa Ömer ağabeyinin kokusunu alsaydı kesin uyanırdı!..
Bu sefer hepsi katıla katıla gülmeye başladılar. Umran hemen yanındaki Ömer'in omuzuna kolunu atıp, "boşver" gibisinden kendisine doğru çekti. Ömer, espriyi henüz kavramamıştı.
? Öyle ya! Dedi, oda. " Onlar yiğitleri iyi tanır. Bu dağlarda beni kokumdan da olsa tanımaları, namıma yorulur… Sıska!.."
Cümlesinin sonuna doğru nükteyi anlamış olmalı ki Hasan'a atfen " sıska" kelimesini daha defalarca kullandı. Onlar hala gülüyorlardı. Ömer'in öfkesiyle şakası çok benzerdi. Bu arada gülmemeye çalışan Umran'da kendini bırakmıştı. Hele Babürşah'ın;  "Ayılarda çapkın olur ha!.." Demesiyle ortalık daha da karıştı o an. Ömer hala, "Sıska, sıska!" diyerek hayıflanıyordu. Derken, Umran'ın anlattığı bir fıkra Ömer'i de güldürmeye başladı. Umran, gülmeden konuşmak için hayli kendini sıksada, yinede arada bir kahkahayı basıyordu. Fıkraydı bu ya;
? Aslanla boğa arkadaş olmuşlar. Derken beraber yiyip içip, beraber gezer olmuşlar. Ama aslan akşamları hep su koyuverirmiş. Hep erken ayrılırmış, alemden. Böyle sürüp giderken, bir akşam boğanın canına tak etmiş. " Yahu! Aslan kardeş, sen ki ormanların kralısın. Şöyle vurusun, böyle tulum çıkarırsın ama karından bu kadar korkmak sana yakışıyor mu?.. Bak bana sabahlara kadar gitmesem yinede aldırmam. Kızma ama çok kılıbıksın " demiş. Demiş, demesine ama aslan söyle bir yelelerini kaldırmış, gözlerini kısmış, boğaya dik dik bakarak; öyle bir cevap vermiş ki, boğa oracıkta büzülüp kalmış. " Boğa kardeş!.." Demiş. " Unutmaman gereken bir husus var… Beni evde bekleyende bir aslan, seninki gibi inek değil!.. "
Bir süre daha vazıh, dil sürçmelerinden ibaret gibi gördükleri sohbetleri sürüp gitti. Sonra Babürşah, onlara ağızlarını yıkayacak "asr" süresini okumalarını önerdi. Hepsi kurşunun sarjöre dizilişi gibi ağzını yıkayan yeniden yerine dönüp, pür dikkat Komutan'a bakmaya başladı.
Derken Babürşah, sonuçta görev bölümünün de yer alacağı eylem stratejilerini konuşmaya başladı;
? İşgalcilerce oluşturulan yeni şartlar muvacehesinde, bazı bahar eylemlerini erkene almamız gerektiği talimatını aldık bugün. Topraklarımızda işgalciler tarafından işlenen son cinayetler tüfekle değil, hastalık yayıp ilaç sıkıntısı çektirmek şeklinde sürüyor. Difteri, amip dizanteri denen salgınlar sebebiyle, katliam düzeyinde hayli bebek ve çocuk ölümlerinin olduğu, buna benzer enfeksiyonlar sebebiyle nüfusun erimeye başladığı vahim hakikat. Bu yüzden özellikle şehir ve kasabalardaki halkımız büyük beşeri sıkıntılar çekmekte. Zulüm tahammülün önünde gitmektedir. Bir anlamda savaşçıları teslim olmaya zorladıkları, hatta Shali gurubundan bazı savaşçıların, aile dramları adına intihar saldırıları yaptıkları, hatta açlığın, soğuğun, hastalığın azap düzeyinde yaşandığı bir şehirde, çaresizce hastalık sancıları çeken bir yakınını, acısına son verme adına çekip vuran savaşçılardan dahi bahsedilmekte. Gazete haberlerine aksettirmeleri farklı tabii. " … İsyanı telin eden ailelerini öldürüyorlar (!) " Daha neler neler!.. İstismarla realite arasındaki çizgiyi aşmayalım. Kısaca bizimle savaşması gerekenler, insanlarımızı bize karşı kapan olarak kullanıyorlar. Elleri şimdilik güçlü. Mevzilerinden çığlık sesi yayını yapan aşağılık emperyalizmin, evrensel metotlarından biridir bu. Dayanmalıyız. Şimdi de sabrımız sınanıyor. Ancak şu topraklarda tek başına kalıpta, "artık bu iş bitti" diyebilecek tek bir Çeçen bulamayacaklar. Son düşenimiz haritamızı da yanımızda götürecektir. Tarih son düşeni olan bir milletten asla bahsetmedi. Topraklar esir edildi ama hafızası asla. Toprağın hafızası silinemezlerdendir. Bu topraklar kıyamete kadar Asya'nın aslanları, Çeçenlere tahsislidir. Muhakeme kapısı büyüktür, onun için hesap ta büyük olacaktır. Bir ölüp bin dirileceğiz. Onun için son düşen mezarlarından atalarımızı uyandıracak… Tarihimiz tarihin en büyük savaşçısıdır. Neyse işin deli tarafını bırakıp, güne dönelim artık.
Genel Karargahımız, çekilen ilaç sıkıntılarıntıları  ve bu gün gelinen sonuca karşı, aylar öncesinden bazı tedbirler almış, ancak temin edilen ilaçların ülkeye sokulması, komşu haritalardaki emperyalist lobiler sebebiyle mümkün olamamıştır. Hatta çoğu bölgede ilaçlara el konulduğu, imha edildiği, bazı savaşçılarımızın ya öldürüldüğü ya hapsedildiği bilgilerimiz dahilinde… Bu sefer, tamamen dağ yolları kullanılarak nihayet ilaçların ülkeye sokulduğu haberi geldi ki,  Ülkenin her yanından yüzlerce savaşçı görevlendirildi.
Bizim Tim'den beş savaşçımız, dağıtımda görev alacak. Doğrudan ailelere ulaştırılacak bu ilaçların nasıl kullanılacağı, hangi bölgelere kimlerin görevlendirildiği veya pilot ailelere ilişkin detaylar, tamamen görev yeri ve zamanına göre sahıslara sahsen verilecek. Bu hareketin toplu bir eylemden ziyade silahsız yapılacağı, münferit ilişkiler üzerine kurulu ve başarısının gizlilikle kaim olduğu kesin. Bu yüzden isimleri verilen arkadaşlarımızın çok dikkatli olmaları, duygusal davranmamaları, ilaçların kitap kadar kutsal olduğunu bildirmeme gerek yok sanırım. Kaldı ki bizim taraftan katılacak tim savaşçılarının, dağlara en yakın bölgelere gönderileceğini tahmin ediyorum. Bu demektir ki, hemen yanı başınızda olacağız. Bu işin haftalar alacağı şimdiden belli. Bu arada sadece bizim Tim'le sınırlı olmak üzere başka bir görevde verildi. Bu görevi ilgili arkadaşlarla ayrıca konuşacağız. Belki uzaklardan bir yerlerden tüfek sesi duyarsanız gülümseyin. Evet!.. Kampımızı, haftalar sürecek eylemlerimiz için yalnız bırakacağız. Bu yüzden ayrılmadan herkes helalleşmelidir. İki gün vaktimiz var. Ailelerinize gidip dönme süreniz sadece kırk sekiz saat. Aman ha, kimse tek bir yakınıyla vedalaşmasın. Her zaman ki rutin ziyaretler gibi yani. Köyden dönen savaşçı, Tim Karargahına uğrayıp, gideceği yön, yer ve buluşacağı kişilerle ilgili bilgi alacak. Bu bilgiler kişiye özel ve her savaşçı için farklı stratejiler içermekte. Gelelim hangimize hangi görevlerin takdir edildiğine…
Bu arada Babürşah bir çay daha istedi Hasan'dan. Ardından hepsi kupalarını doldurmak için sobanın yanında kuyruk oluşturdular. Çayını döken yerine oturuyordu. Sevinç, heyecan ve merak, hepsinde ortak bir kalp atışı gibiydi. Bazı savaşçılar oturdukları yerde kol kola girmişlerdi. Ama hepsi hediye bekliyor gibi Komutana bakıyorlardı.
Babürşah devamla; ? Hazar, Şamil, Tahir, Yusuf ve Murat savaşçılar ilaç dağıtımları ile ilgili organizasyonda görev aldılar. Daha söz dudaktan çıkar çıkmaz, savaşçılar hep bir ağızdan; " Allahuekber" diye, bağırdılar.
Babürşah devam ediyordu;
? Dedim ya, salı günü sabah sekizde Tim Karargahı'na inip görevlerinizle ilgili tek tek görüşmeye alınacaksınız. Umran, Ömer ve ben başka bir görevle görevlendirildik. Hasan dağda kalacak. Belki salı ve sonrasında uzun süre görüşemeyebiliriz. Bu kadar, Allah'a emanet olunuz…
? Dur hele, Hasan hemen yüzünü dökme öyle. Burada yapılacak görevler kimseninkinden az, yada hafif görevler değil. Dağ nöbetlerine çıkacak, dahası pusu atacak, dağın görmediğin bir çok yerini de keşfetmiş olacaksın. O çok merak ettiğin bubi atölyeleri, makineli tüfek yuvaları falan… Ha!..
Mutmain olmamıştı Hasan. Başını eğip ayağıyla yeri eşelemeye başlamıştı. Hemen yanındaki Tahir, ona bu sefer hiç takılmadı. Hatta O'nu kendine doğru çekip, başını göğsüne dayadı. Çünkü Hasan ağlamaya başlamıştı.
Hayli buruk geçti bu saatler. Her biri kendinden ziyade bir diğerine ihtimam gösteriyor, gidebilecekleri muhtemel yerleri tahmin etmeye çalışıyorlardı. Bazılarıysa, belki de  hayli uzaklarda olan kasabalarında görevlendirile bilineceklerini düşünerek, seviniyorlardı. Hazer, Şamil, sılaları en uzak diyarlarda olanlardandı.
Kimseyi uyku tutmamıştı. Babürşah dışarıda tipi olduğundan köye gitmeyi yeğlemedi. Kaldı ki arkadaşları, bu sefer anlamadığı ölçüde duygusallaşmışlardı. Şu saatler de aralarında olmak daha elzemdi.
 Hasan dışında, üç gurup olarak dağılmışlardı sığınağa. Hasan sobanın yakınında öylece yere bakıyordu. Derken, Huvayda, ardından Tahir'de onun yanına gelmişler, teselli etmeye çalışıyorlardı. Hasan'a gizliden sigara dahi verdiler. O'da Babürşah fark edebilir endişesiyle, tedirgin ve kaçak bakışlarla, onu göz hapsinde tutarak sigarayı içmemiş adeta yutmuştu.
Toplantı masasında tabii olarak, daha uzak görev alan Umran, Ömer ve Babürşah kalmışlardı. Yakın oturmuş, hararetle konuşuyor, arada konuşmaların duyulmaması adına etraflarına bakınıyorlardı. Ömer'in, arada heyecanlanıp kelimeleri adeta bir homurtu olarak haykırması dışında, hayli sessiz bir istişare yapıyorlardı.
Evet!.. Bu üçlü Groznyy'ye gidecekdi. Günler, geceler boyu kısmen katır üstünde, kısmen yaya, çoğunlukla yolları köprülerini kullanamadan yol gideceklerdi. Bu aylarda inceldiği muhtemel olan buzlar üzerinde, hayli nehir geçeceklerdi. Köy ve kasabalara rastlamadan yürüyecekleri için, yolculukları tamamen vahşi tabiat kucağında ve hayli çetin geçeceğe benziyordu.
Evet!.. Akbabayı indirmeye gidiyorlardı. Beş yüz serçeye karşı kafasını koparacakları akbabayı!..
Şehirde önemli işgal odaklarından ışık geçireceklerdi. Banka, Belediye sarayı, mahsül stokladıkları ofislerini tek tek uçurup, kundaklayacaklar; işgalin zalim rütbeler taktığı vatan haini Belediye Başkanı'nı kara bir yerle tanıştıracaklardı. Bu adamın son yıllarda ayakları yere basmıyordu. İşgali meşru gösterecek ne hünerler sergiliyordu, neler!.. Ülke kaynaklarının peşkeş çekilişinde baş rol oynamak adına, adamın baktığı yerden kan damlıyordu. Kendi insanına bu kadar üstten bakıp, karıncalar kadar bile saygı duymayan bu hainin, ülkeyi çok iyi tanımasından kaynaklanan avantajlarını halkının kanı, canı pahasına kullanması artık çekilecek türden değildi. İlaç sıkıntılarının da, faili meçhul cinayetlerin de, su kirliliklerin de arkasındaki uyuz dev oydu. Yetkilerinin başkentle sınırlı olmadığı kesindi. Gizli ve atanmış bir diktatör olarak çalışıyordu.
Son yıllarda hapishanelerde cezasını tamamlayıp ta berat eden kimse yoktu. Cezasının bitmesine az süre kala, başı yeniyordu insanların. Selva tarımında çalıştırdıkları hükümlüleri(!), ceza süresi sonuna doğru kayıttan düşüp, firar suçuyla sırtına iki kurşun sıkıp, çoğunu suya atıyorlardı. Bir taşla üç hatta beş kuş vuruyorlardı. Cesetleri Tarek'in kıyılarına vuran delikanlılarla korku salıyorlardı. Özellikle savaşçılara katılımın fazla olduğu yerlerde, akıttıkları mazlum ve mahzun kanın hesabını elbette vermeliydi...
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi