MENÜ
Erzurum 16°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (23)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
16 Nisan 2009 Perşembe

Çeçenya ah Çeçenya... (23)

Katıksızdılar. Kesin inançlı oldukları için saftılar. Saf özgürlük adına iz bulanlar için, ölüm bile esaret sayılırdı.
Evet, onlar bu yolda dağlara  binmiş, tüfeklerini kamçı yapmışlardı. Arkalarına bakmıyorlardı. Her şey şu başkentin gri bulutlarının  içindeydi madem. Şu bulutlara üflemek yetecekti …
Gözleri, tekrar biraz evvelki kediciğin izlerine takıldı. İzler tamamen kar dolmuş, o izleri arıyordu miyav miyav!..
 Parmak aralarının  ısındığını hissedince, sadece kibrit çaktığını hatırladığı sigarasının dumanı, onu tekrar ufkun en uzağına doğru, koyu gri bulutlara götürdü.
Bir süre daha öylece bakındı...


   * * *
  
Daha Keyik ana konuşmasını bitirmeden, kasabanın alt başından makine gürültüleri gelmeye başlamıştı. Babürşah'ta Umran'da kısa bir an anaya baktılar, fakat o hiçde oralı olmayınca, her günkü rutin manevralardan sayıp üstümde durmadılar. Fakat kısa bir süre geçti ki, gürültülere tank homurtuları da  karışmaya başladı. Nitekim Ana da, bir an için susup, dinlemeye başladı. Sonra da;
- Hele bir kolaçan edip, geleyim. Tankları niye çalıştırdılar ki?..
Keyik ana atkısını örtüp giderken, kapıyı dışardan kilitlemeyi de ihmal etmedi. On, on beş dakika geçmişti ki döndü. Heyecanlı ve uygun kelimeleri arar gibi birkaç kez yutkundu, gülümsedi.
- Ah oğullarım!.. Diye, başladı söze;
- Bütün arabaları yola dizmişler. Tank garajlarının kapıları sonuna kadar açık. Hepsi çalışıyor. Ortalığı bir duman sarmış ki görmeyin. Adam burnunun ucunu göremiyor. Her taraf asker kaynıyor. Anam nereden de çıkıyor bu soluğu kesilecekler. Taun tuta, hepsi silahlı... Bir o tarafa koşuyorlar, bir bu tarafa. Sanırsın eniğini yemiş kurt gibi.  Sokağa halkın girmesini istemiyorlar. Acısulu Rahman dayının dediğine göre, arazi tatbikatı yapacaklarmış. Tatbikat yapacaklarsa her şeyi niye yüklüyorlar, kasalılar rıhta rıht dolu!... Neyse, ben yine gideyim oralara. İyice bakayım soruşturayım hele... Bu sefer geç gelirsem meraklanmayın... Bu arada, Nalbur Mendo'yuda dolandıracağım tabi. Dükkan açık mı, nerde?.. Köpeoğlu! Askerler uzaklaştı mı, oda durmaz buralarda... Ya oda gider, yada siner. Dur bakayım, Allah büyüktür. Her tecellide bir kader vardır... Hadi sağlıcakla kalın...
Keyik ana evden çıkınca iki delikanlı göz göze geldiler. Bir süre konuşmadan öylece bakındılar.
Sessizliği Umran bozdu;
-  Her tecellide bir kader vardır, Komutan!.. Keyik ana  şifreyi verdi... Aynı şeyi mi düşünüyoruz ?..
- !?...
- Neden olmasın. Alarm verilmemiş olsa, daha iyi olurdu ama!..  Kargaşa kurt taktiğidir. Hele şimdi sivil, asker karışmışki... Seyir çok olur. Aralarına katılır, bir solukta işi yapar, çıkarız. Sokağa tek çıkmam, belki daha az dikkat çeker. Hem, adam daha kaybolmadan, hemen... Şimdi, dükkanın da olacağı da kesin. Nede olsa, aracın birine üstüpi, eter, avadanlık derken, mutlaka nalburiye ye ihtiyaç olacaktır. Şimdi… Pencereden…
Babürşah bir süre bir yandan bıyıklarını çekiştirip, perde arasından sokağın uzak köşesine doğru bakıp durdu. Umran'da ayağı kalkmış, kararı bekliyordu. Arada pencereden bakmaya çalışıyordu ama Babür'ün geniş, kaslı omuzları, pencereyi hemen hemen kapatıyordu.
Kısa bir incelemeden sonra  nihayet O Umran'a döndü.
- Pekala, dedi pez bir sesle.
Karar vermişti... Sesi olabildiğince katıydı ve çatal yapıyordu.     
- Aynı şeyleri düşünüyoruz. Hadi ırgat (!) düş arkama. Aralıklı çıkacağız. Pencereden... Ben karşı köşeye kadar gidip, sana işaret vereceğim. Ortam  müsaitse sende çık... Yerde kar var.  Pencere önünde izlerimiz kalmamalı. Yoksa Keyik ana yanar. Beni en az, bir önceki sokaktan kollamalısın. Keyik ananın oğlundan, beyinden kimin varsa başlık ve palto giyinmeliyiz. Böylece daha az dikkat çekeriz. Çatışmaya girersem, sakın ha müdahil olmayasın. Yoksa böyle bir durumda bir değil, iki can veririz. Bu sebepten, eğer çatışmam gerekirse, o kargaşayı da sen kullanıp kaçacaksın... Her durumda, pencere önlerinde iz bırakmamalı. Bu çok önemli… Hareketin detayı eylem içinde kendiliğinden oluşacaktır. Şu şiirin: "Sen kadersin bense cilvesi…" işte, öyle bir şeydi ya… Çok güzeldi. Köy yolunda bana tekrar okursun heralde!..
Evde başlık, bere, palto ne varsa bakınmaya başladılar. Babürşah, hala pekte aklında kalmamış haliyle, şiirden atla butla dizeler mırıldanmaya bile başladı.
Eski püskü bir şeyler buldular nihayet. Hatta ikisine de yetip artacak kadar bere, başlık ve palto vardı. Giyindiler... Babürşah tam kısa pantolonlu, dar giyimli dilencilere benzemişti.
Konuştukları gibi önce Babürşah çıktı pencereden. Umran, arkasından pür dikkat bakıyordu.
Babür, alçak bir kapıdan geçer gibi, sırtını kamburlaştırmış, tıpkı bir kurt gibi yürüyordu. Paltosu ucu, ayak izleri yanında yere sürünüyor, kesintisiz bir hat çiziyordu. Dar olduğu için, ne paltolon, ne palto düğmeleri kapanmamıştı. Geniş, eski ve üzerinde çamaşır suyu lekeleri olan uzunca bir atkı dolamıştı boynuna. Arada dizleri arasına dolanan atkıyı düzelttikçe, geriye bakmayı da ihmal etmiyordu...
Sokak başında  balçıkları yer yer dökülmüş köşe başında durdu. Pür dikkat, aşağıdaki kargaşayı izlemeye koyuldu.
Duvar diplerinde yer yer köylüleri gördü. Hatta bazı bacalarda kimi çömelmiş, kimi ayakta, bir sürü kadınlı erkekli köylü seyre dalmışlardı. Çocukların kimi, biri diğerini dürterek tankları gösteriyordu. Askerler, makinelerin duman ve gürültü doldurduğu son sokakta koşuşturup, duruyorlardı. Tüfeklerini sırtlarına geçirmiş, emir aldıkça deli gibi bağırıyorlar, birbirlerine çarptıkça küfürler savuruyorlardı.
 Aşağı sokağa doğru yer karasallaşıyor, kimi zaman egzoz dumanlarıyla göz gözü görmez oluyordu. Uzaktan bakan kasabanın yandığını zannederdi. Hava, nefesleri dumana çevirecek kadar soğumuştu. Fakat bu diyarlarda yaşayanlar için, hava hiçte öyle soğuk sayılmazdı. İşte, çocuklardan bir çoğu işlik katına dışarı çıkmış, bazıları çorapsız halde ayaklarına geçirdikleri koca lastiklerle, hafif kar üzerinde en usturuplu izi yapmak için yarışıyorlardı. Kadın ve genç kızlar, yüzlerini göstermeyecek kadar sıkı sıkı kapanmışlardı. Yalnızca yaşı geçkin kadın ve nineler ihramsız, günlük kalın renkli yün çorapları, çoğu gri olan uzun entarileri ve yün peştamallarıyla hep oradaydılar.
Babürşah'ın işaretiyle, Umran'da pencereden atladı. Babür köşeyi terk ettikten otuz saniye kadar sonra onun yerine ulaştı.
Zaman işlemeye başlamıştı. Umran alabildiğine mutlu olmuştu. İçi içine sığmıyordu. İçine, yine o garip 'savaş hazzı' çökmüştü. Yüreği, kurumuş uçsuz bucaksız kuzey steplerinin yakıcı cazibesine kapılmış, toz uçurmaya giden yolcu gibi atına biniyordu.
Pencere, sokak, ikincisi, Babür'ün elliiki numara ayak izi... Sokağın sonundaki harabe köşeye gelmişti ki, arkasında birilerinin daha olduğunu fark etti. Daha arkadaşına bakmadan, palto cebinden ulaştığı tabancayı çıkarmadan kavrayıp, döndü. Bir anda arkasındakilerle göz göze geldiler ama o kadar... Gelenlerle  sadece  karşılıklı gülümsemeler oldu... İhtiyarca bir kadın, orta yaşlarını geçmiş kır sakallı iki adam ve küçük bir kız çocuğu... Onlar delikanlının ani hareketinden ve silahtan hiç etkilenmediler. Hatta kadın, iki elinin avuçlarını O'na çevirerek; 'rahat ol oğul, işini gör!..' Anlamında bir işaret bile yaptı. Erkekte selam verip, arkalarına hiç bakmadan aşağıya doğru yürüyüp kalabalığa karıştılar. Umran, neden sonra Babür'le göz göze gelebildi. Babür şimdi üçüncü sokağın köşesindeydi. Yukarıdan gelen insanları görünce, O'na zor da olsa 'zarasızlar' ikazı yaptı ama anlayıp anlamadığını kestiremedi. Zaten aile de, kenar değiştirip yolun sol tarafına geçmişti.
Halk daha ziyade, manevra yapılan sokaktan daha bu tarafta, kimsenin içinde ne saklandığını bilmedikleri yontma taşlı, eski yapı ambarların önünde dikiliyordu.
Tanklardan ilki, büyük, yırtık bir gürültüyle garajdan çıktı. Garaj  girişindeki yağmur suyu rampasını geçerken adeta havalandı ve yeniden yere düştü. Tankın tepesindeki makineli tüfek nişancısı, miğferini gözlerinin üzerine kadar indirmiş, bir heykel kadar kurumlu ve hareketsizdi. Tanklar öyle heybetli ve derin soluyordu ki, yerler deprem oluyormuşçasına sarsılmıştı.
Derken gürültü gürültüye  karıştı, ikinci ve üçüncü tanklar da sokağa çıkmaya başladılar. Sokakta adeta kıyamet kopuyordu.
Yoğun bir duman kaplamıştı sokağı. Çocuklar kimi büyüklerine, kimi evlerine kaçışıyordu. Kamyon ve pikapların sesi artık duyulmuyordu. Tank operatörleri, belki birazda gösteri amaçlı olarak gaz kesip sonra alabildiğine gaza basıyorlardı. Bir sürü metalin birbirine çarpıp, süründükçe çıkardığı soğuk, yırtıcı ve asap bozucu ses hakimdi sokağa. Bu sesler adeta yeri, evleri ve insanları tokatlayıp geçiyordu.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi