MENÜ
Erzurum 16°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (13)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
3 Nisan 2009 Cuma

Çeçenya ah Çeçenya... (13)

Bugün dağ, o kadar soğuktu ki!.. Ne kalın parka ısıtıyor du, ne hızlı yürüyüş tempoları. Soğukta, düşüncelerde soğuyordu adeta. Hiçbir kavram gıkını çıkarmıyordu. Sessizlik birde soğukla buluştu mu çekilmez olurdu ya, o türden saatler. Dağ sazağının gezinen taşlara çevirdiği nöbetçilerden, bu demlerde ne türkü okuyan duyulurdu, ne karatavuk ardında koşan. Kuzey doğudan kalkıp, dağın göğsüne sinen rüzgar, bu gün fazlasıyla ıslaktı. Bu rüzgar, bu istikametten estimiydi, sahil soğuğu gibi içerden üşütürdü insanı. Genelde dağ  soğukları üşütür ama titretmezdi. Kuru bir soğuk olurdu. Hele eteklerdeki düzlükler ve köyler, kışın fanilayla dam kürenecek kadar sıcak olurdu. Bu soğuklarda yaşanan tek handikap, vücudu terletmek yada terleyince tedbir almamakla yaşanabilirdi.
Bu yörelerin, daha ziyade tipileri meşhurdu. Kar fırtınası başladı mı, bazen günlerce göz gözü görmezdi. Evden ahıra giderken dahi, kaybolma ihtimalinin olabileceği günler olurdu. Hatta bu tipilerde yolunu şaşırıp, ova istikametine sapan çok insan olmuştu da, arama kolları bile oluşturulmuştu. Aslında kar yağmadığı aylar tedirginlik yaşanır, insanlar huzursuz olmaya başlardı. Çünkü soğuğu kıran, havayı ısıtan yegane hava olayıydı kar. Beyaz bir yorgana benzerdi. Şöyle böyle beş ayı dizde, iki üç ayı gözde, bir iki ayı tepelerde geçirirdi...
Kışın, özellikle bir iki aylık yoğun kar fırtınalarında, yollar kapalı olurdu. Hele bu son senelerde, özellikle şehir irtibatlarını kesmek adına, yollara greyder vurulmazdı zaten. Greyder vurulsa dahi, yollar o kadar bakımsızdı ki küçük araç trafiği çoğunlukla mümkün olmazdı. Çok zaruri hal vukuunda, kasabaya kadar çok zahmetli ve saatler süren,  kızak veya katır sırtında gidilip, gelinirdi.
Kışın dağlara bakan uzak bir göz, üç rengi seçerdi. Eteklerden başlayarak yer yer boşluklarıyla da olsa ormanın çok koyu yeşili, yamaçlarda kaya mostrası halindeki beyaz tepeler, daha üste doğru genelde kurşuni  ama bazen de gri renkte bulutlu zirveler. Zirveleri görmek çok ender olurdu buralarda. Bazen dağlar sıkılmış gibi başlarını buluttan çıkarır, sıralı  bulut halkaları geçirilmiş zirveler çok özel görüntüleri ile güneşte pırıl pırıl yanardı.
Dağlar burada her özlemin biçimiydi adeta!.. Bir şeyler düşünen, hüzünlenen, bir yakınını kaybeden, birine mektup yazan bu dağlara bakardı. Arkasında kıble olan dağlar, her Çeçenlinin yumrukları gibi sıkılı ve mağrurdu. Rivayettir ki; her irili ufaklı Çeçenli için bu dağlarda bir zirve vardı.
 Bu dağların zirveleri kadar akabeleri, kapalı havzaları, irili ufaklı gölleri, dereleri,  yer yer sık ormanları, üç beş köyü içine alacak kadar mağaraları da ayrı bir güzellikteydi. Kimse onlar kadar bu dağları bilmezdi. Ataları gibi bu dağlara bazen yaslanarak bazen sığınarak hayatta kalmışlardı. Bu dağlar medeniyetler eskitmiş, medeniyetler kurmuştu. Tarih göstermişti ki, sırtını bu dağlara verenler için yok olmak yoktu, boş vermişlik asla. Uysal ve şefkatli olurlardı. Onlar, 'dik duran, diklenebilen!' için, şart koymazlardı. Ama yüzemezsen seline, koşamazsan dibine düşerdin...
 Savaşçı kampları, dağların genelde iki bin beş yüz, üç bin metre yükseklikteki dikey mendereslerinde kuruluydu. Yaz, kış kamp yerleri değişirdi. Kamplara, girişi ve çıkışı belli olmayan kapalı ve sarp yamaçları olan vadilerden ulaşılırdı. Vadi tabanları,  derinlikleri ve bitki florasının kamuflajları sayesinde üstten seçilemezdi. Yinede, olsa olsa denerek yukardan yapılan bombardımanlar, bazıları kilometreleri bulan mağaralara çekilmek suretiyle bertaraf edilebiliyordu.
Mağaralar, kışın soğuğun elli altmış derecelere vardığı haftalarda dahi, ortalama yirmi iki derece sıcaklığı ile yaz kış yaşanabilir olurdu. Hemen aynı sıcaklık hiç değişmezdi. Yakın ve kayaç uygunluğu olan bazı mağaralar, savaşçılar tarafından patlayıcılar kullanılarak, yer yer uygun galerilerle birbirine bağlanmıştı. Bu sayede gurupların eşgüdüm ve iletişimleri çok daha pratik olarak çözülebiliyordu. Haberleşmelerinde telsiz kullanamamalarına karşı, genelde el kol işaretleri, flama, duman ve renk kullanılırdı.
 Mağaralarda özellikle yılan, akrep ısırıkları, şarapnel ve kurşun yaralanmalarına karşı iki yerde cerrahi ağırlıklı yataklı sağlık ocakları kurmuşlardı. Savaşçılar arasındaki hekim kökenliler, nöbet sistemi ile bu hastahanelerde günlük vizite bile yaparlardı. Zaruri durumlarda, serum üniteleri, buz temasıyla uygun saklama şartları sağladıkları kan merkezleri ve otacıların natürel ilaç ve merhem yaptıkları ünitelerde ihmal edilmemişti. Bunlar dışında, en erken haftada bir gece çalıştırılan fırın, zaman ve manuel ayarlı bombaların yapıldığı tnt ve C3-4 ünitesi, fişek imalatı, tüfek parçası ve tamiri yapılan  ayrı bir atölye de mevcuttu.
 Köylerden genelde un helvası, kavurma, yoğurt, peynir, yağ ve un gibi ihtiyaçlar gelirdi. Bu ihtiyaçlar, düzensiz aralıklarla birkaç gün öncesinden köy temsilcisine bildirilir, hazırlığın tamamlanışını takip eden belirsiz bir gecede, genelde o yöreyi bilen savaşçılarca alınırdı. Her yöne, yüke göre dört beş katır çıkarılırdı. Dağın belirli bir kotuna kadar gelipte, yükleri boşaltılmış katırlar, refakatçi köylüler, o yoksa yine savaşçılar tarafından geri götürülürlerdi.
Bu kişiler, dağın içine asla sokulmazlardı. Bu nedenle, ilk kaya mostralarından savaşçıların ormana saptıkları istikametten sonrası kimse tarafından bilinmezdi. Çok hızlı hareket edilmesine rağmen, kervanın dolu gidip boş dönme turu aynı gecede tamamlanabildiğinden, bu geceler tam bir teyakkuz havası içinde geçerdi.
 Köylerde, mısır, buğday gibi temel tarım ürünleri ekilir, hayvanlar için saman ve genelde sulu çayırlardan kesilen otlar kurutulup, sarılır, sılaj yapılan mısır sapları kış için depolanırdı. Birleşik Rusya döneminde çekilen açlık  ve sefalet, inisiyatifin kendi ellerine geçmesiyle biraz olsun giderilmiş ama bu sefer işgal sebebiyle zor duruma düşürülmüşlerdi. Erkek nüfusun üçte ikisi 'aranan!' durumundaydı. Adeta herkes aranıyordu bu ülkede. Her aileden  mutlaka bir yitik, kayıp veya ölü vardı. Asker yapamadıklarını, üniversitelerde işgal propagandası yaptıramadıklarını, isyana katılan gençlerin özellikle babalarını, kısacası mutlu görünmesini isteyip te  mutlu edemedikleri herkesi arıyorlardı.   
 Binlerce Çeçenli kayıptı. Bunların önemli bir kısmı öldürülmüştü. Bir kısmı hapisanelerde gösteriliyordu ama bu  bütünüyle yalandı.
Bir yolunu bulup ulaştığınız hapishane kayıtlarında 'hastahane', hastahane kayıtlarında ise 'hapishane' adresi gösterilirdi. Oysa, ne hastahanedeydiler ne hapishanelerde. Ölüm kayıtları dahi düşülmüyordu. Nüfus idarelerinde yeni yapılandırmalara gidilerek soy kütükleri daraltılmış, önemli bir insan kitlesi aile nüfus kütüklerinden silinmişti.
Resmi müracaatlardan cevap verilmeye uygun görünenler olursa, aynen; " bu .......  nüfusuna kayıtlı ……   isminde herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Lütfen başka nüfus idarelerinden araştırınız…" cevabı, verilirdi. Sonra o nüfus idaresinden buna, bu nüfus idaresinden ona git gel... Bunun sonu yoktu.
Çalışanlar o kadar pişkindiler ki, arama çaban için sizi kutlayanlar bile olurdu.
 İnsanlar nüfus kayıtları ile beraber adeta buharlaştırılıyordu.
Bu yüzden önemli bir Çeçenli kimliksiz duruma düşürülmüş, öz vatanlarında kimliksiz kalmışlardı. Şüphesiz, kimliksiz insanlarla savaşmak, yok ettikleri insanları dünya kamuoyundan saklamayı kolaylaştırıyor, strateji kusursuz işliyordu.
Bazen de; ' senin böyle bir baban yok!' türünden, aşağılayıcı kayıtlar sunuyorlardı insanlara... Bazen bir aile kökten buharlaştırılıyordu. Boşaltılan köyler, iş makineleriyle düzlenip, hazine meralarına katılıyordu. Bunu yapamadıkları yerlerde ise, köyü daha çok kuzey Rusya halklarından ailelere teslim ediyorlardı. Bu aileler, kültürünü, yaşam tarzını, ahlak değerlerini ve dinini bilmedikleri bu toprakların sahibiymiş gibi ellerini kollarını sallaya sallaya yaşamaya başlamışlardı. Geldikleri bölgelerin şartlarının zorluğundan olacak ki, kırsala çok çabuk adapte oluyorlardı. Arazi ve su uyuşmazlıklarında inisiyatif, tamamen o köylere aitti. Resmi uyuşmazlıklar, hepten onların lehine sonuçlanır olmuştu. Bu köyler; talandan mal kaçırır gibi, önemli ölçüde (dağ mıntıkaları dışında) ağaç kesiyor, yeni ev ve çiftlikler kuruyorlardı. Yerli köylere inat, yeni yollar, okullar ve sağlık ocaklarına sahip olmuşlardı.
Bu bol keseden  yaşamaya gelen turist yerlilere(!)  karşı,  ' savaşçılar' asla tavır almıyor, bu insanlara en ufak kötülükte bulunmuyorlardı. Bu insanlar da, savaşçıların bu stratejilerini çok iyi bildiklerinden, son derece rahat ve pişkin hareket edebiliyorlardı.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi