MENÜ
Erzurum 16°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Psikolojileri Bozuklar
Ahmet Göksan
YAZARLAR
8 Ocak 2010 Cuma

Psikolojileri Bozuklar

“Türk cemaati, Türk isminin kendisine yüklediği sorumluluğu takdir eden olgun bir ulusun çocuklarıdır. Biz onurlu bir ulusun evlatları olduğumuzu kabul ettirmek istiyoruz”

                                                                                                                  Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

            Tarihin kara kaplı sayfalarında kendisine yer bulduğuna inandığımız 2009 yılında yaşananlar unutulmamıştır. Yıl içerisinde yaşanan olayları bu nedenle halen tartışıyoruz. Bir süre daha tartışacağız gibi görünüyor. Yaşanan olaylar bilinmeden, önümüzdeki yıl veya yılların planlamasının yapılamayacağının bilinmesi gerekmektedir.

“Tarihin tekerrürden ibaret” olduğu sıklıkla yineleniyor. Bu söylemi doğru kabul etsek bile gereken dersin alınamadığından olacak sürekli olarak olduğumuz yerde patinaj yapıyoruz. Nereye kadar patinaj yapacağız sorusunu doğru ve net olarak yanıtlayamadığımız sürece, önümüzdeki yıllarda bu konuları daha çok tartışacağız.      

2009 yılında tartışılan konuların başında işsizlik ve ekonomik kriz birincil öncelikte idi. Bunun yanı sıra değişik isimlerde sunulan açılımlar ve Türk dış politikasında eksen değişikliğinin olup olmadığı tartışılmıştır. 2010 yılında da bu konuların gündemden düşmeyeceğini söylemek olasıdır.

Dış politikadaki eksen değişikliği söylemleri, güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti’ni fazladan etkilememesi gerekiyor. Ermenilere yönelik olarak yapılan açılım ve imza edilen anlaşmanın karşılıklı olarak her iki ülkenin parlamentolarınca da onaylanması gerekmektedir. Aksinin yapıldığı noktada, anlaşmanın içeriği ne olursa olsun patinaj yapmanın ötesine geçemez…

Geride bıraktığımız Aralık ayında, Ermenistan Dışişleri Bakanı Bay Eduard Nalbandyan, “Kesin biliyoruz ki protokollerde önkoşul yok. Önkoşul diye Türkiye’de konuşuluyor. Bu adımdan sonra öne sürülen önkoşullar, süreci engellemek dışında bir şey ifade etmez. Bunlar da tehlikelere gebedir” diye konuşuyordu. Bunun yanı sıra imzalanmış olan anlaşmanın bir an önce TBMM’nce kabul edilmesini istiyor. Kendilerinin de davranışlarını buna göre düzenleyeceklerine vurgu yapıyordu. Sokak aralarında oyun oynayan çocukların bile böyle bir durumla karşılaştıklarında “Alıp da kaçan mı” diye söyledikleri biliniyor.

Dağlık Karabağ’da ki işgal kaldırılmadan konunun TBMM’ne getirilmeyeceğinin açıklaması doğru bir yaklaşımdır. Buna karşın yeterli değildir. 13 Ekim 1921 gününde imzalanmış olan Kars Anlaşmasında, “İki ülke arasındaki var olan sınır, uluslararası hukukun ilgili anlaşmalarda tarif edildiği şekli ile karşılıklı olarak tanınmaktadır” denilmektedir. Diğer yandan Ermenistan Anayasa’sının 13. maddesinde Ağrı Dağı’nın Ermenistan’ın resmi devlet arması olduğu belirtiliyor. Diğerlerini görmezden gelsek bile bu bakış ve yaklaşımlar, Ermenistan’ın Türkiye üzerindeki emellerinin bir göstergesi olmaktadır. Dağlık Karabağ ile bu konuların ayrı konular olduğunun görülmesi gerekiyor mu ne…

Geçtiğimiz Eylül ayında mendil büyüklüğündeki ülkenin başı Nevyork’ta bir basın toplantısı düzenlemişti. Bu toplantıda kendisine “Talat’la görüşecek misiniz?” sorusu üzerine, “Bu devlet ve hükümet başkanları toplantısıdır. Ben BM zirvesinde statü olarak Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’dan bile üstünüm. Talat’la hangi sıfat ve kapasite ile görüşeyim?” diye konuştuğu unutulmamıştır. Nevyork’ta görüşmeyi kabul etmediği Talat’la şu anda hangi sıfat ve kapasite ile görüştüğüne açıklık getirmek zorundadır. Kıbrıs’ı alıp kaçmak için mi görüşüyor mu ne...

Adadaki görüşmelerin eşitler arasında yapılmadığını sıklıkla yinelediğimiz biliniyor. Talat’ın da son günlerde bu hususa vurgu yaptığını da paylaşmak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde Kıbrıs Türklerinin söylemi ile kuşluk kahvesi içmek için bir araya gelmeyecekleri kesin olanların, sorunu çözebileceklerini ummak, düş ötesi bir yaklaşım mıdır ne…

Bir süre önce kendisine önerilen 4’lü görüşme önerisini Bay Hristofyas kabul etmemişti. Bu durumda Kıbrıs sorunu nasıl çözülecektir. Masadan kalkmamakta ısrarcı olanlar konuya açıklık getirmek durumundadırlar. Son günlerde saldırılarının dozunu iyice arttıran karşı taraf, çözümden hızla uzaklaşıyor mu ne…

2010 yılında adada çözüm olamayacağı beklentisinin bir hayli yüksek olduğu bir gerçektir. Son günlerde Türkler ve Rumlar arasında farklı kuruluşlarca yapılmış olan kamuoyu araştırmaları bu yargımızın kanıtı olmaktadır. O zaman evcilik oynuyor gibi görüşmeler yapmak ise neyin nesi oluyor…

Esmer tenli vatandaş görevinden ayrılırken BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporunda, “Kıbrıs’taki iki toplum arasındaki ilişki azınlık, çoğunluk ilişkisi değil, aynı vatanı paylaşan iki eşit toplumun ilişkisidir” diye yazıyordu. Bir başka raporunda ise, “adada iki bölgeli ve iki devletli bir yapının oluştuğunu bu nedenle Barış Gücü’ne gerek olmadığını” belirtiyordu.

Gelinen bu noktada adada çözüm arayanlara önerimizi yinelemek istiyoruz. İki bölgeli, sınırları güvence altına alınmış, iki uluslu, iki egemen devlet yapısı oluşmuştur. Uzun yıllardır sorunların çözülmediği noktada var olan durum ilke olarak BM’ce kabul edilmektedir. O halde var olan durumu kabul etmek gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2025 Erzurum Gazetesi