“Bu davayı kazanmak artık bizim için bir onur meselesi olmuştur. Büyük Türk ulusunun kanını taşıyan biz yüz bin Türk, ne bu gün ne de yarın atıldığımız ve ant içtiğimiz bu zorlu uğraştan gerileyecek değiliz”.
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu –USAK- tarafından yapılmış olan bir anketin sonuçları yayınlandı. “Dış Politika Algılama Anketi” sonuçlarına göre, herkesçe bilinenler yinelenmektedir. Yinelenmenin ötesinde algılama kapasitesi olanların bile kabul edeceği sonuçlar ortalık yere çıkmıştır.
Anket sonuçları; Amerika, İsrail ve Rusya’nın dünya barışını tehdit eden ülkeler sıralamasında ilk üç sırayı paylaştıklarına işaret ediyor. Diğer AB ülkeleri ile birlikte İngiltere’yi de aynı potanın içine koymak gerekiyor. Üzerinde güneşin batmadığı bilinen İngiliz İmparatorluğu, günümüzde adalara çekilmiş izlenimini vermektedir. Özgürlüklerine kavuşturduklarını söyledikleri, eskiden sömürdükleri bu ülkeler de bölgelerindeki barışı tehdit etmektedirler.
Bu ülkelerin nerede ise tamamı sürekli olarak etnik çatışmalarla boğuşmaktadırlar. Bunu bir rastlantı olarak algılamamak gerekiyor. Kıbrıs’ta yaşananları da bu çerçevede değerlendirdiğimiz noktada, adada barışa ulaşmanın oldukça zor ve hatta olanaksız olduğu gerçeği kabul edilmelidir. AB’nin pislik akan burnunu da Kıbrıs işine sokmuş olması ise bir başka olumsuzluk olarak karşımıza çıkmaktadır. 08 Eylül 2009 günlü Financial Times gazetesi de bu yargımızı doğrulamaktadır.
“Kıbrıs’ın AB Üyeliği Hataydı” başlıklı haber yorumda, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için bir anlaşmaya varılamaması, Türkiye’nin üyelik müzakerelerini zehirledi. AB bölünmüş bir adayı, çözüm bulunmadan önce saflarına katılmasına izin vermekle bir temel hata yaptı. Çünkü şimdi üyeliğin nimetlerinden tam olarak yararlanan Kıbrıslı Rumların, kendilerini iyi niyetle müzakere etmelerini sağlayacak bir teşvikleri kalmadı” diye yazıyordu.
Gazete, Fransa, Almanya, Avusturya ve mendil büyüklüğündeki ülkenin Türkiye’nin Avrupa beklentilerine engel koyma tavırlarını da “tehlikeli ve verimsiz” olarak tanımlıyor. İngiltere’nin bu yaklaşımlara karşı duruşu ise ilginçliklerle doludur. Dışarıda Türkiye’nin üyeliğinden yana tavır sergiliyor, içeride ise şikayetçi görünen ülkelerle kol kola girerek takoz oluyor.
Rum basın haberleri ise ilginçliklerle dolu. Türkiye’nin üyelik sürecini engellemek ve Türkiye’nin aleyhine kullanmak için her yolu denemekte kararlı olduklarını yazıyorlar. Mendil büyüklüğündeki ülkenin Dışişleri Bakanlığı hazırladığı belgelerle Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Dışarıdan buldukları desteklerle açılmayacak müzakere başlıklarının, Türkiye’nin kendileriyle iyi ilişki kurmasıyla bağlantılı olarak, arttırılmasını istiyorlar. Bunun yanı sıra istekleri karşılanana dek hiçbir başlığın açılmamasını istiyorlar. Bunu sağlamak için de önde gidenlerin yurt dışı gezilerine çıktıkları biliniyor.
Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin olarak başlatılan süreç de tıkandı. Çünkü karşı tarafın, Türklerle anlaşma yapma gibi bir niyetlerinin olmadığı görülmektedir. Benzer taktiklerini yıllardır uyguluyorlar. Uygulamaya koydukları yöntem, dünyayı kandırabilmek adına masaya oturmak oluyor.
2004 yılında, “40 yıldır çözülmeyen sorunu biz çözeriz” diyerek ortalık yere çıkılırken, karşı taraf ise 60 yıldan söz etmektedir. Sorunun süresi konusunda bile uzlaşılamadığına göre kayıkçı kavgasına dönmüş olan görüşmelere katılmamak gerekiyor mu ne…
Türkiye’nin Kıbrıs açılımından daha fazlasını nasıl elde edebiliriz hesaplarını yapanlardan, iyi niyet beklemek abes bir şey olsa gerek. Dışarıdan destek verenler, oynanmakta olan bu oyundan memnun olduklarını ısrarla yineliyorlar. Gelinen bu noktada Anadolu insanının memnun olmadığını söylemeye bile gerek görmüyoruz.
Türkiye’nin büyük devletlerden hiçbir eksiğinin olmadığı biliniyor. O zaman yaşanmakta olan bu sıkıntıların nedeninin sorgulanması gerekiyor. Sıkıntılar uygulamalardan kaynaklanıyor mu ne…
Brüksel’de lahana tarlalarının yakınlarında dolaşanların, üye ülkelere sürekli olarak bazı yaptırımları dayattıkları biliniyor. Ölçüt ve düzenleme adı altında dayatılanlar, tepkilere neden oluyordu. Halkın isyan aşamasına geldiği anda bazı düzenlemelerin kaldırılması kararlaştırıldı.
Bu güne değin AB ülkelerinde üretilmekte olan salatalığın = onlar hıyar diyor = boyunun 10 santimetreyi geçmemesi gerekiyordu. Bu uygulama, 01 Temmuz 2009 günü itibarı ile yürürlükten kaldırıldı. Bu nedenle özgürlüğüne kavuşmuş olan hıyarları, istenen boyda her yerde bulmak olanaklı olacaktır.
AB’ni, uygulamaya koyduğu bu özverili çalışmaları nedeniyle kutlamak istiyoruz. Bu kadar yoğun uğraştan sonra özgürlüklerine yeniden kavuşan hıyarları da selamlamak gerekiyor mu ne… Yaşasın özgür hıyarlar…
Şeker Bayramınızı en içten sevgilerimle kutluyorum. Yaşamınızın da şeker tadında geçmesini de diliyorum.
SEVGİ ile kalınız…