“Yunanlılar ve Kıbrıs’ta Rumca konuşanlar, genel hukuk prensiplerine zerre kadar saygı göstermeyenler ve kendi menfaatlerini her şeyden üstün tutan nankör bir millet ve şımarık bir cemaattir”.
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Geçtiğimiz Haziran ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Türkiye karşıtı olan ırkçıların başarılı oldukları biliniyor. Bu sonuçlara baktığımızda sıkıntılarla boğuşacağımızı söylemek olasıdır. AB’nin motor ülkeleri olan, Almanya ile Fransa’nın da bu eyleme çanakçılık yaptıkları biliniyor. Yürütülmekte olan müzakere sürecinde yeniden bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Türkiye, 1999 yılından bu yana sürekli olarak oyalanmaktadır. Bununla yetinmeyenler sürekli olarak ayrıcalıklı ortaklıktan söz etmektedirler. 2007 – 2008 yılından itibaren bu husus ağızlarda sakız olarak çiğnenmektedir. Diplomaside her sözcüğün, hatta nokta ve virgülün çok önemli olduğunu sıklıkla yineliyoruz. Şu anda Türkiye’ye önerilenin katılım (participation) olmadığı belgelerde yer almaktadır. Önerilen husus uyumdur (integration).
Bu sözcüğün önerilerden çıkarılmaması durumunda üyeliği düş ötesinde bile bulmak olanaklı değildir.
Avrupa Parlamentosunda yeni bir oluşumdan söz etmek istiyoruz. AB’ne üye 8 ülkenin muhafazakar partilerinden 55 üye bir araya gelerek yeni bir grup oluşturdular. AB ve Federalizm karşıtı olan bu grubun üyeleri kendilerini “Avrupa Reformcuları ve Muhafazakar” olarak tanımlıyorlar. 736 üyeli Avrupa Parlamentosunda 4. büyük grubu oluşturduklarını da belirtmek durumundayız.
İngiltere’den 26, Polonya’dan 15, Çek Cumhuriyeti’nden 9, Letonya, Hollanda, Macaristan, Finlandiya ve Belçika’dan birer parlamenter bu grubun içinde yer alıyor. Bu yeni grubun, karar alma süreçlerinde Brüksel’in değil, başkentlerin daha fazla etkin olmasını istiyorlar. Böylelikle de ulusalcı bakışı öne çıkarmış oluyorlar. Sınırların ve ulusalcılığın ortalık yerden kalktığı söylemleri havada kalıyor mu ne…
Bunun yanı sıra Danimarka ve İtalya’dan gruba katılmak isteyen bazı parlamenterlerin, istekleri aşırı bulunduğundan kabul edilmemişlerdir. Aşırı sağ görüşlerinin tepki çekeceğinden rahatsızlık duyduklarını gerekçe olarak gösteriyorlar.
İşler bunlarla kalsa yine de iyi denilebilir. Ama kazın ayaklarını her topluluk ve grubun içinde bulmak olasıdır. Türkiye – AB Karma Parlamento Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu kanadının üyeleri yeniden belirlendi. Fransız Hıristiyan Demokrat Helene Flautre önümüzdeki dönemde başkan olarak görev yapacak.
Adı geçen Komisyon üyelerinden 3’ü Yunanistan, 4’ü Almanya, 3’ü İngiltere’den seçilmişlerdir. Parlamentoda 6 üye ile temsil edilmekte olan mendil büyüklüğündeki ülkenin bu komisyonda 3 üyesi bulunuyor. 2 Türk’ün bu komisyona seçilmiş olmasını (1 Bulgaristan 1 Almanya) iyi niyetli bir teselli olarak almak durumundayız.
Diğer ülkelerden seçilen 1’er üyenin fazladan etkisinin olmayacağı kabul edilmelidir. Burada gözden kaçırılmaması gereken en önemli hususun mendil büyüklüğündeki ülke ile Yunanistan’ın temsil oranlarının %25’e yakın olmasıdır. Adaletsiz olan bu seçimin sonuçları ortalık yere bir kez daha çıkmıştır. Hak hukuk ve adaletten sıklıkla söz edenlerin bir kez değil binlerce kez düşünmeleri gerekiyor mu ne…
Komisyona seçilen Rum milletvekilleri, zaman yitirmeden Türkiye karşıtı çıkışlarına başladılar bile. “Türkiye’nin Akdeniz’de petrol arama girişimleri, Kıbrıs’a bir milyon daha Türk vatandaşı yerleştirilmesi, Yunan hava sahasındaki Türk uçakları ve Türkiye’deki eşcinsel haklarını” soruyorlar. Son soruları ile kendilerini anlatmak istiyorlar mı ne…
Komisyon başkanının Türkiye’ye karşı ılımlı yaklaşıyor olmasının fazladan bir etkisinin olamayacağı da görülmelidir. Günther Verheugen’in 2004 yılında söylediklerini bir kez daha yinelemek istiyoruz. “Biz, Türkiye’ye AB’ne tam üye yapmayacağımızı akıllı insanların anlayacağı bir dille söylüyoruz” diyordu. O zaman yandı gülüm keten helva…
Brüksel’de lahana üretimi ile uğraşanların bekledikleri geliri elde edemediklerini Bütçe Bakanı açıkladı. Belçika’da durumun her dakika daha da ağırlaştığını belirterek acil önlem alınması gerektiğini belirtiyordu.
Bütçe Bakanı Guy Vanhengel, “Bir sabah kalkıyorsunuz 25 milyar Avro borçla iflas durumunda olduğunuzu öğreniyorsunuz. Aynı günün akşamı ayak topu takımınız İspanyollar karşısında hezimete uğruyor. Federal sistem çökmüş, en büyük sorununuz haline gelmiş. Hiçbir ulusal kimliğinizin, yaratıcılığınızın, heyecanınızın ve idealinizin kalmadığını fark ediyorsunuz. Ekonomide çökmüşsünüz. Belçika bir anonim şirket olsaydı iflas beyanında kalırdı” diyordu. Lahana tarlalarında gezinenlerin, Kıbrıs Türklerine federal sistemi dayatmalarından ibretle ders çıkararak izlemek gerekiyor mu ne…
16 Eylül 2009 günlü Politis gazetesinde Makarios Durshiotis, BM Genel Sekreteri’nin temsilcisi Alexhandr Downer’in “özel temsilci mi yoksa Kolombiya’dan gelen bir kokain tüccarı mı?” olduğunu soruyordu. Bay Downer’in akçeli işleri, Rum yönetimi eski başkanlarının çocukları ile yürütmekte olduğunun da unutulmaması gerekmektedir.
SEVGİ ile kalınız…