“Türk her şeye tahammül edebilir. Fakat milliyet ve şerefine tecavüz edilmesine asla”.
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Geride bıraktığımız hafta süresince, adada bir dizi görüşme ve etkinliğe katılmak üzere orada idik. Görüşme olanağı bulabildiğimiz bütün yetkililer ve sıradan yurttaşlarla birlikte olduk. Görüşmeler sırasında “Biz Yunanistan’la dost muyuz yoksa düşman mıyız” sorusunun yanıtını bulmaya çalıştık. Düşman olarak görenlerin sayısının oldukça yüksek olduğunu da belirlemiş bulunuyoruz.
Biz adada iken, Rum tarafında yayınlanmakta olan Alithia gazetesi adına yapılmış olan bir araştırmanın da sonuçları yayınlanıyordu. %80 oranındaki katılımcı Rum, yılsonuna dek bir anlaşmanın imzalanacağına inanmıyorlar. Uzun vadede bile hiçbir çözüm olasılığını görmediklerini belirtiyorlardı. Görünmekte olan köye gidiş için, herhangi bir yol göstericiye gerek olmadığını bu sonuçlar ortalık yere koymaktadır.
Karşılıklı olarak adada bir güven bunalımının olduğu biliniyor. Buna karşın çözüm görüşmelerine devam ediliyor. Ortalık yere çıkmış olan bu gerçeğin, yapılan görüşmelerin bir takım ülkeleri ve siyasetçileri tatmin edebilmek adına yapıldığı genel bir kabul görmektedir. Siyasetçiler dışında kalan sıradan yurttaşların, çözümden umutlarını kestiklerini de söylemek olasıdır.
Türkiye, Suriye ve Irak’tan sonra Yunanistan’la da stratejik işbirliğine gidileceğine ilişkin anlaşma imzalandı. Türkiye ve Yunanistan arasında da güven bunalımı yaşanmasına karşın böyle bir anlaşmanın imzalanmış olması anlaşılır bir husus olmasa gerek. Magazin haberleri öne çıkarılarak dostluğun oluşması olanaklı değildir.
Siyasetçiler, son dönemde sıklıkla Yunanistan’a ziyaretler yapıyorlar. Geçtiğimiz Nisan ayında bu ülkeye giden siyasetçiler, “Bizim vizyonumuz karşılıklı tehdit algılamasına dayalı bir vizyon değildir” diye konuşuyorlardı. İyi niyetle yapıldığına inanmak istediğimiz bu açıklamaya karşın, Yunanistan Dışişleri Bakan Vekili Dimitris Druças, herkesin gözünün içine bakarak, kendisine sorulan bir soru üzerine, Kıbrıs uyuşmazlığının Türkiye ile Yunanistan arasında ikili sorun olmadığını söylüyordu. Druças, Ege ve Kıbrıs konularının uluslararası hukuk çerçevesinde çözülmesi gerektiğine de işaret ediyordu.
Deniz hukuku sözleşmesine ve ülkelerin toprak bütünlüğüne de dikkat çeken Bay Druças, Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgalci olduğunu yineliyordu. Adada bulunduğumuz zaman diliminde Bay Druças’ın, Filelefteros gazetesinde yeni bir açıklaması yer alıyordu.
“Türk ordusunun Kıbrıs’tan çekilmesini ve Maraş’ın Rumlara geri verilmesini” istiyordu. Hızını alamadığı anlaşılan Bay Druças, Türkiye’nin AB’ne üyelik sürecine yönelik destek konusunda ise, “Açık çek veya Türkiye’ye yönelik kör bir destek bulunmadığını, Türkiye’den AB’ne tam katılımının, yükümlülüklerini ve ölçütleri yerine getirdiği zaman olacağını” söylüyordu.
Yunanistan adına görüşmelere katılan her düzeyden siyasetçiler, sıklıkla bu görüşlerini ısrarla yineliyorlar. Resmi Yunan tezlerinin ısrarla savunulmasına karşın siyasetçilerin bülbül örneğinde olduğu gibi dut yemeyi yeğlemeleri anlaşılır olmanın ötesindedir. Bu tutum ve davranışın, Yunan saldırganlığının prim yapmasına neden olduğunun da unutulmaması gerekiyor.
Bu ortamda imzalanan “Türkiye ve Yunanistan, Barış İçin Ortak Eğitim Merkezlerinin” kurulması anlaşması havada kalmaktadır. Çünkü her iki ülkenin katılımıyla ortak eğitim programları düzenlemelerinin bir değerinin olmadığı veya olamayacağı kendiliğinden ortalık yere çıkmaktadır.
Son dönemde belli merkezlerde hazırlandığı izlenimini veren paket anlaşmalarla uyuşmazlıkların çözülemeyeceğinin artık görüleceğine de inanmak istiyoruz.
Türkiye’nin bütün iyi niyetli tutum ve yaklaşımına karşın Ortodoks Halkçı Teyakkuz Partisinin - LAOS - Türk düşmanı politikalarını sürdürme nedenlerini anlıyoruz. Yunanistan Milli Eğitim Bakanı Anna Dimondopulos da sessiz kalarak bu düşmanlığı körüklüyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…