MENÜ
Erzurum 15°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Domuz Gribi
Ahmet Göksan
YAZARLAR
6 Haziran 2009 Cumartesi

Domuz Gribi

Önümüzdeki Pazar (07 Haziran 2009) günü AB ülkelerinde Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacaktır.

Sarkozy’nin Fransa’sı ile Merkel’in Almanya’sının başını çektiği Türkiye karşıtlığı her geçen gün yeni boyutlar kazanıyor. Türkiye’nin üyeliğine sıcak baktığını söyleyen ülkelerin önde gidenleri ise yaşananları izlemekle yetiniyorlar. Bir anlamda fincancı beygirlerini üzmek veya ürkütmek istemiyorlar.

Ekonomik krizin tetiklediği ulusalcılık akımları bu ülkelerde endişenin ötesinde geçerek tehdide dönüşüyor. Ulusalcılık adına yürütülen çalışmalara kör bir oy için siyasetçilerin göz yummaları ise olayın tuzu biberi olmaktadır.

Türkiye karşıtlığı uzunca bir dönemde Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’da iyi prim yapıyordu. Anılan ülkelerin AB üyesi olmaları sonrasında şimdilerde bu çalışmalar, samanın altından yürütülen sularla gerçekleştiriliyor. Bu yaklaşım domuz gribi gibi diğer ülkeleri de etkisi altına almaya başlamıştır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Türkiye’nin üyeliğinin gündemden düşmeyeceğini söylemek olasıdır.

Buna karşın yeni dönemde bu parlamentodan çıkan ılımlı kararları bile arar duruma geleceğimizi de belirtmek durumundayız. Şu anda buradan çıkan kararlar tavsiye niteliğinde idi. Yeni oluşacak yapı ile statünün değişmesi ve yaptırım uygulanması bile tartışılıyor.   

Genel görünümün ırkçı sağla, ılımlı sağın Avrupa Parlamentosunda egemen olacaklarını göstermektedirler.

Bu ülkelerde yaşamlarını sürdürmekte olan yabancıların başta Türkler olmak üzere olumsuz yönde etkileneceklerdir. Olumsuz olmanın yanı sıra bir dizi tehlikeye de çağrı çıkaracaktır. Bu nedenle alınacak olan sonuçların son derece önemsenmesi gerekmektedir.

Bu seçimlerin sonuçlarının neden önemseniyoruz. Gelen haberler, “Türk korkusu” Avrupa anakarasını hızla sarmaktadır. Avrupa’nın yarınlarının şekilleneceği bu seçimlerde ana söylemin “Yarının Avrupa’sı ne olursa olsun, yeter ki Türkler olmasın!” olduğunu da vurgulamak durumundayız.

Bu söylemi öne çıkaranları asla küçümsememek gerekmektedir. Genel içerisinde Türkiye’yi bu gözlükle görmekte olduklarını söyleyebiliriz. Biraz ılımlı konuşanlar olabilir. Bu da geneli fazladan etkilememektedir. O zaman yapılması gereken nedir diye bir soru akla gelebilir.

Anladıkları dilden konuşmak gerekiyor dediğinizi duyar gibiyiz. Şu anda ağır aksak da olsa, yürütülmekte olan müzakerelerin durdurulması gerekmektedir. Beklemedikleri bu durum karşısında yelkenleri hemen suya indirmekle kalmayacaklar. En azından kısa süreliğine de olsa dayatmalarda bulunamayacaklardır.

Kıbrıs’ta iki lider, görüşmeleri yürütüyor gibi yaparlarken Rumlar yeni bir oyunla ortalık yere çıktılar. Bir Amerikan şirketine adanın güneybatı sahillerinde petrol ve doğalgaz arama iznini verdiler. Rumların bu davranışlarını denge politikası olarak almak veya algılamak olanaklı olmasa gerek.

Mendil büyüklüğünde olan bu ülke, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmanın ötesine geçerek açıkça meydan okumaktadır.

Aynı şekilde bugüne değin AB ülkelerinden kendilerine göre aldıkları desteği yeterli görmeyerek Birleşik Amerika Devletleri kartını da masanın üstüne koymuş oluyorlar. Müşteri kızıştırmak mı istiyorlar ne…

Bu ülkenin önde gidenlerinin belirli aralıklarla benzer yaklaşımları sergilemekten geri durmadıkları biliniyor. Belki de alışkanlık yaptı demek olasıdır. 2001 yılında benzer girişimi yaptıklarında, Türkiye bölgeye savaş gemilerini göndererek duruşunu göstermişti. Daha sonraları yapılan benzer girişimler karşısında sessiz kalınmış veya nota vermekle yetinilmiştir.

Son gelişmeler karşısında da yapılan açıklamada, Türkiye’nin bu konudaki görüşlerinin bilinmekte olduğunun vurgusu yapıldıktan sonra, “Rum yönetiminin bu çalışmaları, her şeyden önce adadaki iki taraf arasında yürütülmekte olan kapsamlı müzakere süreci ile bağdaşmamaktadır” deniliyor.

Avrupa Adalet(sizlik) Divanı’nın kararı sonrasında başlayan tartışmalar yeni boyutlar kazanıyor. İngiltere’nin adadaki Yüksek Komiseri Bay Peter Millet, “Mülkiyet sorununun bütünlüklü çözümün bir parçasıdır” diyerek ortalık yere çıktı.

Bu yaklaşım geçerli ise, bütünlüklü çözümün parçası olduğuna göre görüşmelerin neden ertelendiğinin açıklanması gerekmektedir.

Bay Yüksek Komiser, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada “en önemli öncelikli konumuz Kıbrıs’ın yeniden birleşmesidir.

Bu bizim desteklediğimiz bir süreçtir” diye konuşuyordu. Siyasetçilerde bu çabaya destek vermekten mülkiyet konusuna eğilmek istemiyorlar mı ne…

SEVGİ ile kalınız…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2025 Erzurum Gazetesi