Yüz yıllarca birbirleri ile savaş yapmış olan ülkeler, sonunda ortak bir zeminde buluşabilmenin çabalarını sürdürüyorlar. Bu süreçte, ilkin sayısal olarak azınlıkta idiler.
Sayıları arttıkça da isimlerini değiştirerek günümüze dek geldiler. Kömür Birliği diyerek ortalık yere çıkanlar, şimdilerde AB olarak dünyaya nizam vermeye çalışıyorlar.
Kuruluş döneminde altı ülkeden oluşan bu ortak hareket, genişleyerek yirmili rakamlara ulaştılar. Buna karşın ilk girenlerle daha sonraları bu kervana katılanlar arasında ayrımcılığın yaşanmakta olduğu biliniyor. Bu ayrımın temelinde kendi emperyal çıkarlarının yatmakta olduğunu söylemek istiyoruz.
Emperyal amacın öne çıktığı noktada ortaklığın çatırdaması da son derece doğaldır. Şu anda yaşanmakta olan ekonomik krizin temelinde de bu olgunun yattığının görülmesi gerekiyor. Bu ülkelerce kurulan kapitalist sistemin çöktüğünün de kabul edilmesi gerekiyor.
Sıkıntının ana kaynağı bu olsa gerek.
Dünyada dengeleri alt üst eden ekonomik krize karşı korumacılığın da ortalık yerden kalktığı görülmektedir.
AB’ne sonradan katılanlar bu sıkıntıyı en çok çeken ülkeler oluyorlar. Kendi göbeğini kesecekleri gelişmeler yaşanıyor. Bu noktada birlik ruhunun nane ruhu gibi buharlaştığı gerçeği yaşanmaktadır.
AB’nin ana omurgasını oluşturmakta olan bu ülkeler, NATO’nun da üyesi oldukları için 1964 yılında benzer uygulamayı Türkiye’ye karşı uygulamaktan geri durmamışlardır. Bu gelişme karşısında dönemin Başbakanı İsmet İnönü, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de bu dünyada yerini alır” diyerek onurlu duruşunu gösteriyordu.
Önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde işler kızışmakta ve tansiyon yükselmektedir.
Almanya’da Eylül ayında da Federal Meclis seçimlerinin yapılacak olması ise tansiyonun iyice yükseleceğini göstermektedir.
Daha önceleri Yunanistan’da yaşanan Türkiye karşıtlığı, şimdilerde AB ülkelerini de sarmış durumdadır. Sorunları çözemedikleri ve kısırlık çektikleri anlaşılan siyasetçiler, saldırıdan yardım umar duruma düşüyorlar. Böylelikle de kendi acizliklerini halklarının onayına sunmuş oluyorlar.
Bayan Merkel ile Bay Sarkozy, ülkelerindeki aşırı sağcı oyları alabilmek adına Türkiye’ye saldırıyorlar. Tam üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklık öneriyorlar. Konuya ilişkin olarak Fransız Le Figaro gazetesinde 06 Mayıs 2009 gününde ilginç bir değerlendirme yapılıyor.
Paul – Henri du Limbert yazısında, AB’ni ekonomik bir dev, siyasi bir cüce olarak tanımlıyordu. Yazıda, AB’nin yıllardır sürdürmekte olduğu düşünce tembelliğine Sarkozy’nin son verdiği belirtiliyor. Buna örnek olarak da Türkiye’ye olan yaklaşımını gösteriyor.
Yazıda, “Sarkozy, yarım asırdır utanmazca yalan söylenilen Türkiye’nin yüzüne açık ve yüksek sesle ‘Türkiye’nin Avrupa’da yeri yoktur’ dedi ve Avrupa’nın sınırlarının olması gerektiğine, haklı olarak inananları rahatlattı” deniliyor.
Türkiye’nin üyeliğine karşı olmadıklarını sıklıkla yineleyen bazı birlik üyesi ülkelerin önde gidenlerinin bu noktada daha dürüst olmaları gerekiyor.
Laf salataları ile günlerini geçirmemeleri ve oyalama yapmamaları ayrı bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçeklerin siyasetçilerce de bilindiğine inanmak istiyoruz.
Rumların bir süredir yapılmakta olan çözüm görüşmelerinden fazla umutlu olmadıkları biliniyor. Konuya ilişkin olarak Rum basınında ilginç yazılara rastlanmaktadır.
12 Mayıs 2009 gününde Politis gazetesinde Kiriyakos Cambazis, “Çözüm istiyor muyuz, istemiyor muyuz?” diye soruyordu.
Sürecin retçi simgelerle tüketilmekte olduğunun vurgusu yapıldıktan sonra, “Her şeyin çözüm sonrasına havale edilmesi gerekmez.
Ne yazık ki, Kıbrıs Rum toplumunun bu günkü liderliği, bir çözümü toplum tarafından kabul edilmeyecek şekilde çalışıyor.
Bu da bu günkü Hükümet grubunun dramıdır” diyordu. Olası bir referandum öncesinde Rumlar, hayır demek için hazırlanıyorlar mı ne…
Bu noktada Bay Hristofyas, Cumhurbaşkanı Talat’ın görev süresinin dolmadan adada çözüm sağlanacağını umuyor. Bay Hristofyas, “Kıbrıs’ta, Türk ve Rumlardan oluşan tek bir halk vardır ve bu iki toplum, Ada’nın egemenlik haklarına sahiptir.
Federal Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, tüm yönetim gücünün bölüşülmesi gerekiyor” dedikten sonra emlak konusu sonuçlanmadan çözümün olamayacağının altını çiziyordu. Ayakları suya eriyor mu ne…
Siyasi çözümlerin ömürlerinin oldukça kısa olduğu gerçeğine karşın Pasok milletvekili Anna Diamandopulos, Politis gazetesindeki açıklamasında Bay Hristofyas için, “yanlışların geçmişteki ihmallerin üzerinde durmaktan vazgeçmedi ve sabırla, iyi niyetle ve bunun yanında yaşamsal konularda ödün vermeyerek, karşı taraftan istediğimizin ne olduğunu anlatmaktan vazgeçmedi” vurgusunu yapıyordu.
SEVGİ ile kalınız…