Nisan ayını, Ermenilerin Türkiye karşıtı eylemlerinin doruğa tırmandığı bir ay olarak tanımlamak olasıdır.
Yıl içerisinde de boş durmadıkları ise bir başka gerçektir. Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesinde bu eylemler, Ermeni dernekleri tarafından sürdürülüyordu. Şimdilerde ise bu eylemlerin içinde bizzat işgüderliklerin olduğu biliniyor.
Amerika’daki Ermeni lobisinin ve tüm Ermeni kuruluşlarının bir tek isteği vardır.
Başkanlar, geleneksel konuşmalarında ‘soykırım’ sözcüğünü kullanmamaktadırlar. Başkanların yanında dolaşan yaban arılarının bu sözcüğü kullanmalarına izin vermediği anlaşılıyor.
Diğer yandan Türkiye’yi daha ağır sözcüklerle eleştirmelerine ses çıkarmıyorlar. Bu sözcüğü öne çıkararak danışıklı dövüş mü yapıyorlar ne…
Bu söylem karşısında lobiciler üzüntülerini dile getirirlerken bizler de mutluluktan uçuyoruz. Anadolu insanının “su uyur düşman uyumaz” söylemini unutarak iki seksen uzanmanın rahatlığı içinde gelecek yılki Nisan ayını beklemeye koyuluyoruz.
Geçtiğimiz yıl yapılan başkanlık seçimleri sırasında konu sürekli olarak gündemin üst sıralarında yer aldı. Üç buçuk Ermeni’nin oyunu alabilmek için adayların bazı sözleri verdikleri unutulmamıştır.
Amerika’daki seçim sonrasında, şimdilerde faturanın ödenmesine sıranın geldiği anlaşılıyor. Demokrat Partiden bir grup milletvekilinin 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilmesi için yoğun çabaya giriştikleri gözleniyor. Aynı partiden bir başka grup ise, bu girişime karşı tavrını ortalık yere bıraktılar.
24 Nisan gününe kadar dokuz tekmili birden oynanacak olan Ermeni oyununu izlemeye devam edeceğimiz anlaşılıyor. Her zamanki gibi bu oyunu Türkiye’nin başında Demokles’in kılıcı gibi sallandırmaya devam edecekler. Bu sallandırmanın sonrasında teslimiyet mi bekleniyor ne…
Dışarıdan yürütülen bu çabalara karşın bir grup tatlı su aydını, “özür dileme” kampanyasını bir süredir aynaya bakmadan sürdürüyorlar. Bu kampanyayı yürütenlerin özür dilemek bir yana Yüce Türk ulusuna bir değil, binlerce özür borçlarının olduğunu söylemek istiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarını kullanarak bir yerlerde köşe başı kapanların tarihteki yaşananları doğru okuyup doğru algılamaları gerekiyor.
1915 yılında gerçekleşen olayların, normal koşullarda değil, bir savaş ortamında yaşandığının unutulmaması gerektiğini vurguluyoruz.
Kıbrıs’ta yaşananların tanımına uyan olayların soykırım olduğunu, bu tatlı su aydınlarına da anımsatmak istiyoruz.
Çünkü sabahleyin evinden ayrılan bir Türk’ten bu güne değin hiçbir haber alınamamıştır.
Kaçırılan kişilerin ölüsünü veya dirisini bilen dahi yoktur.
Bu hareket soykırım değilse ne oluyor…
Kaldı ki bu hareketlerin bilinçli ve planlı yapıldığına tarih tanıklık etmektedir. Doğru değil mi tatlı su aydınları? Ermenileri bu kadar sahiplenme duygusuna kapılmış olanların akıl sağlığından kuşku duymak gerekiyor mu ne…
Amerikan başkanının Türkiye ziyareti sırasında bu konunun yanı sıra Kıbrıs konusu da ağırlıklı olarak gündeme gelecektir. Adada yürütülmekte olan görüşmelerin Toprak ve Mülkiyet konusunda tıkandığı biliniyor. AB’nin adanın tamamını kendi toprağı olarak gördüğü veya görmek istediği biliniyor.
AB’nin bu yaklaşımını Anadolu söylemi ile “dağdan gelip bağdakini kovmak” diye tanımlamak durumundayız. Gelinen bu noktada bilimsel çalışmalarla bu çarpık yaklaşımın ortadan kaldırılması gerekiyor.
Ada topraklarında yaşanan değişimlerin kanıtlanması gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Konuya ilişkin olarak Osmanlı kaynakları başta olmak üzere devlet arşivlerinde inanılmaz kayıtların olduğu biliniyor. Böylece, bir süredir İngilizlerin yürüttüğü çalışmalara, doğru yanıt da verilmiş olacaktır.
Bu çalışmaların yapılması sonrasında adadaki Türklere ait toprakların ellerinden alınacağının kuşkusunu yaşıyoruz. Tek egemenlikle tek devletin altında bu gerçek mi yatıyor mu ne…
Bir süre önce Amerikan Dışişleri bakanının ziyareti sırasında, “Kıbrıs sorununun BM’in gözetiminde, kapsamlı ve iki tarafın kabul edebileceği şekilde çözüme kavuşturulmasının güçlü bir şekilde desteklenmesini ve bu çerçevede Kıbrıs Türklerine uygulanmakta olan tecridin sona erdirilmesi” için işbirliği yapılacağı duyurulmuştu.
Buna karşın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının Amerika’ya yapacağı ziyaret, Rumların girişimi ile engellenmiştir. Aynı şekilde AB temsilcisinin adanın güneyine yapacağı ziyarete de izin verilmemiştir. Gerekçe olarak bay temsilcinin Ercan hava alanından giriş yapması gösterilmiştir.
Amerikan yönetimi Kıbrıs sorununun çözümüne gerçekten inanıyorsa, kendi marifetleri ile alınan BM kararlarının kaldırılmasına öncülük etsin yeter. Gölge etmesinler demek mi gerekiyor ne…
SEVGİ ile kalınız…
NOT: Yazımızın sonunda Kıbrıs Vakfı’nın Basın Bildirisini sunuyoruz:
KIBRIS VAKFI’NIN BASIN BİLDİRİSİ
Yıllık toplantısını yapan Kıbrıs Araştırma, Tanıtma, Dayanışma Vakfı Yönetim Kurulu, yürürlükteki garanti sisteminin tarafları olan İngiltere ve Yunanistan’ın büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği temsilcilikleri ile şu günlerde ülkemizi ziyaret edecek olan ABD Başkanı’na da duyurulmasını isteyerek, aşağıdaki hususları Türk kamuoyunun dikkatine sunmayı gerekli görmüştür:
1. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ender demokrasilerinden biri olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir bütün organlarıyla işleyen bir tüzel kişiliğe sahip oluşu göz ardı edilerek Türkiye Cumhuriyeti dışında hiçbir devlet ya da uluslararası kuruluşca tanınmamış olması, mutlaka giderilmesi gereken bir hata ve büyük bir haksızlıktır.
2. Kuzey Kıbrıs’ın Türk halkına yarım yüzyıldır uygulanan ticarî ve ekonomik ambargo ile her türlü uluslararası kültürel ve sportif etkin dışında tutulma hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir eziyet, hattâ bir toplumsal işkencedir.
3. İnsanlık açısından bu yüz kızartıcı durumun sürüp gitmesine daha fazla müsaade edilemez. Doğru olan, Kıbrıs’ın iki halkı arasında bunca denemeden sonra gerçekleşmeyeceği artık anlaşılmış bir siyasal ortaklık kurma çabası yerine, adanın iki devletini yan yana barış içinde yaşatacak bir sonucu kabul etmek ve bunun koşullarını hazırlamaktır. İki devletin karşılıklı olarak birbirinin varlığını tanımaları, aralarında bir saldırmazlık ve iyi komşuluk paktı imzalamaları ve bu düzenin yürürlükteki garanti sistemiyle güvence altına alınmasıdır. Adada sürekli barış sağlayacak tek gerçekçi çözüm budur.
Kıbrıs Araştırma, Tanıtma, ve Dayanışma Vakfı
Yönetim Kurulu