Oldukça soğuk ve sıkıntılı geçen kış aylarından sonra havalar ısındı. Bu nedenle Anadolu coğrafyasında ilkyazın güzellikleri ve coşkusu yaşanıyor. Yüce Atatürk’ün başkenti olan Ankara’da ilkyazın uzun süreli yaşanmadığı biliniyor. Ankara’da yaşamanın bedeli de bu olsa gerek.
Yazın gelişinden mi olacak, siyasetçiler de ortamın ısınmasına katkı vermeyi alışkanlık haline getirdiler. Tüm olanaklarını esirgemeden bu yolda harcıyorlar. Kaynamakta olan kazanın altına attıklarını büyük bir titizlikle içine atmıyorlar.
Onlarsız demokrasinin olamayacağına inananlardanız. Buna karşın ortamı fazladan germemelerini istiyoruz.
Benzer bir kazan, Kıbrıs’ta da kaynatılmaktadır. Bir yılı aşkın süredir yürütülmekte olan çözüme ilişkin görüşmelerde, beklentilerin de buharlaşmakta olduğu gözleniyor. Taraflar bir yandan görüşme masasına oturuyor gibi yapıyorlar, diğer yandan da Rum tarafı anlaşmış gibi masadan kalkar kalkmaz saldırıya başlıyorlar.
Karşılıklı suçlamaların yapılması sonrasında çözümün hangi dağ veya dağların arkasında olabileceği arayışına giriliyor. Tarafların gönüllerinde yatan çözümün ne olduğu artık kesinleşmiştir. Bu noktada BM’in devreye girmesini beklemekte zamanı boşa harcamanın ötesindedir.
Mendil büyüklüğündeki ülkenin başı olan Bay Dimitris Hristofyas, 31 Mayıs ve 01 Haziran 2009 günlerinde Filelefteros gazetesinde yayınlanan değerlendirmesinde, “Gözünüz arkada kalmasın, bazı suni veya suni olmayan takvimler hatırına sırf çözüm olsun diye çözümü kabul etmemiz söz konusu değildir” diyordu.
Sürekli olarak da koro halinde çözümün Ankara’da olduğunu söylemekten de geri durmuyorlar. Bir anlamda görüşme masasına zaman kazanmak için laf olsun diye mi oturuyorlar ne…
Rum kesiminde hükümet ortağı olan DİKO’nun başkanı Marios Karoyan, aynı günlü aynı gazetedeki açıklamasında ise “Cumhurbaşkanının müzakere tezini desteklememizin doğru olduğunu düşündük. Amacımız bu çabanın başarısız olması değildir. Olası bir başarısızlık, tüm Kıbrıs Helenizminin başarısızlığı anlamına gelecektir.
Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, uzun zamandır varılan tezlerde sabit kalması konusunda da desteklemeye çalışıyoruz. Bu müzakerelerin süreci konusunda iyimser değiliz. Kıbrıs Helenizminin, kırmızı çizgilerini ihlal edecek sapmalara izin vermeyeceğiz” vurgusunu yapıyordu.
Akel Genel Sekreteri Andros Kipriyanu da 01 Haziran 2009 günlü Haravgi gazetesinde yer alan açıklamasında yukarıdaki açıklamalara destek veriyordu. “Kıbrıs sorununun ilkeler zemininde çözülmesi konusunda siyasi iradeye sahip olduklarını” söylüyordu.
“Kıbrıs sorununun çözümünün aranacağı çerçeve BM’dir. Bu da politik nedenlerle çok önemlidir. Belirlenen ilkeler, BM’in ilgili kararları ve Doruk Anlaşmaları ile belirlenen ilkelerdir… AB’nin de kendi rolünü oynaması gerektiğini düşünüyoruz” diyordu.
Bay Kipriyanu, Akel’in tutumu konusunda ise, “Kıbrıs sorununa ilişkin net görüşleri olan bir parti varsa, o da Akel’dir. İşgalin ve istilanın olduğu ilk andan itibaren Akel, Kıbrıs sorunundaki çözüme ilişkin açık bir şekilde görüş belirtti. Devamında ise Akel, çözümü belirleyecek olan çerçevenin Kıbrıs Rum tarafınca biçimlenmesi için sorumluluk üstlenmiştir.
Akel’in tezleri bunca yıldır nettir. Kesinlikle hiçbir kuşkuyu kabul etmiyoruz. Kongre kararlarının hepsinde bunlar ortaya konmaktadır” vurgusunu yapıyordu.
Önümüzdeki Aralık ayında yapılacak olan AB dönem toplantılarına kadar yapacakları çalışmalara ilişkin olarak ipin ucunu vermekten de geri durmuyordu. Cumhurbaşkanları ile Dışişleri Bakanlarının başlattıkları kampanyalara destek verdiklerini söyledikten sonra, “Akel olarak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra bir dizi ziyaret yapacaklarının” altını kalın çizgilerle çiziyordu.
BM Güvenlik Konseyi’nin 161 sayılı kararı ile 04 Mart 1964’de adaya gönderilen Barış Gücünün konumu yeniden tartışma konusu olmaktadır. 1964 yılı Nisan ayında göreve başlayan bu gücün görev süreleri ilk önceleri 3’er daha sonraları ise 6’şar aylık dönemlerle uzatılıyordu.
Aradan geçen 45 yıla karşın, bu gücün görevi sürekli olarak tartışılmıştır. Bu uzun dönemde ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranabildiler. Günümüzde bu gücün görevinin değişmesi gerektiği, bu gücü gönderenlerce de sorgulanmaktadır.
Esmer tenli vatandaş, görevden ayrılırken Konseye sunduğu raporunda bu güce artık gerek kalmadığının vurgusunu yapmıştı. İki bölgeli bir yapının oluştuğunu belirtiyordu.
Raporunda ayrıca, “Uluslararası toplumun Barış Gücü aracılığı ile Kıbrıs’taki aktif katılımının devamını asla düşünmemelidir” diye yazıyordu.
Son açıklamalara bakacak olur isek bu gücün Konseye maliyetinin 50 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Bu rakamın ancak 18 milyon dolarını karşılayabilen BM, ayrıca olayın ekonomik boyutunu da sorgulamaktadır.
Rum Yönetiminin önde gidenleri, Barış Gücü’nün Kıbrıs’taki varlığı nedeniyle kendini güvende hissettiklerini her fırsatta yinelemektedirler. Buna karşın BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, son raporunda, “Gelişmelere kronolojik olarak bakıldığı zaman, uluslararası faktörün eğilimi açık bir şekilde görülmektedir. Barış Gücü bu günkü şekliyle misyonunu tamamladı. Çözüm olsun ya da olmasın, aşamalı olarak adadan ayrılma hedefiyle misyonu değişecektir” diye yazıyordu.
Rum Yönetiminin bu gücün, adada kalabilmesi için harcamalara katkı vereceğini de duyurduğunu da söylemek istiyoruz. Adı geçen bu yönetim, Türkiye’nin dönem başkanı olduğu günlerde Türkiye’ye ve BM’e rüşvet vermek mi istiyor ne…
SEVGİ ile kalınız…