Amerika’nın 1980’li yıllarda küreselleşme denen oyununu ortalık yere çıkardığı biliniyor. Bu kurallar arasında eskiden beri sürdürülen “dünyanın jandarması” olgusunu pekiştirmeyi amaçlıyordu. Ekonomik olarak Amerikan ekonomisinin etki alanına giren ülkeler veya bağlanan tüm ülkeler için her şeyin güllük gülistanlık olacağının türküleri söyleniyordu.
Allanıp pullanarak sunulan bu olgu gelişmekte olan ülkeler kadar, gelişmiş ülkelerin de ilgisini çekiyordu. Kısa sürede bu uygulama, toplumları tüketim toplumuna dönüştürüverdi. Olası sonuçların kısa sürede belli olmasına karşın yöneticiler, tepki vermemeyi yeğlediler.
Küreselleşme olgusunun duvara çarpmasının ortalık yere çıkması sonrasında ise, paraya doymak bilmeyen uluslararası tekeller seslerini yükseltmeye başladılar. Kurdukları sistemin çöküşe geçtiği noktada, “kriz var diyerek” tepinmeye başladılar. Çünkü kurulan bu sistemde insana yönelik unsurlar yoktu. Çöküşün temelinde ise bu olgunun yattığı gerçeği de görülmüştür.
Her yıl kış aylarında Davos’ta bir araya gelenler geri adım atmayı bir yana koyup “daha fazla nasıl kazanabiliriz” tartışmalarını yaptılar. Ortaya çıkan karşı unsurlarda, başka ülkelerde bir araya gelerek seslerini duyurmaya çalıştılar. Bu yıl Brezilya’da bir araya gelenlerin yayımladıkları sonuç bildirisinden bir bölümü sizlerle de paylaşmak istiyoruz.
“…Mevcut sistem sömürüye, yıkıcı rekabete, ortak çıkarlar yerine bireyci, özel çıkarların yerleştirilmesine ve bir avuç zengin insan tarafından çılgın bir şekilde servet birikiminin sürdürülmesine dayanmaktadır. Bu süreç kanlı savaşların, ırkçılığın ve inanç köktendinciliğinin ana nedenidir. Bu sistem ayrıca kadının sömürülmesini yoğunlaştırmakta ve sosyal hareketleri iğdiş etmektedir.
Bu krizi aşmak için sorunun kaynağına inmeli ve elimizden geldiğince hızlı bir şekilde var olan kapitalist sisteme radikal bir seçenek olarak dünya sisteminin kurulması için çaba harcamalıyız”…
Amerika’da başlayıp dünyayı etkisi altına alan kriz sonrasında ülkeler, önlem almayı sürdürüyorlar. Kendi ekonomilerini düzlüğe çıkarabilmek adına bu ülkelerin kendi iç kaynaklarına yönelerek çözümler ürettikleri biliniyor. Üretilen bu çözümlerle küreselleşmenin de sonunun geldiğini söylemek olasıdır. Bir anlamda devletçi modele dönülüyor mu ne…
Türkiye’de ise yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, tu kaka edilen devletçi sisteme karşın küreselleşme uygulamalarına son hızla devam ediliyor. Elde kalan bazı kuruluşlar, özelleştirme adı altında satılmak isteniyor.
Buna karşın kendi içinde ortak politikaları üretemeyen AB’nde de krize karşı dağınıklık gözleniyor. Bu ülkelerin kendi ulusal önceliklerini öne çıkardıkları gerçeğini yaşıyoruz. Bu gidişin dağılma sürecine girmiş olan Birliğin yeniden sorgulanmasını gerekli kılmaktadır.
Dağılma sürecindeki Birliğe girebilmek için uğraş veren siyasetçilerin, bakış ve yaklaşımlarını yeniden değerlendirmeye tutmalarında sayılamayacak kadar çok yarar olduğunu söylemek istiyoruz.
Amerika’daki sistem gereği başkan seçilen kişi, dilediği kişiyi düşündüğü bir göreve atamasını yaparken senatonun onayını almak durumundadır. Öncelikle atanacak olan kişinin defolu olmaması gerekiyor. Defolu olunması halinde yandı gülüm keten helva…
Geçtiğimiz Ekim ayında Ankara’ya atanan işgüderin bu sınavı başarı ile geçerek bu görevine başladığını söylemek istiyoruz. İşgüderliğe atanmadan önce, senatoda kendisine sorulan “Ermeni soykırım gerçeğini inkar ediyor musunuz” sorusuna, “Osmanlı İmparatorluğunun 1.5 milyon üzerinde toplu öldürme, etnik temizlik ve zorunlu sürgün uygulandığını inkar etmiyorum” yanıtını verdiği için başarılı sayılmıştır.
Sınavı başarmanın heyecanından olacak bay işgüder, “Türkiye’nin kendi tarihindeki karanlık dönemiyle yüzleşmesi için elinden geleni yapacağım” belirtiyordu.
Bunları niye anımsatıyoruz. 24 Nisan’a sayılı günler kala Amerika’daki Yahudi lobisi Ermeni soykırımı tasarısına ilişkin olarak bu kez mesafeli tutum izleyeceğini açıklamıştır.
Davos sonrasında yaşananlar Yahudi lobisini öne çıkarmaktadır. Bu grubun önde gidenlerinden olan Barry Jacobs, yaptığı açıklamada ülkedeki Yahudi gruplarının, Ermeni soykırımının olup olmadığını düşünmedikleri belirtiliyor.
Ama Ermeni tasarısının Kongrenin gündemine geldiğinde Yahudi toplumu bu kez tasarıya ne faal olarak karşı çıkacak ne de destekleyecek. Tamamen tarafsız kalacağını söylüyordu.
Bay Jacobs, “Son anda Kongreye müdahale olmadığı takdirde büyük çoğunlukla tasarı Kongreden geçer” diyerek görüşünü ortalık yere bırakıyordu.
Tasarı Kongreden geçerse ne mi olacak. 3 ‘T’nin uygulanması için düğmeye basılacak. “Tanıma - Tazminat - Toprak - ”
SEVGİ ile kalınız…