“Hayatta muvaffakiyetin en büyük sırrı işe başlamadan önce ulaşılacak hedefin daima uzak olduğunu takdir ederek ona göre hazırlanmaktır”.
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Yazın bunaltıcı sıcaklarının sona ermesi ile güz ayları da başlamış oldu. Ankara’nın güz aylarının tadının doyumsuz olduğunu başkentte yaşayanlar çok iyi bilmekte ve takdir etmektedirler. Kısa bir süre öncesine kadar, TBMM’nden Kızılay’a doğru inilirken Atatürk Bulvarında oturularak sohbet edilecek mekanlar vardı. Buralar bir anlamda dinlence yerleri oluyordu. Küreselleşme olgusu ile birlikte dayatılan yeni dünya düzeninde, bu gibi işlevsel mekanlar kapandı veya kapatıldı.
Bu uygulama Ankara’da oturanların da yaşam biçimi olmuş ve yaşayan bir kültüre dönüşmüştü. Siyasetin kalbinin buralarda attığını bile söylemek olasıdır. Farklı düşüncede olan kişiler, buralarda ses tonlarını yükseltmeden kavga etmeden konuşup tartışabiliyorlardı.
Şimdilerde kendiliğinden oluşmuş olan bu yaşam biçiminin yerinde esecek yelin bile kalmadığını gündelik yaşamımızda yaşıyoruz. Geçmişe takılıp kalmadan günümüzde de olmasını istediğimiz böyle güzel bir yaşam biçimini bu nedenle sizlerle de paylaşmış oluyoruz.
Geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu toplandı. Bu toplantıya katılan devlet ve hükümet başkanları, dünyaya kendi pencerelerinden bakarak mesaj verdiler. Bu mesajları ayrıca değerlendirmek olanaklıdır. Burada üzerinde durduğumuz konuşma Başbakan’ın yaptığı konuşmadır.
Başbakan’ın BM’de yaptığı konuşması, boyalı kağıt ve kutularda görmesi gereken ilgiyi görmemiştir. Dahası konuşmanın magazin boyutu öne çıkarılarak yapılan konuşma, özünden saptırıldı. Konuşma suya tirit cinsinden yayımlandı. Halbuki Başbakan’ın Kıbrıs’a ilişkin bu konuşması üzerinde durulmasını gerektiriyordu. Mangallarda kül bırakmayan siyasetçilerin bile, bülbül yemiş duta dönmüş olmaları ayrıca düşündürücüdür.
Başbakan, “BM’in devreye girmesiyle 2010 yılının başlarında yeni bir referandum yapılır ve şayet Rumlar bu referandumda da olumsuz oy kullanırlarsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası bağımsız bir devlet olarak tanınması zorunlu hale gelir” diyordu.
Bu değerlendirmeye içtenlikle katılıyoruz. Ancak bu duruşun devamlı olarak gündemde tutulması gerektiğini belirtmek durumundayız. Bununla yetinilmeyerek konu, diğer tüm uluslararası platformlara da taşınmalıdır. Benzer söylemin 24 Nisan 2004 gününde, Annan’ın belgesinin oylanması öncesinde de söylendiğini anımsatmak istiyoruz. Aradan geçen zaman diliminde bulunduğumuz nokta ortalık yerdedir. Söylemle eylem arasında okyanus mu vardır ne…
Adada çözüme ilişkin olarak yürütülmekte olan görüşmelerde ilginç bir noktaya gelinmiştir. “Türk ve Rum seçmenler, devlet başkanı ve yardımcısını belirlemek için birlikte oy kullansınlar” deniliyor. Bu yaklaşımı zehirli bir çözüm olarak gördüğümüzü altını kalın çizgilerle çizerek belirtmek istiyoruz. Bu yaklaşım aynı zamanda sakatlıklarla da doludur.
Çünkü Rumlar, kendileri gibi düşünmeyen bir Kıbrıs Türküne oy vermeyeceklerdir. Vereceklerine inananlar varsa, öncelikle tıbbın denetimine girmeleri gerekmektedir. Anne karnına yeni düşen bir cenini bile, böyle bir yaklaşıma inandırmak olanaklı değildir.
Mendil büyüklüğündeki ülkenin başı yollara düşmeden önce, Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi’nin dört gün boyunca toplantılar yaptığını da sizlerle paylaşmak istiyoruz. İzleyecekleri politikaları, adı geçen konseyde onaylandıktan sonra BM’e gidilmiştir.
Konseyin yayımladığı bildiride ise çözümün ölçütleri öne çıkarılıyordu. “Çözümün adadaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin tamamen çekilmesinin yanı sıra, Türkiye’den giden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının adayı tamamen terk etmesine bağlı olduğu” vurgulanıyordu.
Ulusal konularda bazı sıkıntıları yaşamakta olduğumuz gerçeğinin de ayrıca bilincindeyiz. Anadolu’nun sesi olan TBMM’nin, Kıbrıs davası başta olmak üzere tüm ulusal konularda ortak bir görüşü sergilemesini bekliyor ve istiyoruz. İstasyondaki trenin kalkmaya hazır beklemekte olduğunun da bilinmesi gerekiyor.
Trenin kalkması sonrasında arkasında bakmanın hiçbir kimseye yararı olmayacaktır. Hata veya nerede eksik yapıldığını bile düşünemeyecek duruma gelmeden önce gereken önlemlerin alınması ortak dileğimizdir. 2010 yılında adada olası bir BM çözümü önerisi öncesinde, hazırlıklı olmak gibi bir yükümlülüğümüzün olduğunu da anımsatıyoruz. Zaman hızla geçmektedir.
Adada yürütülmekte olan görüşmelerin son fırsat olduğunun türküsünü çığıranlar, ulusu yanlış yönlendirmektedirler. Her görüşme ve çabayı son fırsat olarak görmek ve değerlendirmek son derece yanlıştır. Eğer öyle olsa idi, üzerinde yaşamakta olduğumuz ne yurdumuz ve devletimiz olurdu. Genç kuşağı bu ve benzeri söylemlerle zehirleyerek teslimiyete razı etmek istiyorlar mı ne…
SEVGİ ile kalınız…