"Tabakhane, Yazıcı, Akpınar
Çeşme sara, çeşme pünhan
Akarsuları akar akar
Emir veren Dadaş gibi"
Selahattin Ortaç
“Nil cennete akar, Fırat cennetten çıkar" derlerdi eskilerimiz.
"Müslümanlar Fırat suyuna bir çeşit muhteremlik verdikleri için Erzurum'a sahip ve hakim olan müslümanlar, Erzurum sahrasından akan ve Fıratı teşkil eden ayaklarından birisi olan Karasu'dan da vasıtalarla şehire kadar su getirir içirelerdi.
Dumlu Baba ziyaretgahından çıkıp batıya akan ve Erzurum sahrasından geçen ve dörtyüzden fazla şehir ve kasabaya uğradıktan sonra Şatt—ül Arab'a karışan Fırat Nehri'ni bazıları Kuran—ı Kerim'in Mürselat suresi'ndeki "..VE ESKAYNAKÜM MA EN FÜRATA" size tatlı sular içirmedik mi, ayetindeki fırat olarak kabul etmişlerdir.
Hazreti Ali (R.A) "Ey Kufeliler ırmağınız olan Fırat'a cennetten iki oluk dökülür" demiştir.İmam—ı Cafer—i Sadık Hz. de "Fırattan bir kerre içen 3 veya 7 kerre içmek ister, bu bereketli bir büyük nehirdir" sözleriyle Fırat'tan bahseder.Kitabeleri ve anıtlarıyla Erzurum Tarihi isimli eserin müellifi Prof. Dr. ibrahim Hakkı Konyalı, Karasu'yu anlatırken, bu suyun kaynaklığını yaptığı Fırat'ı ve onun hakkındaki malumatları özetle böyle ifade ediyor.
KARASU BESLER FIRAT'I
Diğer bir tarihçi olan Abdurrahman Şerif Beygu merhum da bu konuda şunları aktarmaktadır
"Erzurum Ova'sından Fırat ırmağının kökü olan Karasu akar.
Bu suyun kaynağı şehrin altı saat kuzeyinde ve 3 bin metre yüksekliğinde Dumlu dağından çıkar. Halk arasında kutsi bir anane halinde yaşayan sözlere bakılırsa miladın 9. asrında Maveraünnehir'den gelen Dumlu adındaki bir Türk evliyası bu kaynağın yanında yerleşmiş, adını da bu dağa vermiştir. Rivayetlere göre Dumlu Sultan bu kaynağın yanına geldiği vakit, suyun yerden çıkmadığını görerek elindeki tası göğe kaldırmış ve su ile dolduğunu görmüştür. Su kumlar arasından o kadar durgun surette sızar ki, görünüşte belli olmaz.O kadar soğuktur ki, bir insan içinden bir avuç kum çıkarıncaya kadar eli kesilir gibi olur. Bu yüzden bu kaynakta hiçbir balık yaşamaz"
Bunlar Abdurrahman Şerif Beygu'nun, 1930 ve 36 yılları arasındaki müşahadeleridir.Ondan çok geriye 17. yüzyıla dönüldüğünde Seyyah Evliya Çelebi ise Dumlu Baba'yı ve Fırat'ı besleyen Karasu'yu şöylece hikaye etmektedir:Dokuz saatte Dumlu sultan mevkiine vardık. Ashab—ı güzin'den bir ulu sultan olup, burada medfundur. Asitanesi azim ziyaretgahdır. Yalçın bir gûhû bülen—i vardır.
Fırat Nehri'nin menba—ı olan ğadir—i azim bu dağdadır.Bu Erzurum Eyaleti'nde Kığı Sancağı dağlarında demir madeni olduğundan, anlardan top güllesi dökerler.
O gûhû bâlâdan yüzlerce ûyun—i cariye demir madenlerine uğrayarak Fırat'a mülaki olurlar. Onun için ondan ileri Fırat suyunun tamamına halel gelir.
Bu Dumlu sultan kaynağından çıkan baş menba ab—ı hayattan nişan verir, bir kevser—i cennettir.
Dumlu Sultan Hazreti risaletten sonra bu nehre Cenab—ı izzetin nazarı taalluk etmiştir, diyerek burada kayserden aldığı bir yerde ikamet eylemiştir. Nice müddet bu ab—ı zülalden cam—ı safa nuş etmişse de nihayet destine cam—ı zehr—i ab—ı ecel sunulmuştur."
KARASU'NUN MANEVİ KIYMETİ
1930'lu yıllarda, Erzurum halkı ve ova köylülerinin Fırat'ın kaynağı olan Karasu'ya, eski Türklerin verdiği manevi kıymeti muhafaza ettiklerini, köylülerin hastalığa yakalanan sığır ve koyunlarını kaynağın etrafında dolaştırıp, suyundan serptiklerini; kaynağın iki değirmenden çok olan ayağında kurban kestiklerini anlatan Beygu; "Bu suya her sene temmuz ve ağustos aylarında gelen yüzlerce ziyaretçi halk, eski bir adeti ihya ederler. Bu ise kurdukları bir dileğin kabul olup olmadığını, suya attıkları bir küçük çakıl taşı ile anlamaya çalışırlar, eğer taş kaynağın taşına yapışırsa dilek kabul olunmuştur." ifadeleriyle eski Erzurum geleneklerinden birisine de değinmektedir.
EFSANEVİ SAZLIK!
Çocukluğumdan bu yana, büyüklerin Erzurum Ovası'nda yer alan büyük sazlıklardan söz ettiğini ve burada çeşitli kuşların ve hayvanların yaşadığını dinlerim. Dedelerim, Babam, Annem, dayılarım sürekli sazlığı ve güzelliklerini anlatıp dururlar.Küçük derelerin ve Karasu'dan taşan suların ovanın belli bir kısmını doldurduğunu anlatan büyüklerimiz, sazlıkta çeşitli cinste kamışların yetiştiğini, halkın bunları toplayarak sepet ördüğünü naklederlerdi.Beygu da, "Mart ve nisan aylarında dağların karının eriyerek sel gibi Fırat'ın ayağına karıştığını, bu suyun Erzurum Ova'sında, ilkbahar aylarında bir saatten fazla genişlikte kurşun renkli uzun bir göl halini aldığını" aktarmaktadır eserinde. Mayıs ayının sonlarına doğru su yavaş yavaş yatağına doğru çekilir ve sudan kurtulan arazi kamışlık ve bataklık halini alırmış.
Abdurrahim Şerif Beygu, bu bataklıkta iki yüzü aşkın kuşun su kenarındaki geniş sazlıklara hücum ettiklerini söylemektedir.
1843 yılında Erzurum'a gelen İngiliz Seyyah Creazm, bu gölün kenarına çadır kurarak uzun müddet konaklamış, gölü ve burada yaşayan kuşları izlemiş.
Seyyah hatıratında yüz yetmiş kadar kuş cinsini tesbit ettiğini belirterek şöyle anlatmış sazlığı; "Erzurum Ova'sında kuşların cinsi itibarıyla çokluğunu gözleriyle görmeyenler inanamaz. Ben de bu kadar çok çeşitli kuşları gördüğümde hayret ettim. Suyun civarı rengarenk kuşlarla doludur. onlardan toprağın rengi görünmez, belli olmaz. Sazlıklarda kuş yumurtalarını toplayarak satan köylüler için kazanç kapısı vardır."
Erzurum'u ziyaret eden bir diğer seyyah olan Amasyalı İstrabun, "Erzurum soğuk ve sıcak madeni suları ve çok sayıda şifalı bitkileriyle ikibin seneden beri maruftur. iklimi acayiptir. Bazen İtalya ve İspanya gibi mülayim olur, bazen de tahammül edilemeyecek kadar soğuktur. "Kim ki soğuk yer ister Erzurum'a; orada da göremezse Sivas'a gitsin." demekte ve Erzurum Ovası'nın güzelliklerini aktarmaktadır bizlere.O dönemlerde avcılık da pek muteber bir iş imiş. Babamdan dinledim; Askeri helikopterlerle avlanmaya gelen komutanlar varmış o zamanlar; bir keresinde farkına varmadan alçalma işini abartan bir helikopter sazlığa batmış da cıvar köylerden yardım için koşup gidenlerce kurtarılmış kazazedeler.
Yine avlanma uğraşıyla ilgili annemden dinlediğim bir anekdotta şöyle; Tivnikli Hacı Faruk Bey'in kardeşi sazlıkta turna avlarmış.
Günün neredeyse tamamını avlanmaya ayıran bu zat, günün birinde bir turna yavrusu vurmuş. Bunun üzerine başının üstünde beliren bir başka turna, gagasıyla sürekli başına vura vura hastanelik etmiş. Az bir zaman sonra da vefat etmiş.
SAZLIKTAN NEŞET EDEN KUŞBAZLIK
Ovadaki sazlık dönemini görenlerle konuşanların anlattıklarına göre, haziran ve temmuz aylarında Erzurum Ovasının görünüşü çok güzel olur; bu mevsimlik gölün suyuna yakın köylüler, sabahleyin kuş seslerini, ötüşlerini dinleyerek tarlalarına giderlermiş.
Ova köylülerinin kuşlara karşı sevgi ve heveslerinin çokluğunu ve bazı kuşları ahırlarda sakladıklarını anlatanlar, bugün Kuşbazlık dediğimiz, takla atan, paçalı güvercinleri besemek mesleğin de buradan kaynaklandığını ileri sürmektedirler.Kuşbazlık bugün de devam etmektedir. Eskiden şahin, atmaca gibi yırtıcı kuşların av için beslenmesinden doğan ve adını da buradan alan kuşbazlık; şimdilerde Erzurum'da güvercin besleme alışkanlığının adıdır.Çocukluğumdan hatırlıyorum, Kumludere'de onlarca evde kuşbazlar tarafından yetiştirilen gök kanatlı, paçalı cinsi güvercinler, Deli Ömer Tarlası'nda pazar günleri biraraya gelen kuş severlerin gözleri önünde uçurulur, havada daha fazla kalan ve daha çok sayıda takla atan güvercinin sahibi, kuşuyla yarıştırılan diğer kuşu alırdı.Hafta sonlarında bugünkü bit pazarında geniş bir güvercin pazarı kurulur, kuşlar ve yumurtaları yüksek fiyatlarla alıcı bulurdu.Ama her nedense kuşbazlara halk iyi gözle bakmaz, evde güvercin beslemenin yokluğu ve fakirliği çağırdığını söyler, çocukların bunlardan uzak durmalarını salık verirlerdi.Kuşbazlıkla ilgili Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Yaşar Sütbeyaz Hoca'nın da ilginç tesbitleri var. Sıvırcık Mahallesinde doğup büyüyen Sütbeyaz, o yıllarda kuş beslemenin şehrin tabii bir kültürü olduğunu söyler, kuşbaz "Bılibıli"nin bunların en meşhurlarından olduğunu anlatır.
AH! SAZLIĞI KURUTANLAR..
Erzurum'un ziraatla beslenen ekonomisini yıllarca ayakta tutan 825 kilometrekare büyüklüğündeki Erzurum Ovası'nda meydana gelen bataklık, o vakitler yaz aylarında sıtma hastalığının da yaygınlaşmasına yol açmış.
Hata öyle vakitler olmuş ki, hastaneler sıtmalı hastaların çokluğu yüzünden izdihama uğramış. Kinin'e verilen paralar, halkın en büyük gideri olmuş.
Ovadaki bataklığı tabii, bir koruma altına almayı, o günlerin imkanıyla başaramayan yöneticiler kurutulmasına karar vermişler. 1936 ve 1940 yılları arasında Erzurum valisi olan ve sonradan İstanbul Belediye Başkanlığı görevinde de bulunan Haşim İşcan, bataklıkla mücadele için bir proje çalışması başlatmış.Daha sonraki valiler Ethem Aykut, Asım Türeli, Nihat Pepeyi zamanlarında proje tamamlanmış; Vali Nihat Şenman projeyi uygulamaya sokmuş.
Vali Niyazi Akı, Vali Nurettin Aynuksa ve ihtilal dönemi valisi Kamuran Cuhruk dönemlerinde proje hayata geçirilerek, bataklık tamamen kurutulmuş.
Sıtma yok olmuş olmasına da, yüzlerce çeşit kuş da terk etmiş ovayı.
Sazlığın hatırası anlatılmış yıllar yılı.
Ora kamışıyla örülen hasırlar, seleler, sepetler hatıra diye saklanır olmuş.
OVA ESKİSİ KADAR BEREKETLİ Mİ?
Bazıları, "işte o gün bugündür, ova eskisi kadar bereketli, eskisi kadar cazip ve eskisi kadar güzel değil" diyorlar.
Geriye leylekler kalmış, kalakala. Dumlu başta olmak üzere ova köylerindeki evlerin bacalarını hane eylemişler. Leylek, leylek havada, diye oyun tekerlemesi söyleyen çocuklar, onların yumurtalarını tavaya taşıyınca, onlar da uzaklaşmışlar ovadan.Bir zamanlar leylekler uçardı ovanın üzerinden, diye başlayan hatıraları dinlemek kalmış bize de. Biraz da mayalarla sazlanmak...Vur dediysek, öldür demedik ya, hakikatince, ovadaki sazlıkla mücadele edenler öldürmüşler burayı, cırımını çıkartmışlar eski tabirle.Anlayacağınız "el yığılmış keran gırılmış".Ovanın güzelliği elden gidince "Altunum tuş, emeğim pûş oldi" diye dövünmüş Ovalılar.
NÜSÜBET BASMIŞ OVAYI
Oyun, tayın tanıyanlar itiraz edince, parpılanmış, yetkililerce. Ve bir hazin nüsübet basmış ovayı.O günden sonra pağaçlar eskisi kadar tatlı gelmemiş yiyenlere, pehleleşme başlamış hane hane.Ovada payhıran atlar, arabacı beygirlerlerine dönmüş. Su yolları ustalığı yapan miravlar şehir içine göçmüşler usuldan.Ova evlerinin ceferliklerindeki gümüş renkli sahanlar kararmış, geysefeler ekşimiş, hetircehler tandır ağızlarında durmamış eskisi gibi.Sazlık etrafındaki högbellerde bostan bekleyenler, giden kuşlar ardından yanık türküler söylemiş.Mahramalarında kuş yumurtası taşıyanlar, üzüntüyle terleyen alınlarını silmişler artık.Sazlık gitmiş, kaskavar düşmüş ovaya sanki.
Barhanasını yükleyen, döşüren şehire köşmüş evetiynen...
Sanki onu kurutmakla çırtma takmış ovaya birileri, o önce dıngıldamış, sonra dindonlaşmış ve nihayetinde çerpeşikleşmiş.
OVANIN BEREKETİ ŞİİRLERE YANSIMIŞ
Erzurum Ovası yalnız zirai ürünleriyle değil, ananeleri, gelenekleri ve töreleriyle de beslemiş şehir kültürünü.Ayağı pantifli ihtiyarlar, gutni(ipek) yelekli yiğitlere yol göstermişler. Maniler ne güzel anlatır ya:
"Atın üstünde eğer/ Bilmem ağam ne geyer?/ Altına meles (ipek) göynek,/ Üstüne gutni yelek."
Erbabiler, Şehvariler, Osman Kemaliler çıkmış Ovanın kültür hamurundan.
Erbabi namıyla bilinen Karaz asıllı Hüseyin Faruki, Sultan Abdulmecid Han'ın huzuruna kabul ettiği büyük söz ustalarından.
"Hasretinden hastayım teşne—i zebanım bir su ver,/ Hürmet eyle gel bana ey mihribanım bir su ver" gazeli çok meşhur olan Erbabi, birgün bir mecliste saz çalınırken Solakzade'nin meclisi terk etmesine çok içerler. Ovanın insan tabiatına kattığı mertlikle, serzenişte bulunur Müftü Solakzadeye, şöylelikle:"Ehl—i aşık eyler niyazı, yâre nâzı dinlemez,/ Nice yâr olurki nâz eylar niyâzı dinlemez./ Bellidir efali erbab—ı riya meşreblinin/ Kizbi söyler, gıybeti dinler de sazı dinlemez"
Ömrünün son kısmını Caferiye Mahallesi'nde geçiren ve öldükten sonra bugün yok edilmiş olan Üç Kümbetler Mezarlığına defnedilen Erbabî'nin mürettep divanında yer alan şu gazeli oldukça meşhurdur:
"Ey gönül izzetle koş devranın olsun Erzurum / Var yürü şimdengerü mihmanın olsun Erzurum / Zevk ü şevke nail ol günden güne ey can—ı dil/ Azm—ü rahın aşk ile seyranın olsun Erzurum / Ber murad ol git vatan—ı aslına Erbâbî er, / Rütbe—i vâlâda nâm ü şanın olsun Erzurum."
Sessizce dârı bekaya göçen Erbâbî, kendi gibi kuvvetli ve sanatkar söyleyişleri olan, bir söz ustasını bırakmış ardında. O'nun asıl adı Ahmet Şakir olan ve babasının kendisine taktığı Şehvari mahlasıyla şiirler yazan oğlu, aratmamış Erbâbî'yi.
"Söylenir dillerde hoş bû havası Erzurum,/Gün be gün artsun güzel zevk ü sefası Erzurum./Hakk bilür yahû vatanımdır deyü methetmedim/ Sen de gör bak cân yakar yâr havası Erzurum"
Ovanın bir diğer güzel gönüllü söz ustası da Güllü'lü Osman Kemalîdir.
"Ah eyle gönül âh ki hûbân ele girmez/ Feryâd ki feryâd ile cânân ele girmez" berceste beytiyle meşhur bu hafız şair de söyleyişleriyle yıllar boyu yansıtmış cihana Erzurum'un güzelliklerini.
GAZEL VADİSİNDE BİR DEHA: KETENCİZADE
"Ketencizade, Erzurum'un Edebiyat Tarihi'nde, sosyal ve toplumsal hayatın analizi ve araştırılmasında bilhassa yerli folklor araştırmalarında ve geçmiş olaylara vesika bulmak işlerinde kendisinin bir kaynak kıymeti taşıyan orjinal eserleri üzerinde önemle durmamız lazım gelen, cidden çok değerli bir Erzurum evladıdır... O'nun bir tükenmez milli ilhamı, cidden çok velud olan kabiliyeti, müstesna irfanı ve hakikaten çok hudutsuz olan aşkı ve bilhassa yanıp kavrulduğu yurt sevgisi, bunlara ilaveten şahsiyetinin ayrı bir özelliği olan tasavvufi çehresi ve bu vadide verdiği ayrı ayrı veriler türlü yönden incelenecek değerdedir."
Bizim daha çok ;"Mevsimi geldi efendi, git pelit al, dal da al/ Çam, kavak, sorhun, tezek, saçma dahi herhalde al" diye başlayıp, "Lütfuna mazhar buyur ya Rab Ketencizade'yi/ Cürmünü meccanen afv et koyma bu işgalde al" beyitleriyle biten, ev hanımının kocasından istediği güzlük ihtiyaçları içeren Güz Destanı'yla tanıdığımız Ketencizade Mehmet Rüştü Efendi'yi böyle takdim ediyor Revnakoğlu.
Hüseyin Köycü'nün:"Paramız az, fayda yok, sarraftan, kuyumcudan/ Lakin tatmak isterim narinci, turuncudanNazire olmak için Ketenci'ye, Köycü'den/ Bir Manzumu islah et, o ayar büyüt getir." ifadeleriyle nazire yazdığı Güz Destanı, Ketencizade'nin halkın nabzını nasıl tuttuğuna işaret eder."İbadettir rızaullah içün mahlukuna hizmet/ Velakin etdiğin eylikde etme kimseye minnet" diyen Ketencizade, şiirlerinde insanın eşref—i mahlukat olduğuna dikkat çeker hep."Hulk—ı huyı olanlar alemi ziba görür/ Aşk ile Mecnun olanlar halkı hep Leyla görür" berceste beyitiyle, insanların zikirleri neyse fikirlerinin de o olacağına işaret eden Ketencizade, bir başka gazelinde aynı tesbite farklı bir yaklaşım göstermektedir:'Hoş nazar kıl halka ey dil ki günahı gizlidir/ Herkesin gönlünde çün ağ—u siyahı gizlidir"
Hazık Efendi gibi o da Nedim'in: "Haddeden geçmiş nezaket"le başlayan gazelini mizah çizgisinde nazire yazarak, gazel vadisinde ne kadar kuvvetli söyleyiş sahibi olduğunu göstermiştir:
"Gel hele mirata bak aksin misal olmuş sana/ Vechin üzre her çiban bir dürlü hal olmuş sana."
O'nun torunu ve bizimdostumuz olan Naci Elmalı, dedesinin mürettep divanını da içeren bir tanıtım eseri yazarak, Erzurumlulara mühim bir kaynak eser sunmuş.
Ketencizade'nin irfanı O'na da aksetmiş belli.
Ketencizade'yi bize unuturmayanlara, Naci bey'e gönlümüzü sunuyoruz.
TİVNİKLİ KAMİ EFENDİ
"Yandı canım tende ey ruh—i revanım bir su ver
Kurudu saki hararetten dehanım bir su ver
Teşne—i ol la'l—i lebin ruhlarından isterim
Yandı dil, pişti bu ciğer nev civanım bir su ver
Sıva beyaz kolların Altınbulak'tan Kami'ye
Ey dudağı havzı kevser'den nişanım bir su ver"gazeliyle tanınan Tivnikli Kâmi Benim büyük dedelerimdendir. Merhum Kasır, "Erzurum şairleri" kitabında "O'nun 1843 yılında Erzurum'un Altınbulak(Tivnik) köyünde doğduğunu, Tivnikli Kami diye şöhret bulduğunu bildirir. Büyük dedem Kami Efendinin hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Annem ve Tivnik'te hayatta kalan büyüklerden edindiğim bilgiye göre, Kami Efendi, islami eğitim ve terbiyeyi Erzurum'da devrin ulemasından almış, Ketencizade Mehmet Rüştü ve Keşfi gibi devrin meşhur üdebasıyla zaman zaman beraber olmuştur. Mürettep bir divanı bulunan Kami Efendi'nin bu eseri günümüze tam halde ulaşmamıştır maalesef. Büyükdedem Kami Efendi de diğer eski Erzurum üdebası gibi yeterince aktarılamamıştır yeni nesle. Şehir tarihinin hafızasında silinmez yer etmesine mukabil, bugünkülerin dimağında yer almamıştır maalesef. Hepsi birbiinden değerli olan ecdadımızı hatırlatmak bizlerin vazifesi olmalı.
Yoksa bunun hesabını ne onlara ne de tarihe karşı verebileceğimiz kanaatinde değilim.
ERZURUM'DA ON SAHABİ
Cumhuriyet döneminin en meşhur ve ilminde en kudretli ilahiyatçılarından, Diyanet İşleri eski Başkanı Salasorlu Ömer Nasuhi Bilmen merhum'un aktardığına göre Hz. ömer zamanında Erzurum'u hakimiyeti altında bulunduran Direfşil isimli Rum beyi'ni İslam dinine davet ve tedip için 11 sahabe gelir Erzurum'a.
Feth—ül Büldan ve Vakidi Tezkiresinde de doğruladığı üzere, İyaz ibn—i Ganem—il Eşari başkanlığındaki ashab heyetinde: Havaha ibn—i Abdullah, Selamet ibn—i Adiyy, Merkal ibn—i Eku, İbni Hüveyl, Cerir ibn—i Said, Abdullah ibn—i Sadre, Sehl ibn—i Saad, Musab ibn—i Sabit, Hazim ibn—i Muammer ve Ebu Numeyr ibn—i Beşşar (R.A) yer almaktadır.
ABDURRAHMAN GAZİ KİMDİR?
Bilmen hoca, İyaz ibn—i Ganem—il Eşari 'nin Hz Ebubekir(RA) yahut Cenab—ı Rabii'nin oğlu olduğu hakkında rivayetler bulunduğunu ifade eder.İyaz ibn—i Ganem—il Eşari, Direfşil'e islamı anlatır, o da imana gelerek, müslüman olur. İyaz ibn—i Ganem—il Eşari daha sonra rahatsızlanır, vefat eder. Sonra da bugün Türbe dediğimiz yere defnedilir.
İyaz ibn—i Ganem—il Eşari , halkın Abdurrahman Gazi dediği zattır.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde, bu sahabinin yanıbaşında Hindi Baba (Hintli Baba) namında bir büyük velinin de medfun olduğunu bildirmektedir.Sonradan yapılan araştırmalar, bu Hindî babanın bugünkü Habib Baba Türbesinde Habib Baba'yla birlikte medfun bulunan Uşşaki Şeyhi Timurtaş Baba olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Yıllardır, Abdurrahman Gazi'nin sahabe olup olmadığı tartışılır. Bu tartışmalara yön verenler de maalesef Erzurumlu olmayan araştırmacılardır.azısının hemşehricilik taassubu maalesef ilmi gerçekleri alt üst ettirmiş, kimisi de Erzurum'un bir sahabi türbesine sahip olmasını kıskanmış yahut çok görmüştür.
İbrahim Hakkı Konyalı da, Abdurrahman Şerif Beygu da, bunların tesiriyle Abdurrahman Gazinin sahabiden olmadığını ileri sürmüşlerdir.
Erzurum üzerine eser neşreden bir kısım hemşehrimizde esef vericidir ki, başka hiçbir kaynağa bakmadan, araştırmadan, Beygu ve Konyalı'nın yazdıklarını halka aktarmışlar, bunların düşüncelerine de tavzih getiren olmamıştır.
İLMİ OBJEKTİVİTE Mİ, HASETLİK Mİ?
Hatta bu iki araştırmacı iddialarında bazen o kadar ifrata varmışlardır ki; onlara göre Ebu İshak Kazurunî, Ahi Baba, Emir Şeyh türbelerinde medfun olanlar, ismi geçen şahıslar değildirler.
Onlar nedense, Yunus Emre, Nasreddin Hoca gibi bütün vatan sathında sahiplenilen müstesna şahsiyetlere, bugün medfun bulundukları şehirleri layık görmüşlerdir de, Erzurum'a gelince ilmi objektiflik illetine tutulmuşlardır.
Eserlerinde, Erzurumlu araştırmacıları tahfif eden ifadeler kullanmışlardır. Özellikle Konyalı merhum bu konuda çok ileri giderek, Tarihçeyi Nusret'in sahibi Nusret Hoca'yı, araştırmacı Murat Uraz'ı yer yer yanlış tesbitlerde bulundukları iddiasıyla, onların çalışmalarını haksız bir biçimde tekzib edici ifadelere yer vermiştir.
Elbette ki bu iki araştırmacının sahalarına vukufiyetleri noktasında hakklarını teslimden gayri elimizden birşey gelmez, bizim serzenişimiz, onların Erzurum'a bir Erzurumlu gibi bakmayışlarınadır.
Bu noktada, Erzurum'un yaşayan "bilen"lerinden Mithat Turgutcan Beyi dinlemeyi özellikle salık veririm. İ.Hakkı Konyalı'ya Erzurum tarihi üzerine bir çalışma vazifesini veren heyet içerisinde yeralan Turgutcan, Konyalı'nın çalışması üzerine fevkalede mühim tesbitler yapmaktadır.—Yeri gelmişken Mithatcan'ı da aktaralım isterseniz.Turgutcan lafzı geçtiğinde, Başkan'ın yüksek insani hasletlerinden olsa gerek, babacan çağrışımı yapmıştır bende.Turgutcan, şehrin sosyal, kültürel, siyasal ve aklınıza gelebilecek her alanda son yüzyılının yaşayan hafızasıdır. Erzurum Tarihini Araşatırma Derneğinin de kurucuları arasında yeralmış, birçoklarının yanına dahi yaklaşamadığı devlet adamlarıyla senli benli bir samamiyet ihdas etmiş, ikbal ve idbar dönemlerinde insanların haleti ruhiyelerini temaşa etmiş bir isim.Erzurum'a çokça hizmet etmişlerin başında gelir Mithat Amca.Uzun yıllar sürdürdüğü Kızılay Başkanlığı, O'nunla ayrıcalıklı bir kurum haline getirmiştir Kızılay'ı.
Erzurumlu Şehit Aileleri Derneği Mütevelli Heyetinde birlekte çalıştığımız Başkan, kelimenin tam anlamıyla bir Erzurum Beyefendisidir.
Yine konumuza dönelim isterseniz.
İlahiyat sahasında hakiki bir otorite olan Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, kuvvetli delillerle Abdurrahman Gazi'nin İyaz ibn—i Ganem—il Eşari olduğunu, yani ashabdan biri bulunduğunu doğrulamaktadır.
Yine Tarihçe—i Nusret müellifi Nusret Efendi merhum'da aynı kanaattedir. Nitekim Bu tarihçi araştırmacılardan yıllar önce yaşayan Evliya Çelebi de, Katip Çelebi de, Abdurrahman Gazi'nin sahabi olduğunu teyid etmektedirler. Cihannüma ve Keşf—üz—zünun'da da aynı tesbitler yer almaktadır.
Abdurrahman Gazi'nin sahabeden olduğunun bir diğer önemli delili ve senedi de İbrahim Hakkı Hazretlerinin, oğlu Mehmed Şakir Efendi ve torunu Yusuf Efendilerin bu türbede yıllarca türbedarlık yapması ve Abdurrahman Gazi'nin maneviyatında nefislerini terbiye etmeleridir.
İLMİ MÜKAŞEFE İLE TESBİT
İbrahim Hakkı Hazretleri ilmi mükaşefe dediğimiz bir hal ve üslup içinde, türbede medfun bulunan zatın Abdurrahman Gazi Hazretleri olduğunu doğrulamazsa, niçin yıllarca türbedarlık yapmıştır?
İstanbul'da Akşemseddin hocanın yine ilmi mükaşefe ile Hz. Eyyup—el Ensari'nin kabrini bulmasını kabul edenlerin, bunu delil saymaması ne ile izah edilebilinir ki?İbrahim Hakkı Hazretleri yalnız Abdurrahman Gazi'nin türbesini değil, aynı zamanda Dutçu'da medfun bulunan Yunus Emre ve Tapduk Emre kabirlerini de ilmi mükaşefe ile tesbit etmiş, buralarda da uzun müddet türbedarlık yapmıştır.
O'nun Erzurum'da bulduğu bu ikinci hazinede ne yazık ki ihmal edilmiş, Yunus Emre başka illere özellikle de Ahmet Kabaklı, Kadri Timurtaş hocaların marifetleriyle kaptırılmış; hiçbir Erzurumlu "gerçek Yunus Erzurum'un bağrında medfundur" diyerek itiraz da etmemiştir.
YUSUF ZİYA PAŞA VE KÖŞK BAHÇESİ
Abdurrahman Gazi Türbesi 1794 ve 1805 yılları arasında Erzurum valiliği yapan ve daha sonra Sadrazam olan Yusuf Ziya Paşa tarafından bugünkü görünüşüne kavuşturulmuş; halen türbenin girişinde bulunan kitabede o yıllarda yazılmıştır.
Kızı Ayşe Hanım'ı İstanbul'dan Erzurum'a getirten Yusuf Ziya Paşa, onun müptela olduğu verem hastalığını Erzurum'un havası ve suyuyla tedavi ettirmiş; şehire şükran ifadesi olarak da kızı adına eskiden Nüzhet—ül Hadra denilen bugünkü Köşk bahçesini yaptırmış ve Abdurrahman Gazi Hazretlerinin türbesini de ihya ettirmiştir.
Yeri gelmişken kitabeyle ilgili bir anıyı da nakledelim.Abdurrahman Gazi türbesinin yanında bulunan camide nedense Diyanet işlerinin değil de Belediye'nin tayin ettiği imamlar görev yapıyordu geçmişte.
Üniversite yıllarımda türbeyi ziyaret etmiş, türbe kapısı önünde kitabeye bakarken, o yıllarda görev yapan belediye imamı arkamda bitiverdi. Kılık kıyafetimden yabancı olduğum zannına kapılmış olacak ki, korkunç bir süratle kitabeyi okumaya başladı.
Söylediklerinden birşey anlamadım. Ne okuduğunu sordum, kitabeyi okuyorum, dedi şişinerek. Peki manası nedir, dediğimde ise, önce etrafına bakındı, sonra da kırmızı bir suratla, "ben oraya kadar ezber ettim efendi" dedi, manasını da siz çözün.
KİTABE VAR DA..
Bilmiyorum, şimdi var mı; ama o yıllarda kitabenin bugünkü türkçeyle ifade edildiği bir levhayı hep aradı, durdu gözüm.
Kitabenin metnini muhtelif eserlerde buldum. En sahih olanına göre kitabede, burayı yeniden yaptıran Vali Yusuf Ziya Paşa'nın kızı marifetiyle buraya el attığı ve burayı ihya ettirdiği belirtilerek, türbenin bulunduğu mekanın manevi ve maddi iklimi övülüyor.Orjinali ise şöyle:
"Tealallah ne ziba tarh bulmuş cây—i dil—keştir/ Cemal—i cümleye âyine vâr—i hüsn—ü ân her câMücessem nurdan tasvirdir ya beyt—i ma'murun/ Ya mirat—i zeminde aks—i gülzarr—i cinân âsâCenab—ı Hazret—i Yusuf Ziya Paşa—yi rezm ayin/ Ki Vali—yi Erzurum hem maâdin—i kân—i kerem hakkaHalilesi cenab—ı Ayişe hanım ki tevfikle/ Bu cây—i dil—keşi imar idüb ber tarh—i nev—peydâİdüp mimar—ı akl—i hidmet—i tamirine memur/ Güzel üslub—i mergub üzre bünyâd eyledi hakkaCenab—ı çar—i yâr—i güzinin aşkına Salim/ İki beyitte cevherdâr ki dört tarih didi hâlâHavası ruh fezâ resmi ki gâm fersâ suyu zemzem/ Acayip dil—güşâ cennet şerefi tarhıyla'dır cânâYeni i'mal edildi kabr—i Gazi Abdurrahman kim,/ Hitam buldu ki pek güzel ne rânâ tarihçe—i Ruh efzâ.""Erzurum kilid—i mülk—i islam'ın" diyen Efe hazretlerinin işaret ettiği noktada, bu mübarek beldenin kapısını açan Abdurrahman Gazi Hazretlerini sonradan yüzlerce büyük veli ve ilim adamı izlemiş.
Halkı irşad, Erzurum'u da manevi açıdan ihya etmişler.
Ne var ki, çoğusunun adından başka eseri kalmamış geride. Yol çalışmaları, imar düzenlemeleri adına, kabirleri haki yeksan olmuş.
Çoğusunun türbe taşları Rus işgali sırasında çalınarak Moskova ve Erivan'a götürülmüş. Bazılarının ki de özellikle Nalbantoğlu ve Şerifsoy dönemlerinde kaldırım taşı yapılmak üzere kırılmış, dökülmüş.
Belki bu belediye başkanlarının haberi olmamış, lakin onlar da Erzurum'un tarihi ve kültürel dokusunun birer anıtı halindeki bu mezar taşlarının yok edilişinin sebebini sormamışlar.
Bugünkü Tosya mahallesinin bulunduğu alan, Gavurboğan gibi mezar alanlarının şehirleşme adına yok edilişleri karşısında itiraz eden olmamış, olmuşsa da sesini kimseye duyuramamış.
Rahmetli Müze Müdürü Tahsin Aşıroğlu'nun eski mezar alanlarının sökülüşü karşısındaki itirazlarını aktarır büyüklerimiz. O sadece çağrı yapmış, ne var ki sesi cevap getirmemiş.
İKİ MEZARLIĞA SIĞDIRILAN GEÇMİŞ..
Tarihi üç bin seneye dayanan bu şehirin geçmişini yalnız asri ve yeni mezarlıkda toplamak yahut orada var saymak mümkün mü?
İpek yolunun geçtiği şehirde tamı tamamına 12 mezarlık varmış bir vakitler.
Sığırcık (Gümüşgöz) Mezarlığı; Kars Kapı Mezarlığı(bugün SSK Lojmanlarının da içinde bulunduğu alan); Maksut Efendi Mezarlığı; Üç kümbetler Mezarlığı; Mahallebaşındaki Tepe Mezarlığı; Yukarı Gavurboğan ve Yukarı Hasani Basri Mezarlığı; Mahmut Paşa Mezarlığı; Murat Paşa Mezarlığı; İbrahim Paşa Mezarlığı; içinde Horasan erleri ve Harzem Şehitlerinin medfun bulunduğu Kırklar Mezarlığı; sonradan yapılan Dutçu mezarlığı, Ali Paşa Mezarlığı gibi.
Bugün çoğu ortadan kalkan mezarlıklarda kimler yok ki.
Karskapı mezarlığında sadece çifte kardeşler diye anılan Melekzade Kadı Fahreddin Davud ve eşi Zahide Hatun'un kabri; Öksürük baba namıyla maruf türbe ve Mutasarrıf Mahmut Paşa'nın türbesi kalmış geriye.
Sıvırcık mezarlığında Ahi Fahreddin İbn—i Mehmet Şah, Müftü Feyzullah Efendi, Murat Paşa mezarlığında Hersekli Ali Paşa'nın oğlu Ferik Ali Paşa, Kul küthedası İsmail Ağa, Resulzade Mehmet Reşit Bey, Ali Paşa mezarlığında Livanevi Acarzade Hafız Mehmet Efendi kabirleri kalmış ayakta...
Tepe mezarlığında bulunan Kapıcılar başı Salih Bey'in bugün nerede olduğunu bilene aşkolsun.
Yalnız o mu?
DOZER KEPÇELERİNE KURBAN EDİLEN ECDAD MEZARLARI
Uzun yıllar Erzurum'da Valilik görevlerinde bulunan ve Erzurum'da defnedilen, pek çoğusu sadrazam olan tarihi şehsiyetlerin; mesela: Rumeli Beylerbeyi Mehmet Haydar Paşa; Müşir Mustafa Paşa; Süleyman Bahri Paşa; İpsalalı Ahmet Paşa; Vezir Kethüdası İbrahim Paşa; Bosnalı Abdi Paşa; Seyyid Ahmet Paşa; Canikli Hacı Ali Paşa; Kara Mustafa Paşa; Ballıbudak Mehmet Paşa; İstanbul Gümrükçüsü Ahmet Paşa; Çerkez Mehmet Paşa; Yörük Muhassili Hasan Paşa; Maktulzade Ali Paşa; Bostancıbaşı Halil Paşa'nın kabirleri nerede?
Bugün bunları muhafaza edebilseydik, Erzurum'a getireceği maddi ve manevi faydaları inkar etmek mümkün olur muydu?
Ya dozer kepçesi, yahut da amele kazmasıyla yıkılan bu kabirlerle, bir şanlı geçmişin yok edilişine, kimler, niçin ve neden suskun kalmışlar?
Biz anlayamadık, anlayan da varsa beri gelsin.
"MİSTİK TURİZM" KENTİ ERZURUM
Bugün "mistik turizm" toplam turizm alanı tercihlerinde baş yeri tutmakta ve bu tür turizm alanları önemli ölçüde gelir elde etmektedirler. Hani Erzurum'un havası sert, kışı çetin.
Zaman zaman dirilerinden de fayda gelmiyor.
Bari ölüm yeri olarak bu toprağı tercih etmiş, büyük velilerden, devlet adamlarıdan müstefid olalım.
Erzurum'u Mistik Turizm alanı olarak tanıtalım.
HZ. PEYGAMBERİN DOĞUMU İLE YIKILAN KİLİSE
Bugün çok az kişinin bildiği, halkın da pek bilmediği üzere; mesela; Hz Peygamberin (S.A.V) dünyaya teşrifi sırasında zuhur eden mucizevi olaylardan birisinin de Erzurum'da gerçekleştiğini, bugünkü Ulu cami ile Kabe mescidinin yerinde bulunan ve döneminde Asyanın en büyük ibadet alanı bulunan kilisenin, sarsılarak yıkıldığını hatırlatsak cümle aleme, zararı mı olur dersiniz?
Bu kadar büyük nimetler el altındayken, hem hızan hem de zartazan kesilmenin alemi mi var?
HABİP BABA, TİMURTAŞ BABA
Bu bahsi, yine büyük bir veli olan Habip Baba'yı anarak kapatalım.
Bugünkü Habip Baba Türbesinin ilk sahibi yukarıda da zikrettiğimiz üzere Timurtaş Baba. 1847'de vefat eden Hindistan'dan Bitlis'e; oradan da Erzurum'a gelip yerleşen büyük Türk mutasavvıfı Uşşaki şeyhi Habip Baba, Timurtaş Baba'nın kabir komşusu.
Erzurum'da ney'i ilk dinleten bu büyük veli, yanık kamışın içinden çıkan sesi Mevlana'dan beller uhrevi alemlere dalarmış.
Bütün hayatı boyunca dünyevi lezzetlere nefsini kapatan, bir hırka ve bir asa ile yetinen, zamanın büyüklerince kendisine gönderilen hediyeleri fakire, fukaraya dağıtan Habip Baba, Erzurum'un manevi kilitlerinden birisi.
Abdülbaki Gölpınarlı, bu zatların türbeleri üzerindeki kitabeyi türkçe ve orjinaliyle aktararak sunmuş yeni nesillere.Mesela bu kitabedeki:
"Şeb—i negzeşte ber veyk'an be taateş negerd ihya/ Nerefti yek kadem illa ki reft—i der reh—i taat/ Negufti yek sühan illa be—zikri hak şûdî güyâ" mısralarının ciltler dolusu şerh edilebileceğine işaretle türkçesini şöyle aktarıyor:
"Bir geceyi bile O'na ibadetle, meşgul olmadan geçirmedi. Bir adım attıysa ibadete attı, söz söylediyse O'nu andı."