MENÜ
Erzurum 27°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
HER DERDE DEVA NÖBET ŞEKERİ
İbrahim Aydemir (Bir Vakitler Erzurum)
YAZARLAR
3 Haziran 2006 Cumartesi

HER DERDE DEVA NÖBET ŞEKERİ

"Aman Aras, kendine dert yoldaşı yap beni / Beraberce koşalım Hazar'ın sularına/ Ak alınla çıkalım zafer denen yarına/ Gel aldırış etmiyek tipisine karına/ Ay ninniler söylüyor şırıl şırıl akışa/ Gür akışla her zaman Hazar'ı doldursun/ Tanrı'dan dileğim bu: bağışlasın, korusun!"
M.Cemal Kırzıoğlu


Nöbet şekerini bilir misiniz? Sanırım yeni nesil, ne bu şekeri yemiş ne de tanımıştır. Onların çikolotayla büyümesi karşısında, modernleşme adına sessiz kalan büyükleri; kimbilir belki de, kendine has özel bir tadı, aroması olan bu şekeri çocuklarına tattırmayarak, onları bir damak zevkinden alıkoymuşlardır.
Horasan ismi zikredildiğinde hep bu şeker gelir hatırıma. Bu ilçemizden geldiği söylenirdi. Kırmızı renkli kızamık, sarı renkli limon ve beyaz renkli, tuz kristaline benzeyen nöbet şekerini, annelerimiz ilaç diye saklarlardı kilerlerinde.Nöbet şekeri nefes darlığına, soğuk algınlığına iyi gelir derdi ninelerimiz.
Pürüzsüz ve dimdik oluşu yüzünden, nöbet bekleyen askerlere benzetirdim bu şekeri, adının oradan geldiğini zannederdim. Bazıları da bir nöbet süresinde ancak eridiği için bu ismi aldığını öne sürerlerdi. Yine kimileri de, bu şekerin çocukların geçirdikleri havale türü ateşli hastalıklara iyi geldiği için bu adın verildiğini söylerlerdi. Bu şekerin şehirde daha çok löbet adıyla bilindiğini de belirtmek lazım.
Biraz öksürsek, biraz nezle olsak bu şeker kaynatılır, Horasan'dan geldiği söylenerek, bir başka özellik de katılır, sonra da içirilirdi büyüklerimizce.Bizim yetiştiğimiz dönemlerde biraz da uzaktı Horasan. Çoğunlukla trenle gidilirdi bu şirin ilçeye. Tren istasyonunun biraz berisinde büyük bostanlar ve yeşil ağaçlar göze çarpardı hemencecik. Oraya ilk seyahatimde, bu manzaraları gördüğüm için "yeşil" bir belde aklıma gelir genellikle.
Sanamerli Hacı Ahmet Baba menkibeleriyle dimağımızı besleyen manevi terbiyecilerimiz, Horasan'ın Türk Sofilerinin özel bir ocak olduğunu da zihinlerimize mübarek bir anekdot gibi kazımışlardı.1954 yılında ilçe olan Horasan, 1.669 kilometrekarelik yüzölçümüyle Erzurum'un, Karayazı, Tekman, Ilıca ve İspir ilçelerinden sonra beşinci büyük ilçesidir.Toplam nüfusuyla ilde birinci olan ilçe, nufus yoğunluğu açısından da altıncı sırada bulunuyor. Bir diğer özelliği de 76 köyüyle Hınıs ve İspir'den sonra üçüncü büyük yerleşim alanı olması.
Kaymakamlık tarafından hazırlanan ve 1998 Erzurum il yıllığında yer alan ilçeye ait bilgilerde, Horasan erenlerinden Şeyh İsmail Kemaleddin ve 7 kardeşince kurulduğu belirtiliyor ilçenin. Buna göre, o devrede Üskühat olan ismi de Horasan'a çevrilmiş.

KÖY ADLARINA DİKKAT
İlçenin köy adları başka ilçelerimizde rastlanmayacak bir biçimde ilgi çekici. Çoğusu adını Belh, Semerkant, Taşkent gibi Ahmet Yesevi ocağından yetişerek Horasan'dan Anadolu'ya gelen fütüvvet şeyhlerinden almış.Mesela; Veli Baba, Tahir Hoca, Hacı Ahmet, Hızır İlyas, Kadı Celal, Kalender, Karabıyık, Molla Melik, Pir Hasan, Yörük Atlı, Ali Zeyrek(Çeyrek),Danişment, Hacı Ali, Hasan Bey, Haydarlı, Kırklar, Molla Ahmet, Pir Ali, Şeyh Yusuf...Bu isimlerin hiçbirisi tesadüfen konulmuş değil. Niye mi?

YESEVİ OCAĞINI BİLMEK GEREK!
Konuya muttali olmak için Ahmet Yesevi ocağını bilmek gerekiyor.Bu ocak, maddi cephede savaşan Alpleri ve hem maddi ve hem de manevi cephelerde çaba sarfeden Alperenleri yetiştiriyor.Alperenler; Gaziyan—ı Rum(Anadolu Gazileri), Ahiyan—ı Rum(Anadolu esnafı ve Sanatkarları), Baciyan—ı Rum(Anadolu Bacıları) ve Abdalan—ı Rum(Anadolu Erenleri) olarak dört sınıfta hizmet veriyorlar.Buradaki Rum lafzının Anadolu yarımadasının kasdı olduğunu ifade etmek lazım.İbni Batuta Seyahatnamesi'nde, Antalya, Burdur, Niğde, Aksaray, Bursa, Gemlik, Bolu, Kastamonu, Sinop, Sivas, Erzincan ve Erzurum'da Ahi tekkelerini gördüğünü söylemekte ve bu teşkilat mensuplarının kardeş yiğitler manasına "Ahiyat'ül Fityan" olarak adlandırıldıklarını ifade etmektedir.Banarlı, bu iktisadi, askeri ve tasavvufi teşekkülün dini, ahlaki ve sosyal mesajları Anadolu'ya taşıdıklarını belirtmektedir.Alperenlerin Abdalani Rum kesimi için Aşıkpaşazade, Tarih'inde, "Abdallar Allah'a(cc) varma yollarının en yüksek seviyelerine varmış, kırkar kişiden oluşan guruplardır" demektedir.
Horasan Kırklar Köyü'nün ismine bu manada dikkat etmenizi isterim.Ord. Prof. Fuat Köprülü Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi ve İlk Türk Mutasavvıfları adlı eserlerinde "Bu abdallar zümresi Anadolu'ya Horasan Erenleri adıyla gelen, Yesevi Ocağında yetişmiş Türk Dervişleridir" açıklamasını getirmektedir.
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi'nin iki ve üçüncü cildinde büyük yer ayırdığı Yesevi Ocağı'yla ilgili olarak verdiği bilgide bu hususu şöyle izah eder:"Anadolu'ya Horasan'dan gelip köylerde yerleşen ve göçebe hayatını muhafaza eden geniş Türkmen kabileleri vardı. Bunlar İslam Dini ve İslam tasavvufiyle eski Türk töre ve inançlarının miraslarını birleştirerek vücuda getirdikleri inanış tarzıyla, özel, ve fakat samimi bir iman hayatı yaşıyorlardı.
Bu çeşit Türk Müslümanlığı bir bakıma, inanışta bir Türk üslubu idi. Aralarında İslam büyüklerine ve fütüvvet şeyhlerine karşı aşırı bir ilgi ve bağlılık hayatı vardı. Bunların büyük kısmı Yesevilikten doğan Haydarriyye ve yine bir Horasan tarikati olan Kalenderiyye gibi tarikatlere mensuptular.
Bu tarikatlerin Abdal yahut "Baba" denilen pir ve dervişleri, Anadolu'da Türkler lehine propaganda yapıyorlardı. Ayrıca Anadolu Türk Devlet ve beyliklerinin savaşlarına iştirak edip harbeden dervişler olarak mühim bir vazife görüyorlardı…
Horasan ilçesinin "Kalender ve Haydarlı Köyleri"nin isimlerini nereden aldıkları da böylelikle açıklanmış olmaktadır.

YAĞAN PAŞA'NIN YARANI HORASAN BABA
Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Yese'den ve Horasan'dan Anadolu'ya gelen alperen Yağan Paşa'nın arkadaşı olan Horasan Baba'nın Türk Sofilerinin büyüklerinden olduğunu söylemektedir. İlçe adını ondan almıştır.Genişçe bahsedeceğimiz "Danişmendname"de de bugünkü Horasan'a yerleşen Türk boylarının Ağaçeri; Salur, Salur Bayat ve Kayıhanlılar aşiretleri olduğunu bildirmekte, bu bilgi, gerek İsmail Hami Danişment ve gerekse de Tarihçi A. Şerif Beygu tarafından doğrulanmaktadır.Danişmendnâme, İslamî Türk Destanları'nın XIII. asırda yazıya geçirilmiş örneklerinden birisidir. Selçuklu Sultanı 2. İzzeddin Keykavus'un emriyle İbni A'la tarafından derlenmiştir. Başta Danişmend Ahmet Gazi olmak üzere Danişmendli büyüklerinin kahramanlıkları etrafında meydana gelen bu destanî hikayede; Danişmend Ahmet Gazi'nin Tursun, Çavuldur, Çaka ve Kara Toğan (Doğan) gibi alperen arkadaşlarıyla Bağdad Halifesi'nden izin alarak Malatya'dan gazaya çıkıp Anadolu'ya Rum üzerine yürüdükleri anlatılır. Danişmend de, Türkistan'ın Belh, Buhara, Semerkant, Taşkent ve Horasan gibi Türk şehirlerindendir. İşte bu Danişmend Ahmet Gazi'nin feth ettiği yerler arasında bugünkü Horasan da bulunmaktadır.
Şimdiki Danişmend köyünün bu manada ismini Danişmend akıncılarından alması muhtemel görünmektedir. Yerleşim adları arasında Ahmet isminin sıkça bulunması da bu manada tesadüfi değildir.

HOROS DEDE
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde "Ceddimiz Türki Türkân Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri'nin fukarasından olup, Hacı Bektaşi Veli ile Horasan'dan gelen bir piri fani idi", diyerek, Horos dede isimli bir Türk sofisinden bahsetmekte ve bu sofinin Anadolu'daki futuhat hareketlerine katıldığını yüz yaşını aşkın bir döneminde de İstanbul'un fethinde bulunduğunu öne sürmektedir.Horos Baba'nın bugünkü Horasan'da kalıp kalmadığı ve ilçe isminin bundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı suali ise cevapsızdır.Yesevi Ocağı'ndan terbiye almış Türk sofilerinin "alp ve eren" vasıflarıyla Anadolu'ya gelmesini Ali, Künhül Ahbar'ında şöyle izah eder; "Horasan erlerinin mânevî işaretlerle Rum diyarına gelmesi "Mülkü Rum'un nazargahı Huda" olmasındandır."Tarihi kaynaklar incelendiğinde çok açık ve aşikardır ki, ismini de onlardan alan Horasan ilçesi de "Nazargahı Hüda" iltifat ve sıfatına mazhar olmuş bir ilçedir.

YAZILI TAŞ
Horasan da diğer ilçelerimiz gibi adeta bir açık hava müzesi gibidir. Yazılı Taş mevkiinde bulunan ve aynı adı taşıyan kitabesi maalesef bugüne kadar okunmamış, okunmuşsa da Arkeologların üniversitelerde yaptıkları çalışmaların arasında unutulup gitmiş; halk da kitabenin içeriğini öğrenememiştir.Beygu: "Yazılı Taş büyük kül rengi kayalığın batıya bakan cephesinde dört köşeli oyulmuş ve taraktan geçmiş, taşta oyuk yazılar görünmektedir. Yazı her yönüyle Asur Kitabelerini hatırlatmaktadır. Milattan önce 1500'de yazıldığını zannediyorum" ibareleriyle tarif eder bu kitabeyi. Konyalı bu taşla ilgili mülahazada bulunmamıştır. Kitabenin özel bir çerçeve içinde tutularak saklanması gerektiğini söylemeye bilmem gerek var mı?

FİKİR'DE , SANAT'TA, SİYASETTE ÖNCÜ İLÇE
Horasan yetiştirdiği ilim, fikir, edebiyat ve siyaset adamlarıyla da ünlüdür Erzurum'da.
Siyasetçiler arasında Turan Çınar'ın özel bir yeri vardır. O doygun davranışları, oturaklı şahsiyetiyle tebarüz etmiştir siyaset camiamızda.
Nusret Atilla'dan önce, bu aileden Dr. Servet Atilla da ilçe'nin belediye başkanlığını yapmıştır.Çolak'lardan daha önce belediye başkanlığı yapmış Rahmetli Cemil Çolak'la Tahsin Aras da ilçenin sevilen simalarıdır.
Bir dönem ANAP'dan milletvekili olan Mehmet Kahraman Horasan'ın bilinen bir diğer siyasi şahsiyetidir.
Nurettin Aydın'dan önce, bir dönem İlçe'nin belediye başkanlığını yapan Dursun Şen'in de, özel bir itibarı ve konumu olmuştur Horasan'da. Her zaman güleç olan yüzü, mutedil davranışları ve sakin haliyle Belediye Başkanlığı döneminde hep Horasanlıların yanında olmayı vazife bilmiştir Şen. Sonraki yıllarda siyasi serüvenine devam eden Şen, Horasan'ın kültürel ve sosyal hayatını derinlemesine inceleyen kültürel araştırmalarda bulunmuş; bu alanda bir de kitap hazırlamıştır.
İlk Belediye Başkanı olan İhsan Horasan ve kendinden sonra bu görevi yürüten Hacı Horasan isimleri hizmeti çağrıştırır bu ilçede. Aynı aileden olan ve Bankacılığı meslek olarak tercih eden Ömer Horasan ise, ilçenin bir başka tanınan ismidir.
Horasan'ın en meşhur siyasetçileri arasında bulunan rahmetli Rıza Şimşek, "molla siyasetçi" olarak ayrı bir yer tutar ilçenin siyaset camiasında. Girişkenliği, olmazları oldurmaya çalışması ve seçmenlerine birebir yakın olmasıyla tanınmıştır.
Molla, deyim yerindeyse siyasetin çarkını altüst eden adam olmuştur Erzurum'da. O'nun mebus olması ve Erzurum halkının bir mebustan beklentileri(!) adına, hakkını vererek bu görevi yerine getirmesi; siyaseti çoklarının aklına takmış; doğrusu bu ya, bu sayede siyasi ikbal kapıları ardına kadar önlerine açılanlar da olmuştur.

AZAPLI VATAN FEDAİLERİ
Azap Horasan da ayrı bir ehemmiyet arzeder. Adını azap askerlerinden almıştır. Bu askerler, harplerde ordunun başında yer alır, çarpışmalara önce girerlerdi. Böylelikle peşlerinden gelen askerlere de kuvveti maneviyye verirlerdi.
Araştırmacı Murat Uraz, bölgedeki Azap askerlerinin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bu köyde iskan ettirildiğini talim ve terbiyelerini orda aldıklarını ifade etmektedir.Azap'lı Bedir Avcı hoca ayrı bir yönüdür Horasan'ın. Hoş sohbet oluşu, etrafındakilere yakın ilgi göstermesiyle bilinir.

İLMİ CEPHEDE MÜHİM İSİMLER
Horasan'ın ilmi cephesinde önemli isimler göze çarpar. Bunlardan ençok bilinenleri değerli ilim adamları Prof. Sıtkı Aras, Prof. Mümtaz Turhan, Prof. Zeki Başar, Prof. İsmet Kırkpınar, Prof. Semih Bayrakçeken, Prof. Yıldırım Sezen, Doç. Nurullah Genç, Yrd. Doç. Lütfü Sezen hocalardır.Sevgili Hasankaleliler alınmasınlar, kendileri birbirlerine veya ilçe dışındakiler onlara hitapederken "Kör Kaleli" derler. Hasankaleliler, oldukça sağlıklı insanlardır, merttirler, gözü pektirler, ama "Kör galalılıklarıyla" bilinirler.
Niye mi? Hikaye malum, İbrahim Hakkı Hazretleri bu ilçemizin evladıdır. İslami ilimler yanında astronomide de yaşadığı dönemin en mühim makamıdır. Fakat nedense ilçesinde özel bir ilgi görmez. Vaktaki ilçeye dönemin tanınmış simalarından birisi İbrahim Hakkı Hazretlerini ziyaret için gelir, kaleliler, bu misafire büyük ilgi gösterir, itibar verirler. İbrahim Hakkı'nın mümeyyizi olduğu ilimlerden sorarlar. Adam bakar ki, alaka yalnız kendi üzerinedir, birkaç gün kaldıktan sonra ilçeden ayrılırken, kendisine rağbet edenlere hitabederek, " A ! Allah'ın körleri" der, "kendi içinizdeki kıymeti görmezsiniz de benim gibi bir naçiz ademe niye rağbet edersiniz" O gün bugündür Hasankaleliler biraz da latife eseri olarak bu sıfatla çağrılırlar.
Bu rivayeti niçin naklettiğim merak edilmiştir.Şimdi herkes kendi muhitine, çevresine baksın, iltifatın, rağbetin kimlere yapıldığını tesbit etsin. Mültefit, tazimkar davrandıklarımız ya siyaset, ya ticareten yahut da maişeten kendilerinden birşey umulanlardır. Yahut atak, girişken, edepsiz, Erzurum tabiriyle "eke" dediklerimiz, bizden her zaman istediklerini alır ve çoğusu da haketmedikleri saygıyla karşılaşır.
Paralıya ve makamlıya olunca ilgimiz, gerçek kıymetlerimizi hiçbir zaman farketmez, onların kıymetlerini aramızda olmadıklarında anlarız hep.Konuşmaları esteğfirullahlı, mütevazı ve saygılı değerler, layık oldukları ilgiyi nedense uyandırmazlar bizde. Onları görmezlikten gelir bakışlarımızı zamane güçlerine sahip olanlara çeviririz umumiyetle. Onları klavuz seçeriz her işimizde. Eee, elbetteki halimiz de bu olur.21. yüzyılın bilgi çağı olacağını bilmemize rağmen, bilgiye rağbet etmeyen toplumumuzda, ilimleri, edepleri, kültürleri sebebiyle etrafımızı ve içimizi aydınlatanlar sessizce yaşar ve sükunetle kaybolurlar içimizden."Dara düştüğümüzde" karanlığa düçar olduğumuzda ararız onları amma, iş işten geçmiştir hep. Ya bu değerler kıymetlerinin farkedildiği başka mekanlara iltica etmişler yahut rica minnetle aramızdan götürülmüşlerdir.
Şairin;"Bir yerdeki yok nağmeni takdir edecek gûş/Tezyii nefes eyleme, tebdili mekan et" Yani bulunduğun yerde kıymetli sözden anlayacak kimse yoksa, boşuna nefes tüketme, başka yerlere göç, manasındaki beyit bu hali çok manidar bir şekilde ifade eder.Size, özellikle şehir ekonomisinde, bölge tarımına çok büyük katkılar sağlayan, ilmi, irfanı ve engin din, tarih şuur ve kültürüyle içimizi aydınlatan bir büyükten söz edeceğim.Bu sayede bizimde ne kadar kör, olduğumuzu anlayacaksınız.Dikkat ederseniz, yan sanayi dışında pek mühim ekonomik faaliyetin olmadığı ilimizde, son on yıldır, balık çiftlikleri, şehre önemli ölçüde ekonomik girdi sağlıyor. Uzundere, Pasinler, Tortum ve İspir ilçelerimiz de neredeyse en önemli gelir kaynağı haline gelmek üzere balıkçılık. Nedense bu ekonomik olguya hep siyasiler sahip çıkar ve üreticiler de bu işi onlara mal ederler. Projenin başlatıcısı ve yaygınlaştırıcısı kimdir? merak edilmez, fayda siyasete mal edilir.Oysa, alabalık çiftliği projesini bölge için önemli görerek, yaklaşık 20 yıldır, bölge ve il şartlarında gerçekleştirilmesi için laboratuvar deneyleri ve arazi uygulamaları yapıp, çileli bir uğraştan sonra hayata geçiren, Siyaset dışında bir isim; Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü Başkanlığı da yapan Prof. Dr. Sıtkı Aras'tır.Bu değerli insan yıllarca araştırmış, didinmiş, çalışmış, Erzurum tarımına çok büyük girdi sağlayan bir projeyi ekmek kapısı haline getirebilmiştir. Sıtkı Hoca, projeyi ilçe ilçe çiftçinin ayağına taşımış, anlatmış, faydalarını ve getirilerini göstermiş, sonra da Üniversitede başlattığı örnek çiftliği gören, çalışkan çiftçilerimiz de çiftlikler kurarak projenin tatbikini yapmışlardır. Ama dedik ya, bugün sayısı yüze yaklaşan alabalık çiftliklerinin sahiplerinin bir çoğu da Sıtkı Hocanın, bu proje için gösterdiği olağanüstü çabadan habersizdirler. Çünkü Hoca, bu işi bir görev bilmiş ve ilmi teenni içinde gerçekleştirmiş, hatta bazı siyasilerin emeğine sahip çıkmalarına bile ses çıkarmamıştır; O'nun için önemli olan yaşadığı İl'e bir hizmet yapmak, bölge insanını işsizlik ve göç illetinden kurtarmaktır.
Niyeti halis, yüreği temiz Sıtkı Aras Hocamız, il'de pek çok yoksul çiftçiyi ekmeğe kavuşturmuştur.Bu mütevazi ilim adamı, 24 ayarla ifade edilebilecek bir şekilde mükemmel bir Erzurumludur. Şehrin tarihini tafsilen de iyi bilir, şehrin manevi hüvviyetini sağlayanlarla ünsiyeti ve yakınlığı vardır. O'nun Erzurum'a aşinalığını ve manasına vukufiyetini iyi bilenlerin zorlu ısrarları sonucu, engin kültürü ve bilgisinden katreler halinde "Erzurum'un manevi Mimarları" ve "Bir Şehrin Ruhu: Erzurum" isimli iki ölümsüz ve değerli eseri Erzurum'a hediye etmiştir.
İkinci eserin mukadimesinde, meşhur Şair Faruk Nafiz'in "Erzurumlular ihtiva etmiş oldukları manayı, sükutlarıyla en iy şekilde ifade eden kimselerdir." tesbitine adeta ram olmuş gibidir, Sıtkı Hocamız. Sükut onun tabii, hali olmuştur hep.
O; Erzurumluluk vakarını ve engin ilminin edebini böyle tezahür ettirmeyi seçmiştir. O'nun bu hali, halkımızın "cazgırlık" dediği tarzı seçmişlerin bağırtı, gürültü ve şamataları arasında kaybolmuş gibidir.Ukalalıkla ayakta kalan cühela sınıfının ayyuka çıkan hezayanları arasında, Hoca küllahını sin'dirmeyi yeğlemiştir. Oysa Sıtkı Aras Hoca, Erzurum'un 'olmazsa olmaz'larının başını çeker. Erzurum'un görgü, terbiye ve kültürünün en kibar ve değerli numunesidir.
O, eserlerinde Dadaşlığı, Erzurumlunun aksiyon hali olarak tarif eder: Bu tarifin hakkı ve gerçeği doğrultusunda, Sıtkı Aras Hocamız Erzurum'un son dadaşlarından birisidir diyoruz. Sıtkı Aras Hoca'yı anlatırken, Horasan İlçemizin bağrından çıkan; ünü ülke geneline yaygın bir başka münevveri atlamak olur mu? Şair, Yazar, Akademisyen Nurullah Genç. Ülkemizin son yıllarda yetiştirdiği ender şairlerden olan Genç, ekmeğini akademik çalışmalarından kazansa da, O daha çok "şair" yönüyle bilinir. Ebedi gerçekte erimek yolunda; beyni ve yüreğini eriten bir söz ustasıdır O.
Genç'le İşletme Fakültesinde öğrenciyken tanışmıştım. O bizden sanırım iki dönem öndeydi. O yıllarda da, efendiliği ve başarılarıyla örnek gösterilen biriydi. Fakülteyi bitirdiği yıl Asistan olması da buna işarettir. Genç'in, Sıtkı Aras Hoca'ya olan muhabbeti de, herkes tarafından bilinir.
M.Çetin Baydar ağabey'in "Pasin, Aras ve Erzurum" adlı yazısına aldığı ve Genç'in Sıtkı Aras Hoca'ya ithaf ettiği şiir'i bizde bu vesileyle sütunlarımıza almak istiyoruz: Anlamadı Aras'ın bana dost olduğunu/ Vadisinde "hu" çeken ruhların peşindeyim/ Bilmedi suların bende mest olduğunu/ Fırtınalar kopsa da ben onun düşündeyim.Miğferi fetih kokan bir garip handır aras/ Gün aşırı sefere çıkar dağlar üstüne/ Katillerin elinde bir damla kandır aras/ Öfkeliyken bulanık akar bağlar üstüneAf, gülümle bir sabah kıyısında yürüsem/ Balıklar bir ağızdan haykırsalar: vefasız/ Eşsiz bir saray gibi dünyasını bürüsem/ Ölüm bile uyusa toprağında, cefasızTek ırmağı ben olsam kalbindeki havzanın/ O'nun avuçlarından dökülsem denizlere/ Künhünü hatırlasa ilk okunan ezanın/ Gülüm zindan etmese bu destanı bizlere Gitti pençelerini kalbime saplayarak/ Öfkeli her kaplanın merkezinde duran, O/ kararmış bulutlardan yıldırım toplayarak/ Avlanan kekliği de avcıyı da vuran, OBeni adam yerine koyar mı bilmiyorum/ Islanır mı ruhumuz aaras'ın sularında/ Bu kızıl çığlıkları duyar mı bilmiyorum/ Şehzade olur muyum uykularında"Horasan'dan bir başka müftehir ismi olan Mümtaz Turhan Hoca, Hasankaleli midir yoksa Horasanlı mı? Bu hususta iki değişik görüş vardır. Dr. Turgut Karabey Şehri Mübarek Erzurum'da hocanın Hasankale asıllı olduğunu ifade etmektedir. Aslına bakılırsa bu nevi tartışmalar yersiz addedilmelidir. Zira bilinen gerçek, Horasan'ın önceki yıllarda Hasankale'ye bağlı olduğu; dolayısıyla her Horasanlı'nın aynı zamanda biraz da Hasankaleli olduğudur.Prof. Mümtaz Turhan, milliyetçi düşünce adamları arasında başlarda yer alır. Son yıllarda öne çıkmış bir çok siyaset ve ilim adamlarına da hocalık yapmış olan Turhan mütevazı kimliği ile de tanınır. Doğup, büyüdüğü çevreyi ihmal etmeyen hoca; bulduğu her fırsatta köyünü ziyaret eder, bu arada köylülerine modern sahadaki gelişmeleri anlatarak bilgi sahibi olmalarına gayret etmesiyle de bilinirdi. 1969 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşan Turhan'ı biz de rahmet ve minnetle anıyoruz.
Horasan'ın bir diğer kıymetli evladı olan ve yaşayan en büyük Erzurumiyatçılardan sayılan Prof. Dr. Zeki Başar hocamız da Horasanlıdır. Erzurum üzerine yazdığı eserleriyle bu sahada çok büyük hizmetler vermiştir. 1998 yılında yayınlanan, "Cumhuriyet dönemi Erzurumlu 54 müellif ve Eserleri" adlı kıymetli eseri bu çalışmalardan yalnızca birisidir.Prof. Yıldırım Sezen'in Kültür Bakanlığı Yayınları arasında çıkan "İki kardeşten Seferberlik Anıları" adlı çalışması da bu anlamda değerli bir eserdir. Lütfü Sezen Hoca'nın Erzurum üzerine yaptığı çalışmalar ise her türlü takdirin üstünde değerlendirilmelidir. ER—VAK yayınları arasında çıkan "Erzurum Şehir Folkloru" tek kelimeyle harika bir eserdir.
Prof. Semih Bayrakçeken Hoca ise kelimenin tam anlamıyla bir ilim adamıdır. Bayrakçeken soyadı, Semih Hoca'nın dedelerinin Osmanlı Padişahlarının bayraktutan ekibinde yer almalarından gelmektedir. Horasan'da çok sevilen ve sayılan ailelerin başında gelen Bayrakçekenler, çok geniş bir ailedir. Bunların bir kısmı Bayrak, Bayraktar, bir kısmı Bayraktutan soyadlarını almışlardır. Bu ailenin bir bölümü de, Şahsuvaroğlu soyadını tercih etmiştir. Semih Bayrakçeken Hoca, Erzurum'da sohbetlerine kıymet verilen, mütevazı tavırları ve Erzurum kültürüne aşinalığı ile hem üniversite hem de şehir de aranan simaların başında gelmiştir.
Horasan'ın bir başka yüzakı ilim ve fikir adamı, Araştırma Hastanesi Başhekimliği görevinde de bulunan İsmet Kırpınar. Hekim olduğu kadar hekimane davranışları, sözleri ve edipliğiyle bilinir. Bir kalem erbabıdır Kırkpınar. "Doğana beşik, ölene mezar" meşrebinin yaşayan timsalidir.Makamını halka hizmete amade kılan, özel hayatını dahi halka hizmetten ayırmayan bu güzel insan; Horasan'ın olmazsa olmaz şahsiyeti olarak gönüllerde özel bir yer tutar. Şehirdeki Horasanlıları biraraya getirmek için kurduğu Horasanlılar Derneği'nin uzun yıllar başkanlığını da yapan Kırkpınar, bu ilçenin sevilen simalarından vilayet eski matbaa müdürü Derviş Turan'ın da damadıdır.

HASILI HORASAN BU İŞTE...
Ardı Beyleri, Çolaklar, Sipahibeyleri, Ulusoylar, Başarlar, Zanzakbeyleri, Döllekbeyleri, Bastemler, Aydınlar, Şimşekler... Horasan ve Horasanlılar...Hepsi de iyi insanlar...İbrahim Şahsuvaroğlu, Dr. Muzaffer Arslan, Dr. Abdurrezak Bastem, Abdusselam Bastem...Horasanı yazarken Kaşgarlı aşiretinden de bahsetmek gerek. Bu aşiretin cumhuriyet döneminde Bastemler ve Topdağılar soyadlarını aldıklarınıda kayda geçelim ve şöyle bir anekdotu da nakledelim.Kaşgarlı aşiretinin reisi Reşit Bey, yedi köye sahip olup, çevresinden kuş uçurtmamaktadır. Öyle ki, Ondan izinsiz hiç kimse O'nun çayır ve tarlalarının yanından geçemez. Bir sabah kendisine ait Çermik köyünü dürbünle seyrederken, kaplıca başına bir çadır kurulmuş olduğunu görür, çağırır hizmetçisini, der ki, 'bu adam ya benim ünümü duymamış bir yabancıdır veya hosraverenli (Horasan'ın Karayazı sınırındaki bir köyü) Mutanoğlu Osman Bey'dir. Eğer birincisi doğruysa elini kolunu bağlayarak, eğer Osman Bey ise davet ederek buraya getirin'Osman Bey'dir gelen. İki gelinini ve eşini çermiğe getirmiştir. Davet edip götürür bir hafta misafir ederler. Burdan dönerken, arabalarının arkasında üç tane inek bağlıdır. Bunlar Osman Bey'in gelinleri ve hanımının hediyeleridir. Bu töre bilmenin, yol yordamdan anlamanın bir ifadesi olsa gerek.
Horasan'ın alanındaki önemli isimlerinden birisi de Fevzi Budak hocadır. İl Milli Eğitim Müdürlüğü yapan Budak, önemli eğitim yatırımlarını taşımıştır Horasan'a.

ATATÜRK'E İKRAM EDİLEN KAHVE...
Bu bahsi Pasin Ovası'na, Horasanlılara has davranışa numune bir başka bir anekdotla kapatalım..."Yıl 1924... Meşhur Hasankale depremi Pasin Ovası'nı yıkıp, yakmış... Atatürk depremzedeleri ziyaret ediyor. Azap Köyü yakınlarında çadırlara konuk olan Atatürk'e kahve ikram ediliyor. Horasanlı Ahmet Bey'de Atatürk'ü karşılayanlar arasındadır. Köylüler Ahmet Baba'ya büyük hürmet ve saygı duymakta. Bu sebepten olsa gerek, kahveyi de, ilk olarak Ahmet Bey'e sunuyorlar. Kahveyi alan Ahmet Bey hemen kahveyi yudumluyor ve Atatürk'e dönüp, "paşam, malum sizin düşmanınız çoktur. Ola ki, size ikram edilen yiyecek ve içeceklere de hayatınıza kastedecek nesneler katılabilir diye, bizimkiler kahveyi önce bana verdiler, ben de içtim ki, size bir zarar gelmesin" diyerek, bir yandan teşrifattaki kusuru tevil ediyor; diğer yandan da hatalarını farkeden ikram sahiplerinin gönüllerini alıyor.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 TURHAN YILMAZ
 10 Temmuz 2009 Cuma 11:41
Turhan Hoca Pekin Olimpiyatları'nda Cuma, 03 Temmuz 2009 Köyde söğüdün gölgesinde yatayken cep telefonum acı acı çalmaya başladı. Hayurduişallah dedim açtım. Anaa, telefonun öbür ucundaki benim gorkuma Çin Seddini yapduran Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao değimli ? Neva lan ne ırahatsuz ediyosun beni dedim. Dediki. Turhan Hocam öğkelenme, sizin Türkler bizim Pekin Olimpiyadların da havlu atdıla, seninen biz arkadaş olduğumuz içün canım çok sıkıldı. Türkiyenin gururunu gurtarsa, gurtarsa Gasdamonula gurtaru dedim, seni aradım. Hemen atla gel demezmi. Ulaa nedeceyüz şindi. Atım yok,velesbitinde rasdığı patlak, bir tarafda da Türkün gururu va şaşudum valla.Hemen teyyere geldi aklıma bi teyyere kiraladım ve elini Pekin. Bak yalan söylemeyon. Emme zartayı da atarın. Neyse lafı fazla uzatmaylım. Teyyereden indim, anaa ne görüyün; Mehder dakımı hazırlanmış, beni teyyerenin gapısında gören mehder dakımı Sepetcioğlunu çalmaya başladı ardından sekiztene yumruk böyüklüğünde çökelez gibi herifle Sepetcioğlu oyunumuzu bi oynadıla bi oynadıla sorma gidsin. Bak yalan söylemeyon Emme zartayı da atarın. Bu sırada bizim Hu Jintao başkan güçcük gözleri ile fellik, fellik beni araya. Neyse sarmoş dolaş hoşbeşden sona, dedimki; Şu bizimkilerin atduğu havluyu alalım dedim ve olimpiyadların yapulduğu meydana gitddük. Anam ne böyük meydan, efe ot yetüşü, ne yaylım olu deye gendü gendüme mırıldandım. Salakla o gada böyük meydana utanmadan guş yuvası deye de ad dakmışla. Neyse lafı fazla gevelemeylim. O böyük meydana girdim, yere terecük yatak sermişle, yatakların ortasına dikildim başladım havluyu aramaya bu sırada ataşa basmış uyuz kedi gibi bağıra bağıra biri atladı ortaya altında uzun beyaz bi içdonu, üstünde bol bi göynek belinde siyah bi guşak, herifin sağ gözü beğir alıya, sol gözü eşek satıya. Vağ, yuğ, cag, cuk deye deye, etrafımda bağırıp duruya. Bizim aşağı köyün delisi gibi de zıp zıp zıplaya. Bi lehevlü çekdim. Nedeyosun lan sen dedim. Yüzüme mel mel bakdı. Yegiden vag yug cag cuk deye bağırdı sona boş böğrüme bi dekme atmazmı, kafam bozuldu hemen kulağından gapdım, utanmayomusun sen misafire dekme atmaya dememe galmadı büğezde ganıma yumruk atmazmı. Gayrı sabrım daşdı yaradana sığandım buna bi Osmanlı tokadı godum bok gargası gibi bağıra bağıra Çin Seddine gada uşdu. Bak yalan söylemeyon . Emme zartayı da atarın. Neyse uzatmaylım. O böyük meydan da bi alkış bi alkış gopdu tusunami halt etmiş alkışdan her yer yıkıldı. Beni dörttene ibi civcisi gibi herif omuzlarına aldı boynuma gurdeleyinen bi teker asdıla, sona ayyılduzlu gözel bayrağımızı göndere çekeyken bağıra bağıra isdiklal marşımızı da okuyvedük. Sona Hu Jintao başgana hadi bana eyvallah benim Türkiye de işlerim çok dedim. Teyyereme atladuğum gibi buraya geldim. İşde havlu, İşde gururumuz Bayrak. Bak yalan söylemedim, Emme zartayı da atdım. Turhan YILMAZ 2008
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi