MENÜ
Erzurum 27°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
HELVA BANA DEĞSİN DE...
İbrahim Aydemir (Bir Vakitler Erzurum)
YAZARLAR
8 Temmuz 2006 Cumartesi

HELVA BANA DEĞSİN DE...

Yaylalardan, tepelerden, bellerden,
Oylum oylum yad ellerden,
Kop dağından bir su çıkar perişan
Perişandan bahsederim."
Fevzi Halıcı

 

 “Sadi—i Şirazî Bostan'da şöyle bir hikaye anlatır: "Mısır firavunlarından birisi çok sevdiği bir kölesini, Nil Vadisi'nin bulunduğu alana Vali tayin eder. Köle oldukça cahil ve eblehdir. O'nun göreve başladığı yılın akabinde yağmurlar yağmaz, Nil taşmaz ve haliyle ova kuraklığa teslim olur. Havza boyunca tarım yapan çiftçiler fakrü zaruret içine düşerler. Çare, dertlerini valiye anlatmaktır.

Bir heyet teşekkül ettirir, valinin huzuruna çıkarlar. Dertlerini dile getirir heyet başı, "efendim" der, "biz Nil'in taşarak münbit hale getirdiği topraklarda pamuk ekeriz. Ürünümüz hayli bereketli olurdu önceki yıllarda. Bu yıl ne yağmur yağdı, ne de Nil taştı. Ektiğimiz pamuklar çıkmadı. Müşkilimizi nasıl hallederiz?"Nadan vali, hiç düşünmeden cevap verir:"Canım siz de pamuk yerine bu yıl yün ekseydiniz ya"

BİR TUHAFLIK SARMIŞ HER YANI

Haylidir kırk ikindiler'e hasretdir Erzurum.

Rahmet bulutları kırklamıyor artık bizi. Göç ve işsizlik onulmaz bir yara halinde, kangrene dönüşmüş gibi.

Kırk ikindiler yok artık.

Erzurumlu hane hane geçim derdinde.

Sıkıntısını,derdini halletmesi için müracaat ettikleri de çoğunlukla yün ekilmesini tavsiye edip durmakta.

Bölge tarımı açmaz içinde. Besicilik durmuş, ekime dayalı tarım da ancak tohumluk ve kışlık için yapılır halde.

Orta ve küçük ölçekli sanayi işletmeleri ancak kendi yağıyla kavruluyor. Kepenk kapama yarışında geride kalan yok.

İstihdam alanları gün geçtikçe daralırken, kamu da kapısını istihdama kapattıkça kapatıyor.

Özelleştirmenin batı illerindeki faydası, Erzurum için ekonomik sancıları başlatıyor.Ne tarım, ne sanayi, ne de tarımsal sanayi.

Ankara'dan yapılan planlamalar ve uygulamalarda batı illeriyle bir kapta tartılıyoruz.

Aydın çiftçisi için geçerli olan Erzurum için de doğru sayılıyor.

Sanayi işletmecilerimizin durumu da aynı.

Batı illerimizin bir ilçesinde bulunan bir bankanın müdürü, "Erzurum'un kullandırdığı bir yıllık krediyi, biz bir ayda kullandırıyoruz" demişti bana.

Bu durum hepsi için geçerli.

Özel teşebbüste bulunanlar dizineyle bürokratik engelleri aşmak durumundalar. En küçük borç ödemedeki gecikmeleri takipe uğruyor. Çiftçi de, küçük sanayici de banka kapısından korkuyor, banka adından çekiniyor.Diğer illerde öyle mi?

BIRAKIN AYRICALIĞI EŞİT MUAMELEYE RAZIYIZ

Şehrin ve bölgenin iklimi, insanların yaşama şartları, ekonomik dağılım, bir özellik gösteriyor göstermesine de, nedense bunu bizi yönlendirenler görmemekte direniyor.Memur ve işçi maaşıyla ayakta duran şehir ekonomisinin beli işsizliğin korkunç boyutlara ulaşması sebebiyle kırık.

Memur ve işçi alımlarında şehire ek bir kontenjanın tanınmaması için hiç bir sebep yok, üstelik yüzlerce mazeret var. Karayazı lisesini bitirenle, kolej mezunu aynı sınavlarda değerlendiriliyor. Haliyle başarısızlık Erzurum'a, ekmek kapısını sahiplenmek de eğitimde iyi şartlarda olanlara kalıyor.

ERZURUMLU NEDEN KORKAR

Şeyh Sadi—i Şirazî'nin güzel bir hikayesi var. "Bir topal tilki koşarak bulunduğu yeri terketmeye çalışıyor. Sağa sola çarpa çarpa, hiç duraklamadan ormanı geride bırakmanın hesabında. Onun bu kaçışını gören baykuş, "nereye gidiyor, neden kaçıyorsun" diye sual yöneltiyor tilkiye.

"Ben kaçmayayım da kim kaçsın", diyor, tilki. Ve ekliyor, "şehrin emiri bütün develerin toplanıp, getirilmesini istiyor. Onlara vurulacak yük çok ağır, çoğusu da kaldıramaz, ölür."

"Yahu sen deve değil tilkisin," diyor baykuş, "neden kaçıyorsun?"Baykuş'un idraksizliğine sinirlenen tilki, çıkışıyor hemen: "yahu" diyor, "ben tilki olduğumu biliyorum da, emri veren ya beni deve zannederse? Üstelik beni çekemeyen çoktur, bir bakarsın gammazın biri tilki kılığına girmiş bir deve olduğumu söyleyiverir de, beni yakalarlarsa, ben kime, nasıl anlatırım tilki olduğumu"

Kırk ikindiler yok artık.

Umutsuzlukla yoğunlaşmış kara bulutlar dolaşıyor üstümüzde sanki.

Mağduru belli de, müsebbip kayıp.

Suçlu kim?

Bütün olumsuzluklara rağmen bu toprakların başını bekleyenler mi? Yoksa onların bu fedakarlıklarını görmezlikten gelip, dertlerini kulak ardı edenler mi?Aslında suçlu bulmak işin kolayı, birilerini suçlamak basit. Hele son yıllarda adet olduğu gibi hep şikayet etmek, hep sızlanmak da, ne Erzurumluluk edebine yakışıyor, ne de Erzurumlulukla bağdaşıyor.

Çare, derdi bilmek ve sebebini bulmakta.

HEP SİYASETÇİYİ SUÇLAMAK DOĞRU MU?

En mühim kusurlarımızdan birisi herşeyi siyasetten ve siyasilerden beklememiz.

Siyasete fazla yoğunlaşmamız ve parti kapılarını umut kapıları haline getirmemiz bunun asıl sebebi.

Şehrin mevcut ekonomik girdi sağlayacak kaynaklarının hakkıyla değerlendirilmemesinde onların vebali var elbette.

En azından Ankara'da dile getirmek hususunda gerekenler, gerektiği biçimde yapılmıyor.

Şehrin siyaseten tanıtımında, İbrahim Erkal'ın şarkılarıyla sarfettiği çabanın binde birine bile hasretiz yirmi otuz senedir.

"Erzurum'un unu, şekeri ve yağı budur, bundan helva yapmak istiyoruz, bize yol gösterin, fırsat verin, destek gösterin" demesi gerekenler; halktan daha suskun.Şehrin kaynaklarını değerlendirmeye yönelik projeleri toparlayıp, yetkililerin önüne koyması gerekenler, proje sahiplerini küstürmekte oldukça mahir.

Toplumun üretime yöneltilmesinde eksikliği ciddi biçimde hissedilen otorite boşluğunu doldurmak yolunda ciddi bir çabanın içinde olmamışlar siyasiler.

Hele daha önceleri, bana muhtaç olsunlar da, kapımdan eksilmesinler; böylelikle taraftarım, oyum noksan kalmasın, diye akleden birtakım siyasiler, halkı günü birlik düşünmeye sevketmişler yıllar boyu.

Hatta zaman zaman memur sürgün yeri olarak Erzurum'un kullanılmasına ses çıkarmamış çoğusu.

DİŞ ETİ KARIN DOYURMAZ

Bürokrasinin çile mekanı olarak Erzurum gösterilmiş taşradan.

Diş eti karın doyurmaz doyurmasına amma, halkın umutları üzerinde siyaset yapmayı ve böylelikle hep seçilmeyi düşleyenler bol bol vaadederek, birer parmak bal çalmışlar Erzurumlunun ağzına.

Konfiçyüsün, "senden yiyecek isteyene balık verme, onu tutmasını öğret" şeklindeki nasihatine uyacak bir gayret yerine, avutulmaya tabi tutulmuş halk.Yaralara neşter vurulmamış, sadece pansumanı yapılmış oy için.

Kendisine vaadedilenin geçici cazibesi içinde yarınına iyi bakmayan halk, haliyle de şehrin kalkınmasına matuf uzun vadeli plan ve projelere tahammülsüzlük göstermeye başlamış.

Helva bana değsin de ölü gor ba gor olsun anlayışı hakim hale gelivermiş.Gelinin tayinini, kızının işe girmesini, oğlunun makamında yükselmesini, şehrin kalkınmasından daha önemli görenler çoğalmış ve siyasileri bu yola kanalize ederek, onları hakiki endişelerinden uzaklaştırmış.

Parti kapıları iş kapısı, ekmek kapısı, bürokraside yükselme kapısı haline gelmiş.Kamu kuruluşlarının planlı çalışmalarına bile tahammül gösterilmeyerek, köy camisinin onarılması için istenen yardımın gelmesi amacıyla parti yetkililerinden yardım beklenmiş. Köyün yolu yapılacak, su kanalları onarılacaksa; bunu planlayıp uygulayan kuruluşa değil; hemen iktidar partisi yetkililerine gidilmiş.

ADAMINI BUL KOLAYCILIĞI

Her işin adamını bulmak kolaycılığı epidermi halinde hane hane sarmış Erzurum'u.

Külfeti çekenler kenarda kalmış, nimeti yiyenler diğerlerine sırtını dönmüş.

Kamu kuruluşları üstünde politik sultanın çoğalması sağlanmış, sağlandıkça da her işi siyasetçiye kalmış, haliyle de siyasetçi de halkın işinden geriye.

DEĞİŞİMİ YAKALAYAMAMAK

Dünya değişmiş, haliyle Türkiye'de değişim başlamış.

Batı illeri, Güneydoğu illerinin siyasi temsilcileri bu değişimi taşımışlar illerine.

Gaziantep'in, Diyarbakır'ın yüksek kalkınma hızına ulaşmasında siyasetçilerinin büyük emeği var.

Bizde ise değişen ekonomik şartlara yabancılaşma arttıkça artmış.

Yine bazı siyasilerimiz, hizmet endişesi taşıyıp, bunu projeye döken ve gerçekleştiren bürokratlarımıza yeterli desteği vermemiş çoğunlukla.

Parti taassubu, hizmet endişesinin önüne geçmiş.

Hizmet erbabı takdir edilmemiş, iftiralarla bezdirilmiş, kaçırılmış, yahut bizim partinin bürokratı değil anlayışıyla görevinden alınmış. Haliyle de Erzurum'a hizmeti bütün nefsi hesaplarının önünde tutanlar korkar olmuşlar siyasetten ve siyasetçiden.

Onlar da yerlerinde kalmak için aynı çarkın bir dişlisi olmayı yeğleyip "suya sabuna dokunmadan" masalarını korumuşlar.

DİNLE DE HİZAYA GEL...

Bu şehirde uzun yıllardan beri üst düzey bürokratlık yapan birinin, Ankara'dan gelen hizmet ödeneklerini, gerek yok diyerek yıl sonunda hemen geriye gönderdiğini duyduğumda, oldukça şaşırmış, bu parayı niçin kullanmadığını anlayamamıştım.

Bir dostum, bu bürokratın "ben bu parayı kullandığımda, kimisinin hoşuna gidecek, kimisi beğenmeyecek, haliyle şikayet edileceğim, en iyisi mi kullanmayayım, nasıl olsa kimse bilmez, ben de rahatsız edilmem" diye düşündüğünü; bunda da mevcut ortam içinde haklı olduğunu söylemişti.

Siyasetin bu denli etkili olduğu bir şehirde elbette, böylesi durumların olması kaçınılmaz hale gelmiş demek ki.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ NEREDE?

Halkın durumunu dile getirecek sivil dernekler, demokratik kuruluşlar kendilerine düşen görevi yerine getirmişler mi peki? Çoğunluğun hayır diyeceğini biliyorum; durum da bunu göstermektedir.

Siyasetin cezbedici büyüsüne kapılan sivil örgütler, bulundukları makamları halkın sorunlarını aktarma ve çözüm üretme mekanı halinde değil, siyasete yükselme basamağı olarak kullanmayı daha önemli buluyor haldeler maalesef.

Ben buradan nasıl seçilirim, bu makamı nasıl kullanırım hesabı; halkın derdini nasıl dile getiririm endişesinden önce tutuluyor ne yazık ki. Sivil örgütler, birer siyaset okulu ve siyasete hazırlanma mektebi diye algılanıyor.

Sonuç ortada.

KARAMAN'IN KOYUNU...

Halk ne yapıyor, bu durum karşısında? Biriktiriyor acılarını, dertlerini, sorunlarını. Ve Şeyh Sadi—i Şirazi'nin şu hikayesinde gibi sergiliyor tavrını.

"Bir meşhur pehlivan vardır bir vakitler. Yenmedik kimse bırakmaz. Ünü dağı taşı aşmıştır. Yanında çıraklar yetiştirir.

Bunların içinde ençok sevdiği ve pehlivanlık istidadı gördüğü birisine oldukça ehemmiyet verir. Hikaye bu ya, üç yüz altmış beş oyun bilir meşhur pehlivan, üçyüz altmış dördünü öğretmekte beis görmez çırağına.

Gün gelir, kisbetini koltuğu altına alarak, şöhret peşinde güreşmek için yola çıkar çırağı. Sırtını yere getirmedik rakip koymaz. Namı bütün memleketi sarar.Ve bir gün orta yerde artık ustasını da yenebileceğini söyler.

Bu söz devrin hükümdarının kulağına kadar çıkar gelir. Bir panayır düzenletir hemen, ustasıyla çırağını er meydanına çıkararak en iyisinin ortaya çıkması için güreşmelerini ister. Er meydanı dolar taşar. Pehlivanlar duayla çıkarlar meydana. Çırak ustasına, öğrendiği 364 oyunu göstermeye başlar, cevabını alır. Gençliği yüzünden biraz daha cevval ve biraz daha dayanıklıdır. Bir oyun sırasında açık düşecekken ustası, bir seri hareketle yeni bir oyun yaparak çırağı tuş eder.

Mağlup çırak, kızaran bir yüzle ustasına bu oyunu niçin kendisine öğretmediğini sorunca, usta cevabı yapıştırır hemen:

"Senin mayanı bildiğim için bir oyunu da bugünlere, kendim için saklamıştım."

Halkın kendi adına sakladığı tuş edici oyunu da seçimden seçimedir. Kimbilir, belki kaybolan kırk ikindilerin hasreti; böyle bir cevabı gerekli kılmaktadır. Kimbilir?..

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi