"Biz yürüdükçe işe yaradık.
Gördükçe en iyi iş yapardık.
Çoğaldıkça ordular kurardık.
Altta yer,Üstte gök tanık,
İstanbul'da "yok" diyorlardı,
Biz Erzurum'da vardık."
Celal Ertugay
Eskilerimizin anlattığı geçmişe ait bir anekdot vardır: "Tikkir köyünde yaşayan bir çiftlik ağası karısına elbiselik kumaş alır. Hanımı, biçtirir, diktirir elbisesini; bayramda giyinir. Çiftliğin marabası da hanımına aynı cins ve desende bir kumaş almış, onun eşi de bayramlık olarak onu giyinmiştir. Bayramlaşma sırasında ağa marabasının hanımınca giyilen elbisenin, eşininkinin aynısı olduğunu görünce celallenir. Bayramlaşmayı keserek, bir kenara çeker marabasını. Cebinden bir tomar para çıkararak ona uzatır ve "al bu para karşılığında hanımının elbisesini bana sat. O'na başka bir elbise al.
Ağanın hanımıyla maraba karısının aynı kalitede giyinmesi düzeni bozar, töreye halel getirir; dirliğimizi, düzenimizi altüst eder" der.Bazı büyüklerimiz, 'eskilerde ne dirayetli insanlar vardı', diyerek anlatırlar bu olayı.Dirayet neresindeyse bu işin, ağa gösterişli maraba da eskiler giyinmek ve sıfatınca yaşamak zorundadır onlara göre. Kimse kendini ve hele haddini aşmamalıdır.
Herkes gereliyle kırkılmalı, herkes haddini ve yaşama hududunu iyi bellemelidir. Değişmek, gelişmek; kurulu düzeni bozmak alamet—i kıyamet olarak bellenmiş, belletilmiştir.Erzurum'u durağan hale getiren anlayış bu olmuştur uzun yıllar, onlara göre.
KENDİNDEN OLANA TAHAMMÜLSÜZLÜK...
Farklı insanlara tahammülsüzlük böyle başlamıştır. Kabuğunu kıranlara uyum sağlama güçlüğünün ardında bu zihniyet durmuştur ötelerden beri.Kendisine benzeyeni bir yere getirmemek için içten içe çaba sarfedenler, "bundan birşey olmaz anlayışını" seslendirmemişler; lakin içlerinden çıkanı yükseltmemek, ilerletmemek adına da ellerinden geleni ardlarına komamışlar."Ola gardaş, ben danalığını bilirem, cinsini cibiliyetini tanıram, ondan birşey olmaz" denilmiş öne çıkana.Eğer bir yoksul evladı, biraz zenginleşirse "gardaş, nerden bulur, nasıl kazanır" diye hayıflanılmış. "çok para haramsız olmaz" deyü fetvalar verilmiş.Ne maşallah, ne barekallah...
"Köy kurnazlığı" diye kavramlaştırılan bu hal, üstümüzden hiç eksik olmamış.Köy kurnazları çoğaldıkça, ileriye bakanlar aynaya bile bakamaz durumuna düşürülmüş. Tenkitleri cevaplandırmaktan, kendisini ortaya koymaya fırsat bulamamış.Ya kabuğuna çekilmiş cemiyetinden küserek; yahut terki diyar eylemiş.Kendilerine benzemeyeni de, 'altımızı üstümüze getirecek, eski köye yeni adet sokacak' düşüncesiyle; nemime, çekiştirme, iftira ve bühtan oklarına reva görmüşler. Siyasette, ticarette, sanatta hep böyle gelmiş; böyle gitmesini istemiş birileri.Erzurum'a bugün dahi ihtiyaç duyulan üstün hizmetleri getiren siyasetçilerimiz, eski yöneticilerimiz neredeler?
Niçin Erzurum'da kalmamış çoğusu?
Mesela, gelmiş geçmiş belediye başkanları ve senatörler içinde mümtaz bir yeri olan Edip Somunoğlu, niçin apar topar göç etmiş Erzurum'dan?Ayhan ağabeyim anlatmıştı, Güllülü'nün belediye başkanlığı döneminde, şehrin içme suyunu artırmak için iller Bankası, DSİ uzmanlarının da içinde bulunduğu bir heyet kurulur. Saniyede bin 260 litre olan şehir suyunun ileriki yıllarda ihtiyacı cevaplamayacağı kanaatiyle su kaynakları araştırılır. Şehire iletimi bakımından Dumlu Baba suyu uygun bulunur, suyun Erzurum'a getirtilmesi için projeler yapılır, gerekli kaynak sağlanır. Devrin hükümeti projeyi onaylamış ve maddi destekten kaçınmayacağını da deklare etmiştir.Dumlu Baba Suyu yalnızca köylülerin kullanmadığı saatlerde isale hattına verilecek; özellikle tarla ve bostan sulama zamanlarında yine eskiden olduğu gibi tarım alanlarında kullanılacaktır.Projenin haberi gazetelerden verildiğinin daha ertesi günü, "Dumlu Baba suyuna mücavir alanlardaki köylerin muhtarları belediyeye akın ederler, suyumuzu elimizden almayın" feryatları yükselir. Projeyi tamamlamakta kararlı olan yönetim ekipmanını Dumlu Baba menbasına gönderir.
Köylüler ellerinde kazma kürek ve av tüfekleriyle suyun etrafında toplanmışlardır. Ekibi çalıştırmazlar. Ertesi gün bir gazetede köylülerin suyun kullanılmasıyla ilgili olarak son kararları bölge sayfasının manşetinden verilmiştir: "Kan çıkar, su çıkmaz"Şehire getirtilecek bir hizmet esnasında halkı huzursuz etmemek niyetiyle, iş askıya alınır ve araştırılır. Araştırma sonunda ortaya çıkan netice utanç vericidir.Yüzde yüz Erzurumlu olduğunu iddia eden birisi, defalarca köye giderek suyu artık kendilerinin kullanamayacağını, kullandıklarında ise para alınacağını ve arazilerinin kuruyacağını anlatmış; köylüleri kışkırtmıştır.Devrin belediye başkanı da, sebebi anlaşılmayan bu hasutluk sebebiyle Erzurum'u rahatlatacak bir projeyi rafa kaldırmıştır. Yorgan gitmiş, kavga bitmiştir.Yaz aylarında gidenler bilir, Dumlu Baba suyu boşu boşuna akmaya devam etmektedir. Suyu ciddi biçimde kulananların sayısı ise bir elin parmaklarının sayısını geçmez.Erzurum yaz aylarında su kesintisine, yokluğuna maruz kalır.
Kimin umrunda? Son çare olarak başvurulan Palandöken barajı ancak on, onbeş yıl sonra devreye girecek, arada geçecek sürede ise müşkili Erzurumlu çekecektir.
Dumlu Baba suyuyla, baraj suyu bir mi?
Bu su evlerimizdeki musluklardan aksa, eski çeşmelerimiz bu suyla ihya edilseydi kötü mü olurdu?Devrin belediye başkanı, bu muhbire bir yerlerine yakması için kına gönderdi mi, bilmiyoruz; bu muhbir "plutzer" ödülünü aldı mı? Onu da bilmiyoruz, ama aynı şahsın iyi bir Erzurumlu gibi orta yerlerde bulunduğunu, Erzurum adına ahkam kesmeyi sürdürdüğünü hepimiz biliyoruz.
KAÇIŞIN ARDINDAKİ GERÇEK
Halâ belediye otobüsüne binmişlerden, hala burnu soğukta üşümüşlerden temsilcimizin olmamasının ardında, başka ne sebep vardır dersiniz?Sermayesini batı illerine göçürenleri hep şehire ihanetle suçlar dururuz öteden beri.Tetkik edin, göreceksiniz, onların kaçışının ardında da bu vardır.Adam, şehirde birşey üretmeye kalkmış, malını almamışız. Diğer yörelerden geleni övmekteki aculluğumuzu; hemşehrimizi kötülemekte harcamışız.
Üretim yeri Erzurum olanı bedlemiş, malı kalitesiz, kullanışsız ilan edivermişiz.Su şehri olarak bilinen Erzurum'un menbalarını şişeleyerek satmaya kalkan bir müteşebbisimizin halini hatırlayanlar, bize hak vereceklerdir.Adam, şişelerin üstünde Erzurum yazısı var, diye iflasa sürüklendi, sonra aynı suyu İstanbul'da şişeleyip satınca kabul gördü.
Dabakhane, Cennet çeşmelerini kendi kendimize övüp durduk hep, ama içimizden birisi bu suları ambalajlayıp ülke ve şehir piyasasına sürünce; bizim akledemediğimizi aklettiği ve böylelikle bizden farklılaştığı için cezalandırdık. O'nu.Yine tekstil alanında bir vakitler hizmet veren Secaattin Alınay kardeşimin düştüğü durum; imal ettiği mamüllerin üstüne ille, ya bir ecnebi markası yahutta İstanbul'dan bir firmanın yaftasını yapıştırmadan satamamıştı bir türlü.
URFALI İBO MU, ERZURUMLU İBO MU?
Sanattaki halimiz de böyle değil mi? Sesine şiir yazılan Mükerrem Kemertaşların, Fuat Duruların rızıklarını başka illerde aramalarının sebebi başka ne ola ki.Elazığlı, Fatih Kısaparmak'ına, Kırşehirli, Neşet Ertaş'ına, Rizeli, İsmail Türüt'üne sahip çıkarken; biz aynı duyarlılığı mesela Nurullah Akçayır'a, mesela Mevlüt İhsani'ye, mesela Raci Alkır'a gösterebildik mi?
İbrahim Tatlıses'i meşhur eden Urfalılık düşüncesinden hiç mi ibret alamadık? Erzurum'u tanıtmak adına türküler söyleyen İbrahim Erkal'e Urfalının Tatlıses'e gösterdiği ilginin milyonda kaçını gösterebildik?
Benim hemşerimdir diyerek kaç kasetini—dinlemesek de— alma kararlılığını sergileyebildik?
Hep merak ederim, aramızdan kaç kişi "Hadi gel Erzurum'a gel" şarkısını bütün Türkiye'ye söyleten sanatçımıza teşekkür etti, dua gönderdi?
Halk müziği üstadı Hüsamettin Ceylan'ı teşyi etmek kaçımızın aklına geldi.
GARABETİN BU KADARINA DA PES!
Hele bürokrasideki halimiz, o, külli garip, külli acayiptir.Ziyaretimize gelen bir eski milletvekili, gözleri yaşararak şöyle bir olay nakletmişti:"Devlette uzun yıllar çalışmış, bir kaç dil bilen, yüksek görgü ve tahsile sahip bir arkadaşımızın, bir kamu kuruluşuna Genel Müdür olarak atanması için çaba sarf ediyorduk.
Kararname, Başbakan bile razıyken bir türlü çıkmıyordu. Bir heyet halinde ilgili bakanın huzuruna çıktık. Arkadaşımızın işinin akıbetini sual ettiğimizde, özel kalem müdürüne dönerek, falanca hakkında gelen mektup, telgrafları getirin, telefonla arayanların listesini de ekleyin dedi. Müdür elinde birkaç tomarlık dosyayla çıkıp geldi. Bakan, "kardeşim" dedi, "siz istiyorsunuz ama, hemşerileriniz istemiyor, bu arkadaşla ilgili bir sürü yakışıksız iddiaların yer aldığı mektuplar, telgraflar burada."Sonra içlerinden birisini çıkartarak okumaya başladı, Erzurum’dan gönderilen mektupta, bu değerli arkadaşımızın ne hırsızlığı, ne rızsızlığı kalmamış, iftiralarla süslenen yazıda arkadaşımızın atanmaması istenmişti. Ne diyebilirdik, nasıl ısrar edebilirdik?"Yine bundan çok değil on on beş yıl evvel, bir bürokrat arkadaşımız bir kaç mebus ile genel müdürlük talep edilecek bakana çıkarılır, methedilir, özellikleri dile getirilir, atamanın yapılması istenir.Aradan bir hayli süre geçmesine mukabil atama yapılmaz. İş unutulur gider.
Yıllar sonra bu eski bakanla ünsiyet eden bürokrat, atamasının niçin yapılmadığını sorduğunda aldığı cevap tüyler ürperticidir: "Kardeşim" der, eski bakan, "atamanı yapacaktık. Sizin heyet çıkıp gittikten bir saat sonra, seni takdim eden siyasilerden birisi telefon açarak, "biz arkadaşımızın yanında onu övdük, lakin o makama layık değildir, atamasını sallayın gitsin" dedi.
Biz de gereğini yaptık"Şehrin sosyo ekonomik bakımdan kalkınması için üst düzey bürokratların sehabeti gerektiğini ve Erzurumlu bürokratların azlığını dile getirir, sızlanırız da bunun niçin düzeltilmediğini hiç araştıranımız olmuş mudur dersiniz? Sebepleri ortaya koyanlara dikkat kesilenimiz ne kadardır?Bürokrasinin üst kademesinde görev yapmayı siyaset için gerekli görenlerimiz, bu makamları siyaset yolunda harcayanlarımız olmadı mı? Elbette oldu.Hala Ankara'da yaşayıp Erzurum'dan, Erzurumlu'dan bihaber olarak, yine Erzurumlu'nun oylarıyla siyaset yapmak isteyenler yok mu?
Geçmişteki "Ankara'dan gönderileni seçmek" yanlışlığını sürdürenler, kullanmaya kalkmıyorlar mı halkın iyi niyetini?Şehrin "gehetini çekmeyip", soğuğunu bilmeden, ahalisinin sorunlarını anlamadan ve onlar gibi yaşamadan, onların hayatlarının üstünde bir ömür sürüp bir de temsilciliğine soyunmak ayıbını gelenek diye takdim edenlerimizin, şehrin geri kalışındaki veballerini hepimiz iyi biliyoruz.
Ekonomik atılımlarda da zaman zaman istismar edildi Erzurum. Halkın gösterdiği destekler unutulup, kâr daha cazip görüldü bazı müteşebbislerce. Mesela bir büyük gazetenin Erzurum'a ilk geldiği günleri hatırlayınız. Hepimiz yürekten destekledik bu gazeteyi. Okumasak bile abone olduk.
Sonra ameliyat ipliği imalathanesi açıldı, birkaç Erzurumlu istihdam edilir diye, teşebbüse methiyeler düzdük. Mağazaları açıldı alışveriş ettik, Finans kuruluşları devreye girdi mevduatımızı yöneltik, sigorta işine girdi sigortalandık; biz birkaç Erzurumlu daha iş sahibi olur diye düşündük hep. İşin başındakilerin de Erzurum'a kendilerine Erzurumluların baktığı gibi baktığını zannettik.
Bugün, Allah daha alâ etsin, Türkiye'nin hatırı sayılır holdinglerinden birisi olmuşsa emin olun Erzurum halkının bunda katkısı büyüktür.
Peki bunca iyi niyete karşılık ne oldu dersiniz?Gazete dağıtımında ulaşım masrafı daha az olacak, denilerek matbaa Erzurum'dan başka bir ile taşındı, onlarca kişi de kapı önüne kondu.
SİZE MERKEP DİYORUZ, KENDİMİZE DE EŞŞEK
Teşbihi hoş görün: vaktin birinde bir ilçemize dışarıdan bir misafir gelir. Makamı, mevkisi büyük; zenginliği de haylicedir. Yedirir içirir ilçe halkı, misafir eder, başüstünde gezdirirler. İlçenin güngörmüşlerinden birisi, halka nasihat eder, "iyi davranın, ama anlayıp dinlemeden, bilip tanımadan öyle pek de güvenmeyin" der; ama dinleyen kim.
Misafir baştacı olmalıdır, deyip izzeti ikramı artırır bizimkiler. Hakikatte eski eser taciri olan misafir, gece bir yolunu bulup, ilçedeki bir tarihi eseri araklamıştır.Ertesi günü, misafir yolcu edilirken, eşyalarını nasıl götüreceğini sorar ev sahiplerine, "merkebe yükler götürürüz" derler.
Adam anlamamış gibi bakar. O gün görmüş ihtiyar da oradadır, misafirin tarihi eseri çaldığını görmüş, iyi niyetin istismarına tanık olmuştur. Hemen ortaya atılır, hayvanı göstererek "bey" der, "biz size merkep diyoruz, kendimize de eşek."İyi niyetlilerin affına sığınıyoruz elbette. Sözümüz ortaya ve illa alanadır.