Bazı meşrepler, çeşitli cemaatler ve gönül bağlılığı olan insanlar vardır. Her cemaatin mutlak bir hocası, bir muallimi olabilir, olmalıdır Cemaatin bağlıları hocalarını sevmelidir. Maddî ve manevî bakımdan istifade etmek için bu şarttır. İnsan sevmediği bir kaynaktan feyiz alamaz.
Cemaatlerin varlığı çok önemli ve çok faydalıdır. Ehl-i sünnet çerçevesinde, iman ve itikat bakımından Kuran ve sünnet ışığında Allah rızasının tahsili için yapılan her iş güzel, her birliktelik makbuldür. Rahmet, cemaat ile beraberdir.
Müslüman cemaatsiz yaşayamaz, hocasız, muallimsiz olamaz. Bu nedenle cemaatlerin birbirlerine bakışı “Hubbu fillah, Buğdu fillah” çerçevesinde olmalıdır. Seven sevdiğini Allah için sevmeli, sevmiyorsa yine Allah için sevmemelidir.
Cemaatler arasında nefse, hasetliğe asla yer verilmemeli, gıybet ve dedikodudan kesinlikle uzak durulmalıdır.
Sevgili Peygamberimiz (SAV) Efendimiz:”Kardeşin kardeşe arkasında yaptığı dua reddolunmaz.” Bu, Müslüman’ın şiarı olmalıdır. Zira Mevlana:”Kusursuz dost arayan dost bulamaz.” Der. Evet, bu bağlamda ben de diyorum ki “Muhabbetle bakarsan, kaybolur her bir noksan.”
Burada şuna dikkat çekmek istiyorum. Meşrep taassubu ile her türlü aşırılık, ifrat ve tefrit hoş değildir. Aşırılılıklar insanı imandan edebilir. Allah korusun.
İşte bu nedenle: Bir cemaate müntesip olan bir kişi, hocasının Sünnet ve Kuran çizgisinde tavsiye ettiği konulara yapışmalı ve yaşamalıdır. Şeytanın vesvesesi ile hayatını keramet aramakla, şeyhinin, hocasının makamını araştırmakla beyhude geçirmemeli, boş, faydasız konularla uğraşmamalıdır.
Nitekim bir hoca kitap yazmış, talebeleri okusun diye. Burada talebeye düşen okumak, okuduğu ile amel etmektir. Netice bu kitabı yazana teşekkür babında bir fatiha okumak en büyük hediyedir.
Fakat ne yazık ki bazı kişiler, kitap okurken iki de bir:”Hayret ifadeleri ile bu hocamın makamı acaba gökyüzünde nerededir, bu yazıları dünyada başka hiçbir kimse yazmamıştır, Böyle bir âlim yoktur. Bu âlim olmasaydı biz Peygamberimizi nasıl tanırdık, gibi sözlerle meşgul olmak, ihlâsa aykırıdır. Zira burada nimeti görüp, İnamı unutmak tehlikesi vardır. Çünkü insanlara verilen bu güzellikler Allah tarafından verilmiştir.
Kişilere takılıp kalmamak esastır. Esas olan Sünnet-i Rasulüllah’ı yaşamak ve yaşatmaktır. Maksat budur. Zaten o kitapları yazan insan da sünnet yolunu göstermektedir.
Fakat şeytan insanı aldatır, mensubiyet, bağlılık derecesini artırmak adına bu yollara baş vurur.
Artık, yukarıda da ifade ettiğim gibi:”Benim bu hocamın makamı nerededir, bu yazıları dünyada hiç kimse yazmadı, böyle bir yazı yazan olmadı, bundan başka kitap okunmaz.” Gibi sözler hem hocasına hem de kendisine zarar verir. Bu meseleyle ilgili olarak vermiş olduğum iki misalle bu konuya açıklık getirmek istiyorum.
DOKTOR VE REÇETE MİSALİ:
Bir gün, bir cemaat mensubu kardeşimizin bu tür lafları karşında dedim ki: Bak! Şimdi sen hastasın, doktora gittin, doktor sana reçete yazdı, bu ilaçları iç, kullan, İnşa Allah iyileşirsin, dedi.
Sen ne yapıyorsun, geliyorsun! Yahu, böyle bir reçete hiçbir kimse yazamaz, bu reçeteyi yazan dünyada kimse olmadı, bunun gibi doktor yoktur, böyle bir doktor olmaz. Gibi sözlerle durmadan doktoru methediyorsun.
Ben ona dedim ki, kardeşim, doktor sana diyor ki bu reçeteyi al, ilaçlarını al, tarifeye göre kullan, yani ilaçları iç. Mesele bu, ilacı içmek, sonunda da ilacı verene teşekkür etmek, asıl şafi olan Allahu Teala’ya hamd etmek gerekir.
TRAFİK POLİSİ MİSALİ:
Yine aynı cinsten bir başka kardeşimize de bu misali vermiştim. Mesela, çok yoğun bir trafik kavşağında polis yol gösteriyor. Bir şoför düşünün ki arabadan iniyor, koşarak polisin eline yapışıyor. Aman efendim, sizin gibi bir polis ben hiç görmedim, sizin gibi yol gösteren hiç bir kimseyi duymadım, sizin makamınız acaba nerede, gökyüzünde hangi makamdasınız, ilk defa siz bu yolları gösterdiniz! Dediğinde… Polis, bırak kardeşim beni. Çabuk, benim gösterdiğim yere git, yoksa ikimizi de mahvedeceksin. Hem kendini, hem de beni perişan edeceksin.
Aynen bu misalde olduğu gibi, bir insanın hocasına aşırı derecede, İslâm”ın koyduğu ölçülerin dışına taşarak bağlılık göstermesi her ikisini de perişan eder, maneviyatlarını bozar. Böyle bir hastalığa yakalan kimseler daha ileri seviyede imanını da kaybeder.
Çünkü nimete takılıp kalınca gerçek ve hakiki inam sahibini unutur. Kuran-ı kerim, bu hususta: “Başarım da yalnız Allah’ın yardımı iledir. O’na tevekkül ettim, O’na döneceğim:” Ayet-i Kerime’si bütün güzelliklerin ve bütün başarıların Allah tarafından verildiğini gösterir. Sebeplere yapışmak, cüz-i iradesini kullanmak kula, netice Allah’a aittir. Bu bağlamda kul kâsip, Allah Halik’tır, yaratandır.
Bu hususta Hz. Halid bin Velid’in, Hz. Ömer tarafından ordu komutanlığından alınması ibret alınacak çok önemli bir meseledir. Kahramanlığı dilden dile destan olan Halit bin Velid sahabenin dilinden düşmüyordu. Bütün başarılar Hz. Halid (RA) Hazretleri'nin şahsından kaynaklanıyormuşcasına bir ifrat yaşanıyordu.
Hâlbuki Allah(CC), Bedir’de ve Uhud’da “Size zafer verdik.” Diye buyurmakta idi. Hz.Ömer bu gerçeği ve bu endişeyi anlatınca, bütün sahabe ve Hz. Halid (RA) hz.leri memnun olmuşlardı.
İşte bu sebeplerden dolayı insan öğretmenini, hocasını sevmeli, netice itibariyle bir insan olduğunu da bilmelidir. Allah katında sevimli bir insan olduğuna kesinlikle inanmalıdır. Bu noktada hüsn-ü zan göstermelidir. Bu başka, fakat her türlü aşırılıklardan, ifrat ve tefritten kaçınmalıdır. Keramet arama, paye verme, makam tayin etme hastalığına düşmemelidir.
En büyük keramet Kuran ışığında sünnet-i Rasülullah’ı yaşamaktır. Talebenin vazifesi hocasının gösterdiği ehl-i sünnet yolunu yaşamak, ilim, âmel ve ihlâs potasında pişirip Allah rızasını tahsile çalışmaktır.