Yönetici: şefkat ve merhametin zirvesinde hak ve hakikatin temsilcisi, mazlumun hamisi, zalimin korkulu rüyası olmalıdır.
Tevazu, yöneticinin şiarı olmalı, kibir ve gururdan uzak durmalıdır. Tevazu ile vakarı asla karıştırmamalı, temsil ettiği makamın şerefini korumalıdır. Zira fazla tevazu riyakârlıktır. Unutulmamalıdır ki makamlar insanı yüceltmez.
Ne mal iledir Beyim! Ne cah iledir, ululuk kemal iledir. (Namık Kemal)
Makam ve mevkisini nefsi arzuları için bir tatmin makamı görenler, akıbet hüsran ile karşılık bulur.
Yönetici, emme basma tulumba gibi kafa sallayan dalkavuklara dikkat etmeli. Şahsiyetli ve dürüst insanlara değer vermelidir.
Yönetici, istişare kapısını kapatmamalı, ne oldum delisi olmamalıdır. Kendisine teslim edilen imkân hak ve hakikat yolunda kullanmalı, şefkat ve merhametin doruklarında, adaletin temsilcisi olmalıdır.
Emanetin ehline teslim edilmesi “Sosyolojik bakımdan bir hakikatin ifadesidir.”
Emanetler, ehline, işin mütehassısına verilmelidir. Bir sistemin nizam içinde işlemesi buna bağlıdır. Hangi iş olursa olsun, liyakat, ehliyet, bilgi, dürüstlük ve kabiliyet ölçüleri değişmez esaslar olmalıdır.
Uçağa kumanda eden pilot, makinenin düğmesine basan mühendis işini kavramış, anlamış olmalı ve meselesine hâkim olmalıdır. Aksi takdirde ehliyetsiz bir el, her şeyi alt-üst edebilir; hayatı zindan edebilir. Toplum nizamı, sosyal hayatın devamı böyle olmak zorundadır. Eğer yöneticiler “ehliyet ve liyakat” esasından uzak, adam kayırma, kendi partisinden olma gibi dalkavukluk temelleri üzerine oturmuş ise cemiyetin iflah olması mümkün değildir, olmuyor da...
Tarihin akışı içerisinde milletlerin ve ailelerin hayatı böyle acı hatıralarla doludur.
Mekke’nin fethiyle Kâbenin anahtarları Osman bin Talha’dan alınır, Hz. Abbas' ın himayesine verilir. Ancak, Kâbe-i Muazzama’nın hizmetlerinde aksamalar olur. Bunun üzerine Osman bin Talha hakkında şu ayet nazil olur:
“ Şüphesiz size, Allah emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah ne güzel öğüt veriyor, şüphesiz Allah işitir ve görür.”
İlâhi fermanı ile hayat nizamının temel felsefesine ışık tutuluyor... Ve anahtarlar Osman bin Talha’ya teslim ediliyor. Hz. Osman bin Talha bundan sonra İslâm’la şerefleniyor.
Bu gün yenidünya düzeninde hakkın, hukukun çiğnendiği, adam kayırma ve partizanlığın zirveye ulaştığı hazin bir tablo yaşanıyor. Adam kayırma almış başını gidiyor, baskı ve sindirmelerle insanların önü kesiliyor.
Peygamberimiz(SAV) :
“Emanet ehline teslim edilmediği zaman kıyameti bekleyiniz...” Fermanı ile yaşanan bir hakikati ortaya koymuştur. Emanetin ehline teslim edilmemesi nedeniyle sistemin posası çıkmış, gözler hayret ve şaşkınlıkla çaresizlik girdabında bir kurtarıcı bekler duruma gelmiştir.
Partizanlık ve adam kayırma ile emanet ehline teslim edilmediği takdirde acı felaketler kaçınılmazdır. Zira “ Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur.
Bekrî Mustafa bir cenaze namazı kıldırmak üzere imam olur, namazdan sonra kefeni açar mevtanın kulağına bir şeyler fısıldar. Bekrî Mustafa’ya sorarlar: Mevtanın kulağına ne dediniz? İbret telkin eden şu cevabı verir: "Sana dünyada ne var ne yok diye sorarlarsa, Bekri Mustafa imam olmuş, dersin, onlar işi anlarlar.”
Maalesef bu acı manzaralar yaşanmaya devam ediyor. Emanetin ehline teslim edilmemesi bir irfan eksikliği ve ihanet değil midir? Emanete ihanet ise münafıklık alametlerinden bir cüzdür. Osmanlının muhteşem devirleri, inancına dahi bakılmaksızın emanetin ehline teslim edildiği misallerle doludur.
İşte bu tavır Osmanlı’yı altı yüz küsur yıl üç kıtaya taşıdı. Nice gayr-i Müslimler bu engin hoş görü ve yüksek irfan karşısında İslâm ile şerefyap oldu.
Başarıyı, huzuru, birlik ve beraberliği emanetlerin ehline teslim edildiği bir iklimde bulmak mümkündür. Aksi düşünce her zaman hezimet ve hüsrandır.
Devam edecek…