Tasavvufun orijin ve değişmez yaklaşımı “zerre küllün aynası” aforizmasıyla izah edilir.
“Kainatı laboratuar ortamına taşıyıp ortaya çıkaracağınız sonuçlarla, zerre ölçeğindeki bir cismi aynı işleme tutmanız halinde karşılaşacağınız netice aynıdır” anlamına vurgu yapıyor.
Hakikatte budur zaten.
Öyle olduğu içindir ki, canlı bir organizmaya gösterilen özen ile tabiatın herhangi bir numunesine yaklaşım arasında fark yoktur.
Çevreci zihniyetin saygıdeğer oluşu da buradan kaynaklanmaktadır.
Bu tariften hareketle yaşadığımız muhitlere de, bütünüyle canlı bir varlık gözüyle bakmak durumundayız.
Mesela bir kenti insan gibi düşünmek.
Uzuvlandırmak. Kalp, beyin, böbrek, akciğer, karaciğer tasnifine gitmek.
Ve tabii, “sağlıklı bir kent nasıl olur?” sorusuna cevap aramak!
Tıpa, tebabete aşina olanlar sağlık eşittir antikor derler.
Sahi nedir antikor?
Bağışıklık sisteminde var olan, vücudu yabancılara, yabancılaşmaya, saldırılara karşı koruyan mekanizma.
"Koruyucu melekler"!
Kimi zaman açığa çıkması için dışarıdan ittirici bir takım uygulamalar yapılır. “Aşı”ya bu gözle bakalım.
O halde, kent olgusunu bu açıdan irdelemeye ne dersiniz?
Erzurum’un doğal koruyucuları var mı?
Varsa neler?
***
Hemen altını çizelim ki, tarihi süreç içinde kendilerine özel yer bulmuş kentlerin ortak yönleri sahici antikorlarla kuşatılmış olmalarıdır.
“Kadim kent” kavramıyla özdeş mekanlara bu açıdan bakmayı öneriyoruz.
Uğradıkları istilalar, yakılıp yıkılmalar dahi oraları tarihi özelliklerinden koparamamıştır. Zira, güçlü antikorlarla dizayn edilmişler.
İsterseniz, "bir kentin antikorları neler olabilir"e bazı cevaplar vermeye çalışalım.
Tarihi mekanlar!
Bize göre birincil kategoriye buraları koymak lazım. “Yangında ilk kurtarılacak” ikazına muhatap yapılar. Aksi halde, hafızayı, onca yıla yaygın tutulmuş bütün bir envanteri yok etmiş olursunuz.
En önemlisi de, vücuda dışarıdan girecek, değiştiren, dönüştüren mikroplara karşı savunmasız kalırsınız.
Israrla altını çizdiğimiz “kentsel dönüşüm” heyulası yazık ki, doğal antikorları da göstere göstere yok ediyor!
Oysa, zamanın tahripkar gücüyle aşınmış bu tarihi dokuları, aslına uygun onarmak ve kentlerin koruyucu melekleri vazifelerinin devamını sağlamak esas olmalıdır.
Bir başka kent antikoru “sevdalılar”dır.
Toprağına aşk ve muhabbetle bağlılık duyan, attığı her adımda mensubiyet duygusunu sinesinde hisseden duyarlı zihinler.
"Doğal kent jandarmaları"dır bunlar.
Kırılanı döküleni takip eder bu tipler. Kentin tabii yapısını bozma girişimlerine canhıraş bir biçimde tepki koyarlar. Başkalaştırma eylemi bu sinelere çarpıp geri döner. Bunların kanunen bir pozisyonları çoğu kere bulunmaz.
Ne ki, kenti yönetenler onları görmezden gelemezler. Onların verecekleri tepkilere göre pozisyon belirler, plan proje yaparlar.
Binlerce, on binlerce yılda oluşmuş "yazılı ve sözlü kültür öğeleri" bir başka doğal koruyuculardır.
Deyimler, kavramlar, ağızlar, ağıtlar, dualar, beddualar…
Farkında değiliz ama, bunlar bir kenti ayakta tutan ve “tarihi” nitelemesine önayak olan mefhumlardır.
Konu önemli ve üzerinde çok daha fazla durulması gerekli.
Bir soru yöneltip, cevabı devama bırakalım.
Erzurum’un antikorları ne durumdalar?
KAYNAK: http://www.gazetepusula.net/yazarlar/30/kentlerin-koruyucu-melekleri_1630.html