“Kenti dert edinmek” diye bir derdimiz oldu mu hiç?
Doğup, büyüdüğümüz, evlatlarımızı, hayallerimizi büyüttüğümüz kent bizler için neyi ifade ediyor?
Doğrusu çevremizde bu soruları samimi bir biçimde cevaplandıracak pek isim yok! Bütünüyle bir “duygu yoksunluğu” içinde olduğumuzu söylesek abartmış olmayız.
Olana bitene kayıtsız kalmak.. eskilerin ifadesiyle “ört ki ölem” anlayışı. Uzunca bir süredir bu hali yaşıyoruz.
İsterseniz ayrıntıya girelim ve soralım; “Kentin fiziki yapısıyla birlikte kimyası da bozuluyor” tespiti yapıldığında kimden ne tür tepki alacaksınız? Birkaç okur yazarın, “haklısınız” sözü dışında, büyük çoğunluğun,“gelişen şartlar mecbur kılıyor” bilmişliğine muhatap olursunuz.
Ya, “kentin mevcut hali kadim değerleriyle çelişiyor” deseniz. Alacağınız cevap, “zaman sana uymazsa sen zamana uyacaksın” olur.
Bir başka feryat, “kent kimlik değiştiriyor” olduğunda ise, karşılık “böylesi daha iyi ve gerekli” şeklindedir.
Hasılı, duygu kopukluğu öyle bir haldir ki, vücudunuzun bir parçası bütünüyle koparılıp atılsa dahi farkına dahi varmazsınız. Bu durum, toplumun en küçük biriminden en büyüğüne kadar böyle.
***
Oysa bu şehrin ruh ve mana köklerini dizayn edenler çok farklı izler bırakıp gittiler.
Öğretici olduğu için bir örnek verelim.
Gümüşlü Kümbeti hemen her Erzurumlu bilir. Asri Mezarlığın tam karşısında, şimdiki şehitliğin hemen yanı başında. 14. yüzyıl başlarında yapıldığı söylenir. Yeri ve yapım yılı çok da önemli değil.
Ama, anlatılan bir anekdot fazlasıyla değerli. Zira derler ki, Erzurum’un ilk kurulduğu yer burası imiş.
O vakitler kentin Han’ı pozisyonunda ise bir kadın bulunuyor (kadın olunca Hanım oluyor elbette). Yiğit bir hatun.. mert mi mert.
Gelen geçen içsin diye buraya bir çeşme yaptırır bu Han(ım) hatun.
Tası altından.
Suyunu içen dua edip gidermiş.
Bir gün bu altından tas çalınmış.
Hatun Han(ım) duyunca çok üzülmüş, kahretmiş.
Ve “tas yitti ya artık bu mahalde durulmaz” deyip, kenti Karaz köyünün bulunduğu yere taşıttırmış.
O gittikten sonra da, burayı öylesine bir su basmış ki, sular çekildikten sonra eskiye ait hiçbir şeyin kalmadığı, sadece çeşmenin ayakta olduğu görülmüş.
Hakikat payı ne kadardır bilemiyoruz. Bildiğimiz, “tas itti” kavramının bugün bile bir idiyom olarak yaşıyor olmasıdır.
Daha çok toplumsal bir çirkinliğin duyulması halinde kullanılır.
***
Konumuza dönelim yine. Kentte yaşanan “duygu yoksunluğu” bir bakıma tasın yitmekle kalmayıp, bütün bütün yok olduğuna da işaret.
Günübirlik endişelerle yoğrulmuş bir vasatı teneffüs ediyoruz. Proje, plan ve geleceğe dönük projeksiyon hak getire. Dahası, bu anlamda bir derdiniz olduğunu fark edenlerin tepkisi çok daha çarpıcı ve dikkate değer..
“Deli mi ne!” Tam da, bize ait, bizi ifade eden renk ve tonda.
Olsun, umursamamak lazım!
Oysa kentimize, muhitimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeyi ontolojik bir görev kabul etmeli değil miyiz?
Biz şuna inanıyoruz. Bırakın bu meyanda bir şeyler yapıp ortaya koymayı, yazmak, konuşmak bile ecri yüksek eylemlerdir.
Devam edeceğiz. Bıkmadan, usanmadan!
Taa ki, kentimiz geri dönünceye kadar!