Muhteşem bir medeniyetten mahcubiyet sınırına ulaşan talihsiz bir tabloya... İnsanlık âleminin Hz. Adem‘le başlayan hayata ilim hakim olmuş, ilimsiz insan ve insan hayatı düşünülmemiştir.
Hz. Âdem' i yaratan Allah ilk önce ilimle başlamış ve bütün eşyanın isimlerini Hz. Âdem’e (A.S) öğretmiştir. “Allah, Hz. Âdem’ e eşyanın isimlerini öğretti.“ İlimle tezyin edilen insanoğlu üstünlük vasfını da ilim ve takva sayesinde elde etmiştir.”
İlahî vahye dayanan “TEVHİD “ akidesi ile insanlığın kurtuluşunu müjdeleyen Resuller ve Nebiler bir hayat nizamını hayata hâkim kılmış, insanlığı saadet ve mutluluğa kavuşturmuş lardır.
Avrupa, köhne bir hayatın içinde karanlık çağları yaşarken İslâm dünyası bir medeniyetin pırıltıları ile etrafa ışık saçıyordu.
Medeniyetin temel malzemesi olan kâğıt Müslümanların icadıydı. 794 yılında Bağdat Halifesi Harun Reşid‘in vezirinin oğlu El Fazıl kâğıt imalatına başlamış, daha sonra Sicilya, İspanya, İtalya ve İngiltere‘ye yayılmıştır. Bu gerçeği Will Durant adlı bir yabancı ifade etmektedir.
Fransız Prof E.F Gautier : “ Eğer İslâm’ın kendi icadı olan kitap, barut ve pusula olmasaydı, “RÖNASANS “ olur muydu? “ Avrupalı pislik içerisinde çile çıkarırken İslâm âleminde hamam gibi bir medeniyet günlük hayatın bir parçası olmuştur.
l5. Asır, Avrupa’nın karanlık devirleri yaşadığı bir zaman dilimi idi. Kopernik ve Galile gibi ilim adamları dünya dönüyor dedikleri için Engizisyon mahkemelerinde idama mahkûm oluyordu. İslâm bunu çoktan aşmıştı. Kuran bu gerçeği ilân ediyordu.
İbn-i Sina‘nın “Kanun“ adlı kitabı 600 küsür yıl Avrupa’da ders kitabı olarak okutuldu. İspanya‘nın başkenti Kurtuba ‘da El Hakem Kütüphanesi’nde 700 000 kitap vardı.
Zaten İslâm, hayatı iki kelime ile ifade etmiştir: “İlim ve ibadet.” "Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz." Emri ile ilmi teşvik eden sevgili Peygamberimiz: “ilim Çin’de de olsa alınız.“ Hadis-i şerifi ile de ilmin milliyetinin olmadığını ifade etmiştir.
İslâm, bu muhteşem devirleri yaşadığı hâlde şimdi neden geri kaldı? Kendi icadına patent vuramayan İslâm dünyası ilmi gelişme ve buluşlarını hırsız Avrupalıya kaptırdı. Muhteşem devirlerinin arkasını getiremedi. Emanet ve devlet yönetimi ehil olmayan ellere düştü. Sanayi inkılâbına ayak uyduramadı. Haçlı oyunlarını sezemedi... Tanzimatla beraber batılılaşmak uğruna taklitçi maymunlara özenerek ruhunu kaybetti. Batının kokmuş ve çürümüş ahlâk yapısına yöneldi, ilminden nasip alamadı. İlimlerin ve medeniyetlerin kaynağı olan İslâm’a sırt çevirmeye başladı. Yüzünü batıya çevirdi. Hâlbuki yüzünü batıya dönen gölgenin peşinden koşar ve de yakalayamaz. Yani güneşe sırtını dönen gölgenin peşinde yürür. Gölge peşinden koşturur, fakat ikbal va’detmez. İslâm membaına dönülmüş olsaydı gölge onu takip edecek ve peşinden koşacaktı.
Âkif ‘in diliyle:
“ Ordu, donanma yürürken muzafferan ileri,
Üzengi öpmeye hazırdı garbın elçileri. “
Şimdi yepyeni bir ruh ve heyecanla Anadolu’ya sahip çıkacak tarih şuuruyla dopdolu, ruh köküne bağlı, Kuran Ufkundan kâinat nizamını gören, yüksek ahlâk ile ilmi ve bilimi yakalamış, bilgi toplumlarına ulaşmış, şahsiyetli vatan evlatlarını bekliyoruz. Artık burç döndü, şafak yakındır, inşaAllah.
Mevlâna: "Alçak ruhlu (asaletsiz) olan insanlar, nimete kavuştuktan sonra her türlü kötülüğün kahramanı olurlar." der.
Böyle insanları iyi tespit etmeli ve mevki makam verildiğinde önemli bir ölçü olarak korunmalıdır. Aksi takdirde emanet teslim edildikten sonra dönüşü olabilir.
İhtiras, kibir, gösteriş ve şiddetli arzu emareleri görülen kişiler iyice incelenmelidir. Bir işin peşinde her türlü dalkavukluğa açık karakter sahipleri ihtirasın kurbanı, nefsinin esiri olur.
Ziya Paşa ne güzel demiş:
‘İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,
Doğruların yardımcısıdır, Hazreti Allah’