Dava adamı: İnanan, inandığı gibi yaşayan, hâli ve sözü ile çevresine örnek olan bir kişidir. Dava adamı, inandığı fikirlerin yayılmasını, neşvü nema bulmasını arzu eder. Bu dava uğrunda maddî ve manevî hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Bir dava adamı, hayat tarzı, yaşama biçimi ve inancı ile münasip örnek kişiliği, düzgün muamelesi ile elif gibidir.
Dava adamı kendisini ilimle teçhiz eder, yetiştirir, ilim ve irfanla temayüz eder, dürüstlüğün ve güvenilir bir insan olmanın intibaını verir. Özü, sözü bir, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olur, şahsiyetiyle inandığı davayı hakkıyla temsil eder. Dava hassasiyeti ile kılı kırk yarar.
Kur’an-ı Muciz ül Beyan’ın ifadesi ile:
“ Ey Allah’a iman edenler! Niçin yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz.” İkazı ile müminler uyarılır. Bu bakımdan hâl dili kal dilinden daha tesirlidir, denilir. Mesela: Bir dilenci görürsünüz, durmadan konuşarak sizi tahrik etmek ister, etkilenmez, geçer gidersiniz. Bazen bir dilenci bir köşede oturur, hiç konuşmaz vurup geçersiniz. Biraz ilerledikten sonra içinize bir ateş düşer, geri döner, yardım edersiniz. Bu kişi hiç konuşmadığı halde hâl dili ile size tesir etmiştir
Bu nedenle dava adamı tebliğ görevini yaparken ihlâs ve samimiyetin doruk noktalarında olmalı, inandığı gibi yaşamalı. Sözün tesir edebilmesinin tek yolu, ilmiyle amil olmaktır. Aksi takdirde söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez.
İslam davasının bayraktarlığını yapmayı, Kuran’a hizmet etmeyi kendisine şiar edinen bir dava adamı, güler yüzü, tebessüm dolu bakışları, şefkat ve merhameti ile çevresinin takdirini toplamış, gönüllerde taht kurmuş olmalıdır. “Hâl, kal ile bilinmez, sözle ifade edilmez.” Kaidesine kulak vermelidir.
Tebliğ konusunda, güler yüz, tebessüm tebliğin önemli şartlarından biridir. Zira Sevgili Peygamberimiz:”Müminin mümine bakışı rahmet, tebessümü kefarettir.” Diye buyurmaktadır.
İslam’ın güzelliklerini anlatmak, bataklıkta kıvranan, mutluluk ve saadete hasret kalmış, Allah sevgisine, Peygamber muhabbetine hasret kalmış talihsiz insanların elinden tutmak için kavl-i leyyin, yani yumuşak söz ile muhataba yaklaşılmalıdır.
Bu hususta Hazreti Peygamberimiz(S.A.V) : “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” Evet, işte bu Hadis-i Şerif bizim yolumuzu aydınlatan bir ışık olmalıdır.
Bir insanın hidayetine sebep olmak Müslümanın derdi olmalı, bu yolda köy köy kasaba kasaba dolaşmalı Allah dinini anlatmalıdır. Bu sorumluluğu yüreğinde hissetmeli, tebliğ heyecanı ile dolup taşmalıdır.
İbn-i Mesut gibi köy köy kasaba kasaba dolaşmalı, hakikat gamzeden bir alın gördüğü zaman O’na Kur’an okumalı, İslam’ın güzelliklerini anlatmalıdır.
Nahl Suresi’nin 125. Ayet-i Kerime’sinin ruhu ile yaklaşmadır.
Cenab-ı Hak: “ Rabbinin yoluna, hikmet ve güzel mev’izelerle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et.”
Allah yoluna, davetin metodu bu. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin metodu, Kur’an metodu, yolu Kur’an yoludur. İşte bir tebliğ adamının metodu, takip ettiği usul Kur’an usulüdür. Hazreti Musa’yı Firavun’a gönderen Allah, yumuşak söz ile git, diye emir vermiştir.
İslam Dini’nin muhatabı bütün insanlık âlemidir. Bu nedenle Sahabe-i Kiram, Mekke-i Mükerreme’den, Medine-i Münevvere’den kalkıp dünyanın dört bir yanına dağılmış, Kuran nuru ile bütün insanlığı aydınlatmak üzere yola çıkmışlardır. Onlar Sevgili Peygamberimizin:
“Senin vasıtanla Cenab-ı Hak’kın bir kişiye hidayet etmesi, güneşin üzerine doğduğu bütün kâinattan daha hayırlıdır.”
Eyub Sultan Hazretleri 80 yaşına rağmen, İstanbul’a kadar gelmiş ve şehit düşmüştür. Kalplere ulaşmanın, gönülleri fethetmenin yolu sevgi ve muhabbetten geçer. Bu sevda ile yollara düşenler, Yunus gibi:
Ben gelmedim davi için/ Benim işim sevi için,/ Dostun evi gönüllerdir,/ Gönüller yapmaya geldim. demelidir.
Evet, gönül yapmak, kalpleri sevgiyle fethetmek tebliğ adamının şiarı olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz(S.A.V) Efendimiz:
“Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eli ile düzeltsin, eğer gücü yetmezse, dili ile düzeltsin, ona da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu da imanın en zayıfıdır.”
Dava adamına düşen görevini bihakkın yerine getirmektir. Neticeyi yaratan Allah’tır. Zira Sevgili Peygamberimiz, beşir ve nezir idi. Yani, müjdeleyen ve korkutan bir Peygamber.
Tebliğ için mutlaka bir topluluk bulunmalıdır. Bu bağlamda Kur’an-ı Muciz ül Beyan’da:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklerden men eden bir topluluk bulunsun, işte bunlar kurtuluşa erenledir.”
Müslüman Türk Milleti, bir defa Lailahe illellah dedikten sonra sıcak yataklarına girmemiş, yeryüzünde adaletin takipçisi, cihadın öncüsü olmuştur. Orta Asya Bozkırlarından Anadolu Yaylasına, Kırım Yaylalarından Viyana kapılarına kadar İ’la i Kelimetullah davasının bayraklaşması için yollara düşmüşlerdir. Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyet ederken;”Evladım, bilmediğini âlimlerden sorup öğrenesin, halkına şefkatle muamele et, âlemi adaletle şenlendir. Bizim mesleğimiz hak yolu, hakikat yolu, Allah dinini yaymaktır. Yoksa kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir.”
Fatih Sultan Mehmed Trabzon seferini yaparken önüne çıkan Sara Hatun:” Oğlum, evladım, bir Trabzon için bu kadar meşakkate değer mi? Vazgeç bu seferden, dediğinde.” Cihan Fatihi: Anneciğim, bizim maksadımız, Trabzon’un fethi değildir. Allah dinini yüceltmek, Allah dinini yaymaktır.” Diyor.
İşte bizim ecdadımızın yolu hak yolu, hakikat yolu, Kuran yolu, Allah yoludur. Tebliğ adamı bu şuurla yollara düşmeli, bu yolda her türlü çile ve fedakârlıklara katlanmalıdır. Bu hususta Musab bin Umeyr, Medine-i Münevvere’ye gidiyor. İslam’ın bayrağını dalgalandırı yor. Kuran’ın ilk muallimi olma şerefine nail oluyor.
Musab bin Umeyr, Müslüman olmadan önce çok zengin bir ailenin çocuğu idi. Müslüman olduktan sonra anası, babası onu reddetti. Musab, fakir, yoksul, perişan bir hale geldi. Daha önce Mekke’nin en güzelgiyinen yakışıklı delikanlısı idi, pırıl pırıl elbiseler içinde bir hayat sürüyordu.
Müslüman olduktan sonra elbisesi yamalıklı, eski, perişan bir duruma düştü. Bir gün Rasulüllah Efendimizin huzuruna geldi. Efendimiz Musab’ı böyle perişan görünce ağlamaya başladı.
Kuran yolunda çekilen çile ıstıraplar cana minnet bilinmeli, zira mükâfatı Allah tarafından hesapsız verilecektir. Dünyada kazanılacak payelerin en şereflisi inandığı gibi yaşayan, yaşadığı İslam ahlakını başkalarına da nalatmaya çalışandır. Bu hususta kura7_ı Mu ciz ül Beyan:
“Ben gerçekten Müslümanlardanım deyip Allah’a çağırandan daha güzel sözlü kim olabilir.” Fussilet 33
İslam davasının tahakkuku, Allah muhabbetinin ve Peygamber sevgisinin kalplerde yankılanması için tebliğ heyecanı ile dolup taşmalı, köy köy kasaba kasaba dolaşmalıyız. Bu yolda çekilen ıstırapları cana minnet saymalıyız. Son olarak bir dörtlükle bu mevzuyu bayraklaştıralım:
Mevla’ya söz verdik kalu bela da,
Bu yolda verilmiş ikrarımız var.
Üç günlük ömr için fani dünyada,
Kula kul olmama kararımız var.
Tebliğ davasını bayraklaştırma yolunda gayret bizden, netice Allah’tandır. Biz üzerimize düşeni yapmakla görevliyiz. Neticeyi yaratan Allah’tır, başarıyı veren Allah’tır. Eğer mutlu bir netice olursa Allah ü Teala’ya hamd eder, şükrederiz. Ve Necip Fazıl’ın ifadesiyle:
Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
Artık ey kahpe rüzgâr ne yandan esersen es.