MENÜ
Erzurum 27°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
ERZURUM'UN EŞREF VAKİTLERİ
İbrahim Aydemir (Bir Vakitler Erzurum)
YAZARLAR
9 Eylül 2006 Cumartesi

ERZURUM'UN EŞREF VAKİTLERİ

"Bir semaverlik muhabbettir ömür dediğin

Ve güz ufkunda bir kağnıdır göçer gider

Palandöken yaylasında bir türküdür zaman,

Ötesi karlı bir düş, geçer gider.."

Yahya Akengin

 

Erzurum'un eşref vakitleridir aktardığımız dönem. Yaşayanlar hatırlayacaktır, bilmeyenlerin hatırlaması için bir profil sunalım o vakitlerden. Ekmek kuruşlu, bir kilo et tek Lira'lı rakamlardaydı. Piyasa ucuz, ama hayatlar huzurlu ve kıymetliydi. Bey ile efendinin yeri ayrıydı. Marifetin iltifat gördüğü yıllardı.

Müşterisiz met'a'dan da eser yoktu. Ne zengine kapılanma yarışı yapılır, ne de yoksul hakir görülürdü. Ev erzakları komşuların görmemesi, yoksulun iç çekip imrenmemesi için erzak çantalarıyla, gizlice taşınırdı evlere. Her evin mutlaka ekmek çantası olur, ekmek ufaklarının yerlere düşmemesine özel itina gösterilirdi.

Ekmeğin kadri bilinirdi, emeğin de kıymeti... Bereket de fevc fevc evlere yağar, emek sarfedenler kazançlarının hayrını görürlerdi.

 

KULÜP CİGARASI İÇERDİ FAYTONCU

 

Şehir içi ulaşımında kullanılan faytonların durakları Gürcükapı, Tebrizkapı, Mahallebaşı ve Taşambarları olmak üzere dört taneydi.

 Taşambarların önünde dizi dizi at arabaları, kızak faytonlar ve yazlık faytonlar sıralanır; arabacılar, faytoncular durak hizasındaki kahvede çay içerek yolcu gözlerdi.

Bazen fayton tutmak gerektiğinde; leblebici yokuşundan buraya iner; taş ambarların kırk yedi penceresini sayarak bu kahveye gelir; faytoncu arardık.

Şimdi yerinde eski Erzurum Oteli'nin bulunduğu bu kahvenin sakinleri gibi duvarlarını süsleyen İsmet Paşa resimleri de ilgi uyanırırdı bizde.

Bir çift atın çektiği faytonların yolcu bölümü muşamba yahut deriden tentelerle kapalı olur, içinde karşılıklı iki oturma gurubu bulunurdu.

Bu arabaların arkasına takılmak, tekerlek dingili üzerindeki dayanaklara, faytonculardan habersiz biçimde oturmak biz çocukların en büyük zevkiydi.

Her fayton geçişinde çocuklar birbirleriyle yarışarak fayton arkasında yer kapma yarışı yapar, yer bulamadığı için binemeyenler de, bağırarak "emi emi arkaya kamçı" ihtarıyla ispiyonculuk eden, faytoncu da ince deriden yapılmış kırbacını arabanın arkasına doğru savururdu.

Faytonlar parke taşla döşenmiş yollardan geçerken, nal seslerine atların başına takılan zillerin sesi karışır, böylelikle at arabasıyla faytonun ayırt edilmesi mümkün olurdu.

Çoğu ova köylerinden gelmeydi faytoncuların. Gelincik, Yenice, Harman sigaralarının kibarlarca kullanıldığı bu dönemlerde, onlar Kulüp sigarası içmeleriyle maruftular. Kulüp sigarasının adı da bu yüzden faytoncu sigarasına çıkmıştı. Sert içimli bu sigara; yüzleri hayatın meşaggetiyle çizgi çizgi desenli, kabadayı görünümlü faytoncuların ağzına da yakışıyordu dorusu.

 

ŞÖFÖRLÜK SANAT'DI

 

Koskoca Erzurum'da Hürmet, Merhaba ve Huzur adlarını taşıyan üç taksi durağı bulunuyordu. Hemen hepsi de chevrolet marka arabalardan oluşan taksilerle seyahat etmek biraz imkan işiydi, ayrıcalıktı.

Şoförlüğün zenaat değil, san'at olarak algılandığı bu dönemde, şoförler hemen bütün halk tarafından ismen tanınır, özel bir ilgi ve iltifat görürlerdi.

Hepsi de araçlarını tamamen söküp yeniden yapacak kadar işlerinde mahir ve ehildiler.

Özel araç sahipleri ise bir elin parmaklarının sayısı kadar ya vardı ya da yoktu.

Kamyonculuk özel hüner işiydi.

Şimdi Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanlığı görevinde bulunan, Ömer, Hasan ve Rahmetli Erdal ağabeyinin babası Mustafa Yeresaçan ile bir ara Alemdar Oto'nun sahipliğini yapan Hulusi Kamber şehrin sayılı nakliyecilerindendi.

Mustafa amca kardeşiyle yaptığı nakliyeciliği uzun yıllar boyu sürdürdü.

Volvo, Vabis marka kamyonları caddeye çıktığında, çocuklar seyre dökülür, onlara gıpta ile bakılırdı.

BMC kamyonlar sonradan girdi bu piyasaya.

Kamyonların büyüklüğü ve güzel görünümleri çocukları cezbeder, dolayısıyla o yıllardaki çocuklar en büyük özlemlerini şöförlük olarak ifade ederlerdi.

Şehirlerarası yolcu taşımacılığını Ulusoy, Yılmaz, Kamil Koç ve Çavuşoğlu firmaları yapardı.

 

KARA TREN'DE AK YOLCULUKLAR

 

Kara yolunun pek güvenilir olmaması yüzünden, halk çoğunlukla trenle seyahati tercih ederdi.

Akşam saatlerinde kalkan Doğu Ekspresi'nde yolculuk etmek bir sefâydı.

Haydarpaşa'ya doğru hareket eden bu trenlerin kalkış saatleri yaklaştıkça Gürcükapı'da yoğun bir fayton trafiği olur; tren garı yolcular ve uğurlayanlarca hınca hınç doldurulurdu.

Seyahatlerin trenlerde odaklaşması yüzünden, tren kondöktorleri ve kalkış şefleri özel bir itibar görürlerdi halktan.

Bugünün pilotları gibiydiler adeta.

O dönemlerde sevgili Haluk Şengöz'ün babası olan DDY Gar Müdürü Zeki Şengöz ve yardımcısı Hüseyin Aydın'ı tanımak da bir imtiyazdı sanki.

 

HERKES GERELİYLE KIRKILIRDI...

 

Arlının arından, arsızın da yaptığından utandığı bir devreydi.

Alpagutlar, Tahmisçiler, Dolmasayanlar, Malyemezler, Gemalmazlar, Erverdiler, Cinisliler, Mühürdarlar, Kaşo'lar, Damgacıoğulları, Özbaylar, Mindivanlılar gibi Erzurum'un soylu aileleri henüz terketmemişlerdi şehiri.

Beşaltı göbekten itibaren Erzurum'da oturanlar hakiki Erzurumlu, halk tabiriyle yerliydiler, diğerleri de yabancı. Ova köylülerinin dışında; hiçbir ilçe ve köyden gelen Erzurumluyum diyemez, mensubu bulunduğu mahallin adıyla tanınırdı.

Narmanlı Narmanlıydı, Tortumlu Tortumlu...

Hemen herkes birbirinin soy kütüğünü bilir, herkes birbirinin şeceresini sayacak kadar ünsiyet gösterirdi.

 

AHMEDİYELİ ULEMALAR

 

Kalalı Hacı Fehmi Efendi, Gacıroğlu Hacı Osman Efendi, Kabe Mescidi İmamı Hafız Muhammed Efendi, Solakzade Muhammed Efendi, Tahmisçi İbrahim Baba, Tahmisçi Hacı İsmail, Zeynel İmamı Hafız Hoca, Hafız Yusuf Efendi ve babası Hafız Hüseyin, Oltulu Hoca, Kurşunlu imamı Hafız Ömer Efendi, Dağistanlı Mehmet Yüzbaşı, Sabuncu Hafız Efendi, Hafız Sırrı Hoca, Topçulardan Şefik Bey, Şeyh Ağa Efendi, Müderris Faik Efendi, Fabrikacı İbrahim Efendi gibi Ahmediyeli, sakallı eşraf unutulmamıştı henüz.

Canpolatzade İbrahim Efendi, Seyyid Mehmet Feyzullah Efendi, Kadızade Muhammed Efendi, Ebubekir Efendi, Maksut Efendi, Eyüb Efendi, Şeyh Sadık Efendi, Lütfullah Efendi, Müftü Abdurrahman Efendi, Seyyid Mehmet Feyzullah Efendi, Hacı Hüseyin Efendi, Cennetzade Abdullah Edip Efendi, Muhammed Sakip Efendi, Cemaleddin Ömer Fazıl Efendi, Müftü Salih Efendi, Nazif Efendi,Solakzade Ahmet Tevfik Efendi, Ödüklüzade Hacı Mustafa Efendi, Ali Avni Efendi, Seyyid Abdurrezzak İlmi, Ahmet Dursun Natık Efendi, Çelebizade Hüseyin Hüsnü Efendi, Arif Muhammed Bey, Rahmi Abdurrahim Efendi, Abuşoğlu Molla Ahmet gibi hepsi birer Erzurum olan ecdadın isimleri yabancı gelmiyordu kulaklara. Son dönemde Unutulmaz Müftü Solakzade'nin makamında bulunan, Osman Bektaş, Yunus Kaya, Osman Albayrak, Yasar Işcan, M.Zeki Karakaya, Nuri Güneş, Ibrahim Koçaşlı, Osman Albayrak, Mustafa Uçar verdikleri hizmetlerle Ahmediyeli eşrafı yad ettiriyor şükür ki.

 

ERZURUM ÇARŞI PAZAR

 

Kavaflar, Taşmağazalar, Kevenciler, Gemalmaz ve Nazik Çarşıları özel alışveriş merkezleriydi. Ayakkabı, huruç imal atölyeleri, gümüş işleme tezgahları Erzurum'un özel sektörde ağırlıklı mekanlarıydılar.

Taşmağazalar'ın ünü bütün Türkiye'ye yayılmıştı, dışarıda Erzurum denildiğinde akla gelen ilk yerdi adeta.

Genç kızların çeyiz sandığında gümüş işlemeli çay kaşıkları, yemek takımlarının bulunması adettendi.

Bulunmadığı çeyiz sandığı gerisin geriye gönderilirdi kız ailelerince.Mağazacılık özel bir statüye tabi esnaflık kolu gibiydi.

Her esnaf mağazacı olamazdı. Hem para hem de bilgi isteyen mağazacılık'ın ilk temsilcileri Cumhuriyet caddesinde Metin Konfeksiyon, Kırkkeseli Mağazası, Saray Mağazası, Gençler Mağazasıydı.

Taşmağazalarda ise, Aydaşlar, Asil Bebe, Merdallar, Özbaylar, Bölen Kundura, Şafak Mağazası da eklenmişti bunlara.

Aydaşlar Mağazası, şehrin "marka" mağazası olarak bilinirdi. Metin Aydaş’ın  gayretleriyle ve haklı olarak elde edilen bu şöhret, son dönemlerde Berrak Mağazası ile Cumhuriyet Caddesine, ardından da, İstasyon alanına Çarşı Pazar mağazasıyla taşındı. Çarşı Pazar, Migros mağazasının hemen bitişiğinde yer alır. Fuat Kulaçoğlu ve Necmi Akalın Beylerin de iştirakçileri arasında bulunduğu Migros şehrin ilk hipermarketidir.

Hemen bitişiğindeki ÖZMAR ise, sevgili ZülküfBakaç ve dost insan Abdullah Bütge yönetimindeki TEMA ve Muhyettin Aksak'ın kurucusu olduğu MEGA'dan sonra gelen hipermarketler arasında yer alırlar.

Metin Aydaş Bey, mütevazı yapısıyla bir esnafın nasıl olması gerektiğinin canlı bir prototipidir. Bu güzelliği oğlu Mehmet Aydaş'a da yansımıştır.

Erzurum'a has ve orjinalitesini muhafaza eden değerlerimizi yaşayan ve yaşatmaya gayret eden Aydaşlar, şehrimize has tüccarlık vakarının da belirgin ve bilinen timsalidirler.

Terzilik ise ayrı bir uğraş alanı ve san'at dalı olarak çok canlı bir biçimde yaşardı Erzurum'da.

Bürokratların, eşrafın terzileri Cumhuriyet caddesinde; diğerlerinin ki de bugünkü Bit Pazarı'nın bulunduğu alandaydı.

Buranın hatırı sayılır esnafındandı merhum Miktat ağabeyi.

Cumhuriyet Caddesi'nin en namlı terzileri arasında Mustafa Bumin, şimdi Hatemoğlu Mağazası'nın sahibi olan Ziya Dumlu, bugünün meşhur terzilerinden Dursun Tazegül'ün ustası Ali usta, Gömlekçi Hatem Usta yer alıyordu.

Mustafa amcaya takım elbise diktirmek için üç ay öncesinden gün alınmazsa, elbiseler bayrama kavuşmazdı.

Şehrin en işlek berberi Tebrizkapı'da Dabakhane çeşmesinin karşısında bulunan; şimdi Telekom'da teknisyen Mehmet Üstün'ün babası komşumuz Rahmetli İbrahim Üstün tarafından işletilen Üstün Berber salonuydu.

Vali, yardımcıları ve diğer üst düzey bürokratlar, şehrin memurları bu dükkana uğrar, saatlerce bekledikleri traş kuyruğunda yerlerini alıncaya kadar koyu sohbetlere dalar giderlerdi.

Resmi dairelerin evrakı matbua, öğrencilerin kitap ve kırtasiye ihtiyaçlarını karşılayan birkaç kırtasiyeci ve kitapçı bulunurdu şehirde.

İslam Kitapevi, Okur Kırtasiye pazarı Tebrizkapı'da, Tortum kırtasiye Pazarı ile Kitapsarayı da Cumhuriyet Caddesi'nin havuzbaşı tarafındayer alırdı. Sonradan Dergah Kitapevi de eklendi bu halkaya.

Sevgili Adnan ve Temel'in babası olan Rahmetli Vehip Atalay'ın kurduğu Kitapsarayı uzun yıllar boyunca Doğu Anadolu'nun en büyük kitap merkezi olarak işlevini sürdürdü.

Kitapsarayı'nı daha sonra Yıldız ve Ferda kırtasiye ve kitapevlerinin açılması takip etti yıllar sonra.

Üç diş hekimi vardı koskoca şehrin; SSK'dan emekli merhum Nimet Özbaylar, Şadi Tanşu ve Hilmi Ziya Güllülü. Rahmetli Nimet Özbaylar'ın yanında birkaç yıl çırak olarak da çalıştığım için, Onun özel bir yeri vardır yüreğimde.

İyi bir Erzurumluydu. Kitap kurdu gibi görürdüm onu, hastalarının yoğunluğu altında bile kitap okumadan duramaz, okur ve anlatırdı.

Tayyip Cinisli ve Zeki Başar şehrin en tanınmış doktorlarıydı.

Bugünkü Mahallebaşı'nın hemen bitim yerinde çöplük doktoru ünvanıyla maruf Celal Usakalp ilçelerden gelen hastaların hekimliğini yapardı. O devirlerde Ultrason, Tomografi, MR cihazları yoktu, bu yüzden de çöplük doktorunun safrakesesi rahatsızlığından şüphe ettiği hastalarına yumurta yedirdiği ve şikayetleri safra kesesi tanılarına uygun düştüğünde gerekli teşhisi koyduğunu anlatırdı büyüklerimiz.

Bugün adı biraz da erotizme karışan Haydar Dümen'de Numune Hastanesi'nin hekimlerindendi.

Şehrin en meşhur eczanesi, dönemin meşhur mekanlarından olan Turan Pastanesi'nin hemen yanındaki Tebrizkapı'da yer alan Bozkurt Eczanesi'ydi.

 

DOĞU SİNEMASI'NDA NE OYNUYOR ŞİMDİ?

 

Arı ve Gürpınar Sinemaları gibi Doğu Sineması da şehrin önemli eğlence merkezlerinden biriydi. Bugünkü Yakutiye Parkı'nın hemen bitişiğinde, Mahmutpaşa olarak anılan yerde işletilirdi. Oynattığı filimlerin kalitesi bakımından diğerlerinden daha farklı bir konumdaydı.

Doğu Sineması'nın hemen yanındaki boş arsada o dönem çocuklarınca çok okunan Teksas, Tommiks, Tombraks, Kaptan Swing isimli çizgi macera kitaplarını satan, yahut birbirleriyle değiştirenlerin gürültüsü, caddenin şamatasına karışır giderdi.

Konuşma özürlü Deli Nusret, bu pazarın değişmez simalarındandı.

Lostracı Salim eminin dükkanı bürokratların vazgeçemedikleri bir uğrak yeriydi.

Gümüş ve mis işlemeli boya sandıklarıyla müşterilerine hizmet veren Salim amca'nın hoş sohbet biri oluşu, dükkanına gelenlerin ilgisini çeker; çoğu müşteri ayakkabı boyatmak bahanesiyle sohbete gelirdi.

Büyük bir yangınla yok olan Saray Sineması'nı sadece büyüklerin anlatımıyla, ismen hatırlıyorum.

Bu sinemanın yerine Dadaş sinema ve sitesi'nin sevgili Osman Yıldırım'ın rahmetli babası tarafından yapıldığı dönemde, halk arasında sinemayla ilgili rivayetler anlatılırdı.

İnanışa göre yanan Saray Sineması'nın yerinde büyük bir ziyaret vardı.

Burada yatan zat, üstüne bina edilen sinemadan rahatsız olmuş ve bu yüzden de bir gün tahammül edemeyerek yakmıştı.

Dadaş Sineması'nın faaliyete geçtiği yıllarda halkın, yine yanar korkusuyla buraya gitmekten uzun zaman çekindiğini hatırlıyorum.

Sinema inşaatından aylarca su tahliyesi yapılması da buranın netameli bir yer olduğuna delil olarak gösterilirdi.

 

KEREM ET MÜKERREM..

 

Sinemalar, Köşk, Emirgan, Türbe, Tohum islahı ve Mezbaha bahçesi, Üniversite Fidanlığı, Fuar, Serçeme Deresi, Fıkfıklar ve Aşıklar çeşmesi halkın eğlence ve mesire yerleriydi. Radyo'nun evlerde ve işyerlerinde hakimiyeti sürüyordu.

Kurtuluş günlerinde yapılan radyo proğramlarında daha sonraları büyük bir işadamı olan Hulusi Seven, Racı Alkır, Mükerrem Kemertaş, Fuat Durular gibi meşhur sanatçılar Erzurum türküleri söylerdi.

Ankara'da yapılan 19 Mayıs törenlerini ve bu sırada yapılan maraton yarışlarını dinlediğimiz, İsmail Akçay'la Hüseyin Akbaş çekişmesinin heyecanını hissettiğimiz Radyo Günleri bir başkaydı.

Yıl sonlarında o dönemin ilk ve orta okullarınca yıl sonlarında, öğrencilerin becerilerini sergiledikleri müsamereler yapılır, öğrenci velileri akın akın müsamerenin yapıldığı Halk Eğitim Salonu'na giderlerdi.

Burası Erzurum'un yegane toplantı, konferans ve gösteri salonuydu.

Devrin önemli yazar ve düşünürleri olan Necip Fazıl Kısakürek, Hekimoğlu İsmail, Mehmet Şevki Eygi ve Nurettin Topçu Erzurum'a geldiklerinde bu salonda konferanslar verir; halkın büyük ilgi gösterdiği bu toplantılar aylarca konuşulurdu. Halkeğitim Salonu şehir folkloru için özel bir mekan olma özelliği taşırdı bir vakitler. Kazeki, Kaytan işlemeli yelek, körüklü zığva, yün şal, köstek, cıstik, ipek mahrama ve pazubentli dadaşlar; bindallı, çevre, gümüş kemerle bezeli kadınlar Erzurum barlarını sergilerdi burada.

Bar başı olamazdı herkes, barı en iyi bilenler, boyu posu uyanlar çekerdi bar başını.

Çocukluk yılarımda Tosya'da SSK lojmanlarında komşumuz olan Fikri Kükürtçü de barbaşlarındandı.

O yılların meşhur folklor dergisi Yakutiye'de Nimet ve Sedat Gezmiş'in de meşhur .bar başlarından olduğu belirtilmektedir. Nimet bey aynı zamanda bir bar uzmanıydı.

Eski barcılardan olan Folklor uzmanı Nuri Güraksın'ın verdiği bilgiye göre, o dönemin namlı barcıları arasında Lütfü Aladağ, Şeref Uludağ, Nuri Tustaş, İsmet Aras, N. Algül, İhsan Taftalı, Bahaddin Merdal, Cihat Taygar, Hamit Yavuzer, İ. Avcıoğlu, İhsan Ertugay, Ağadede Keskin gibi isimler yer alıyordu.

Davulcu Cazim Demir, zurna üstatlarından Dursun Davul da bar müziğini icra ederlerdi.

Sonraki yıllarda Sedat Gezmiş'le akraba olduk. Dadaşlık vasfı hücre hücre bütün benliğine sirayet etmiş bir isim Sedat amca. Sohbet mevzuularını dahi bir dadaş edasıyla seçer, geçmişi anlatırken özlemlerini hep bir sevgi halesi içinde sunar. Oğulları Abdülkadir ve Abdülbaki'de babalarından tevarüs eden dadaşlık vakarını üzerlerinde taşırlar. Erzurum dendiğinde bu aileden bir çok ismin hemen hatıra gelmesi, edep, haya, iffet, sadakat gibi dadaşca değerlere duydukları muhabbettendir.

 

BACA OTURMALARI

 

Mahalle araları ayrı bir alemini sergilerdi Erzurum'un. Her mahallenin kendine özgü bir havası ve başka türlü mimarisi vardı. Muratpaşa, Mumcu, Vaniefendi gibi eski sur içinde bulunan mahalle sakinleri genellikle hali vakti yerinde olan ailelerdi.

Sur dibinde yer alan Ayazpaşa, Gavurboğan, Kırmacı, Çırçır, Kadana, Hacı Cuma, Dere, Derviş ağa semtlerinde ise orta halli aileler meskundu.

Kavak, Tosya gibi mahaller sur dışı mahalleleriydi ve sakinleri genellikle dar gelirlilerden oluşuyordu. Sokaklarda yer alan evler tırhıç denilen tahta parmaklıklı kapı muhafazalarına göre değerlendirilirdi.

Evlerin kadınları, sokak seyrini tırhıç arkasından yapar, dedikodu malzemesi yapacakları şeyleri buradan gözlerlerdi.

Ehram ve Çarşaf gibi Erzurum’la aynileşmiş kadın giysileri halk tarafından hüsnü kabul görür, o dönemde yeni giyilmeye başlanan manto'ya bürünenlere ise pek de makbul bakılmazdı. Mantolu kadınlar tırhıç önlerinden geçerken, ehramlı kadınlar ve çocukları bu kadınlara tanko diye seslenir, toprağ başan olsun diyerek hakaret ederlerdi.

Manto denildiğinde, tanko tanko etekleri piyango tekerlemeleri çınlar hala kulaklarımda.

Çoğu çatısız olan evlerin bacaları, ev kadınlarının seyirlik ve mesire yerleriydi.İkindi çayları komşu kadınların bir araya geldiği bacalar üstünde içilir.

Akşam namazına kadar sürer, çekiştirme ve dedikodular buralarda yapılırdı. Yeri gelmişken bacalarda içilen ikindi çaylarıyla ilgili bir fıkrayı da nakledelim. "Kaşığın mablak, bardağın istikan, şekerin kampet diye anıldığı dönemdir.

Gavurboğan mahallesinde komşu kadınlar ikindi çayı için bir araya toplanırlar. Aralarında Erzurumlu olmayan, bir yabancı kadın da vardır. Şekerin bulunmadığı, bulanların da titreyerek kullandığı, yoksulların çaylarını kuru üzümle içtiği yıllardır. Misafir kadının çay içerken dört beş şekeri birden bir bardak çaya attığını gören ev sahibi ikinci çayı doldururken, hanım der, hele bir de bizim gibi kırtlama iç, onun tadı bir başkadır. Misafir hanım bu seferde bir bardak çayı yedi sekiz şekerle içer. İçi yanan kadın, üçüncü çayı doldururken, bacım der, herhalda sen dadına varamadın, çayını yine bildiğin gibi iç.

 

KAPI TOKMAKLARINDATÜRK KÜLTÜRÜ

 

Evlerin kapılarında çocuk, kadın ve erkek tokmakları, halk tabiriyle elcekler bulunurdu. Bu elceklerin benzerleri de kapının iç tarafında yer alırdı. Evlerde bekleyip erkeksiz dışarıya çıkamayan kadınlar, kapı tokmağının sesine göre gelenin cinsiyetini anlar; eğer evde erkek yoksa ve kapı bir erkek tarafından çalınıyorsa, içerdeki kadın tokmağını kullanarak evde kadın olduğunu bildirirlerdi kapıyı çalana...

Türk mimarisinin özel bir yanını yansıtan bu kapı ve tokmaklarından bir şey kalmadı geriye ne yazık ki.

İşbaşına gelen Belediye Başkanları da, Kültür müdürleri de bu işe el atıp, Erzurum Kapıları'nın sergileneceği bir müzenin açılışına ön ayak olmadılar maalesef.

Apartman dikilmek üzere yıkılan her eski Erzurum eviyle birlikte kapılar, elcekler, eyvanlar, kilerler, tandır başları da tarihe karışıp gitti, eyvah ki eyvah...

Yıkılan kilerle birlikte, yatsılık, güzlük, kışlık erzak gelenekleri de tarihe karıştı.

 

YATSILIK TÖREDİR, OLMAYA GÖREDİR

 

Yeri gelmişken şu yatsılık adetini de hatırlayalım isterseniz.

"Bin bereket var idi" diyorlarsa eskiler

Bu gerçeğin ispatı; Erzurum'da bir kiler.

Erzurumlu ne yapsın, zalim kış var dokuz ay,

Beyaz günler tükenmez, tipi, boran, tufan var.

Bir senelik erzakı doldurdu mu kilere,

Keder gelmez reise, hem de evdekilere." diyor bu töreyi anlatırken şair Atılcan.

FAKİR zengin hemen her Erzurum evinde akşam namazı kılınıp yatsı namazı vakti beklenirken, zeytin, kavurma, civil peynir, lor, tuluk peyniri, çaşır, közleme patates, haşlama patates, kavut, lahana ve çortuti turşusu ve ev helvasından oluşan bir kahvaltı serilir, ev sakinleri sohbet ederek bunları tüketirlerdi. Eğer varsa, lavaş yahut köy ekmeği de bulundurulurdu Yatsılık sofralarında.

Hurma tatlısı da sofranın eksik olmayan taamıydı.

Hemen her Erzurumlu bu geleneğe mutlak riayet eder, maddi durumuna göre bir sofra kurardı.

Bu yüzden de Yatsılık töre, sofranın çeşitleri de olmaya göreydi.

Kavurma yapma geleneği Erzurumluların güzlük erzakları yapımında hususi bir yer tutardı.

Sonbahar geldiğinde elleri dönenler iri sığırlar satın alır, bunları kestirir, etler küçük parçalar halinde tike tike doğranır, kapı önlerinde yakılan kazanlarda et yağıyla kavrulur, sonra da kış aylarında tüketmek üzere özel kavurma kaplarına doldurulurdu.

Bir kısmı da et kokusu gittiği için komşulara ve yoksullara dağıtılırdı.Yatsılığın baş yiyeceğiydi kavurma. Hele yatsılıkta bir de kavurmayla yapılan kelecoş da varsa, aile efratlarının keyfine diyecek olmazdı.

Suat Işıklı bunu ne de güzel anlatır:

"Gurut ezmesiynen olur kelecoş

Kızılca yaprağı olur bir meyhoş

Terege dizilir bakır tas serpoş

Herşeyde erkanı bilen Erzurum."

Bazen komşular yatsılıklarda biraraya gelir, erkekler tel helvası yapar, meyanını döktükten sonra kapı önüne çıkarak yoğururlardı.

Buna tel helvası çekmek denirdi.

Saatlerce elden ele çekilen helva, kıvama geldiğinde eve getirilir, bir kısmı misafirlere ikram edilir, bir kısmı da diğer komşulara paylaştırılırdı.

Yatsılığın içecekleri çay, çeşme ve turşu suyuydu. Sakalar tarafından cakkıllara takılı kovalarla evlere taşınan dağ ve yer suları, evlerdeki kurunlara dökülür, bu taş kurunlarda su donduğunda kışın şiddetli geçeceği söylenirdi.

Özellikle kış aylarına rast gelen ramazanların iftar ve sahurlarında, sofraya getirilen hoşaflar bu künklerden alınan buzlarla soğutulurdu.

 

KUZİNE YANARDI KIŞ AKŞAMLARI

 

"Kış gelende soba, ocak yakılır

Tuluklara lor peyniri basılır

Kilerlere lahanalar asılır

Toprağın şüheda senin Erzurum." dizeleriyle resmeder Işıklı kışlarımızı.

Erzurum uzun ve çetin geçen kışlarıyla tanınır. Suyu ve havasından sonra üçüncü özelliği soğuk oluşudur.

"Varsın kar yılın beş altı ayı kalkmasın. Bu toprak insanının yüreği sıcaktır." diyor Dr. Osman Arı.

Yılın altı ayında kardan müteşekkil bir manzara görmeye alışmış insanlar, onunla ilgili bir gelenek oluşturmamış olur mu?

Erzurum'un uzun kış gecelerinde narlı yanan soba dipleri birer sohbet mekanıydı.

Ev halkı uyku vaktine kadar soba etrafında toplaşır, demli çaylar içilir ve yatsılıklar yenirdi.

Hemen hiçbir başka şehirde olmadığı biçimde erzak toplama alışkanlığı vardı halkın. Kimileri bunun harp görmekten kaynaklandığını söylerdi. Halen devam eden çuvallarla patates alma alışkanlığı bizden önce de vardı, sonra da devam edecek gibi görünüyor.

Fakir ailelerin yegane yiyeceğiydi patates. Halkın tabiriyle kartol. Haşlaması, közlemesi, yahnisi, oturtturması, köftesi, boranisi yapılırdı.

Karadeniz için hamsi neyse Erzurumlu içinde patates aynı önemi taşırdı maişet açısından.

Uzun kış gecelerini vazgeçilmez yiyeceğiydi. Kuzine sobaları vardı o zamanlar.

Dervişağa'da Cemil ve Celal Gülakar kardeşlerce imal edilen bu sobalar iki bölümlü olur, bir bölümüne yakacak konur, diğer bölümde yer alan fırında da yemekler pişirilirdi.Annelerimiz sobaların üstüne kalaylı güğümleri ve demlikleri su doldurarak dizer, bu sobalarda hem ısınılır, hem yemek pişirilir hem de çay demlenirdi.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 ömer faruk ketevanlı
 5 Ekim 2020 Pazartesi 15:10
yazınız muhdesemdi.tesekkur ederim
 Ahmet Eşref Yılmaz
 18 Haziran 2019 Salı 15:13
Erzurum’un ilk bebe mağazası Gülen bebe yi ifade etmeyi unutmuşsunuz . Sahibi Adnan Yımaz’dır. Asil bebe sahibi Adnan kömürcüde Gülen bebede 6 yıl çalıştıktan sonra asil bebeyi açmıştır. Bugün taşmağazalar caddesinde bugün ticaretine devam eden en eski mağazadır. Kuruluşu aydaşlardan eskidir. Rahmetli Metin Aydaş, Adnan Yılmaz’ın çocukluk arkadaşıdır. Saray mağazası vs.. Gülen bebeden çok sonra açılmıştır.. bilginize..
 umudumlu
 9 Kasım 2017 Perşembe 17:21
sayın vekilim her yönüyle mükemmel tarih bilinciyle gözlem kadirşinas duygularla kaleme alınmış dadaşlık bilinciyle yoğrulmuş yazınızı derin duygu yoğunluğuyla zevkle okudum erzurumluluk bilincinin gelecek nesillere anlatılmasında kaynak olacak bu yazarınızı özlemle bekler başarılı çalışmalarınızın devamını dilerim
 Tülay Topçuoğlu Erdem
 9 Kasım 2017 Perşembe 11:16
Yazınız beni eskilere götürdü.Anılarım canlandı. Ancak Erzurum’un ünlü simalarından bahsedern bölümleri okurken şehre hizmetleri olan dedem merhum H.Rıza Topçuoğlu ile babam merhum Vecihi Topçuoğlu’nun isimlerini görmeyi de arzu ederdim.Bu yönü ile benim için eksik kalmış. Emeğinize sağlık. Teşekkürler.
 fatih
 28 Mart 2016 Pazartesi 11:29
az çok o günleri bizde gördük, şimdi bunu defa dfa okudum, aaahh çeksek ne fayda, ne güzel günlerdi hey gidi dünya, teksas tommiks haftalık çıkanlar takas olurdu beklerdim, hafta ay ve belki yıl gelirdi, birde bayramlarda kars kapıdaki askerler izne çıkardı evimiz mehdi efendide askerlerin bayramını kutlar el öperdik, asker olmasına rağmen cebindeki tek 50 kuruşu bana vereni biliyorum. ( bana başka param yok demişti) hiç unutmuyorum, birde kışın pilaav geldi pilav godide beş'e vardi vay anasına o günler kuş olup uçtu gittiii, gidiş o gidiş bir daha da gelmedi
 M.Nazmi Şaşmaztin
 27 Mart 2016 Pazar 15:49
Erzurumlu bir arkadaşımla dün sohbet ederken anlatmıştım. Anne tarafımız, dedeler Erzurumlu.lakabı "DOLMASAYANLAR". Ama yaşılar vefat etti bilgi alamıyorum. Turgut dayım vefatından önce Erzurum, Malatya dolaşmış ve soy ağacı oluşturmaya çalışmıştı ama küçük oğlu her şeyi atmış Büyük dede MAHMUT NAZMİ, Malatya mutasarrıfı olmuş vs. vs. Bak bir gazete yazısı buldum. Birde lakap Erzurum Kongresinde geçiyor. İnsan yaşlandıkça geçmişi (Kökleri) merak ediyor. Yazınızda geçen özdeyiş gibi satırlar beni çok şaşırttı ilk kez duyuyorum. Otur saatlerce konuş : "ARLININ ARINDAN, ARSIZIN DA YAPTIĞINDAN UTANDIĞI BİR DEVREYDİ." Elinize sağlık. Dolmasayanlarla ilgili kısa bir bilgiye de Erzurum Kong. belgelerinde rastladım. Bu aile Erzurum'un içinde mi yaşar? Nasıl iletişime geçebilirim? Soy ağacına ilişkin daha geniş bilgi var mı? Başarı dileklerimle selamlar saygılar. iletişim adresim sasmaztin@gmail.com
 Hülya Komesli
 24 Şubat 2015 Salı 17:46
Elinize sağlık çok güzel bir yazı
 esra
 11 Nisan 2013 Perşembe 16:37
3 yıldır memleket ozlemı cekmekteyım cok ama cok guzel olmus
 MURAT KARATAŞ
 8 Nisan 2013 Pazartesi 15:59
SEVGİLİ HEMŞEHRİM BEN BAŞBAKANLIKTA ÇALIŞAN ERZURUM HASANKALELİ BİR VATANDAŞIM ELİNE EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK HER SATIRINI GÖZLERİM DOLARAK OKUDUĞUM BU MAKALENDEN DOLAYI KUTLUYOR BENİ TAAA O EN ÜLFETLİ EN KADİRŞİNAZ EN MÜKEMMEL DADAŞ TOPRAĞIMI BİZE YAD ETTİRDİĞİN İÇİN NE DESEM AZDIR.SANA GÖNÜLDEN SELAM OLSUN AZİZ KARDEŞİM ANKARA BAŞBAKANLIK İDARİ VE SOSYAL İŞLER AMİRİ MURAT KARATAŞTAN SELAM SEVGİ VE DUALAR OLSUN.
 ayten ruşen
 8 Nisan 2013 Pazartesi 10:46
elinize kolunuza emeğinize sağlık çok beğendim çok güzel ben de yeni okuyanlardanım ıst da yaşıyorum işyerinde okudum okudukça semtleri gözümün önünden geçirdim ve bir anda olsa ödönemleri yaşadım keşeke o zamanlar yaşayıp ölseymişim insana saygının sevginin olduğu büyük ve küçüğün belli olduğu zamanlardı.bana erzurumu yaşattığınız için çok teşekkürler..
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi