İlhanlı hükümdarı Keygato ile ilgili anlatılan bir anekdotla başlayalım.
Bir gün veziri Ahmed’e sorar:
“İstiyorum ki, harabeye yüz tutmuş olan Zengân şehrini Tebriz gibi bayındır bir hale getireyim… Bu işi nasıl başarabilirsin?”
Vezir’in cevabı manidardır.
“Sultanım, bu iş çok zor ve uzun sürer, ferman buyurursan Tebriz’i şimdi bir saat içinde Zengân’dan daha harap bir hale getirebilirim.”
Atlama Kulelerinin başına geleni görünce bunu hatırladık.
Yapmak ve yıkmak!
Hep öyledir. Fiziki mekanlar için de, gönüller için de bu böyle.
Düşünsenize bir yüreğe girmenin alacağı zamanla, kalp kırıp bir ömür tamir için uğraşılan zaman kesitlerini.
Fotoğraf basına ilk düştüğünde bizim de yüreğimize bir acı düştü.
Adeta bir yanımız dağılmış gibiydi.
Yıkılan, yok olan salt bir toprak parçası değildi. Erzurum’un umutları, Erzurum’un beklentileriydi sanki.
Öyle ya… Cumhuriyet tarihimizin en önemli, en görkemli yatırımlarının bir bölümü, dahası en gözde olanı, en görkemlisiydi.
Daha da önemlisi, tekti, eşsizdi.
***
Üzüntümüzü artıran bir başka nokta ise, yıkım sonrası yaşananlardı.
Sosyal medyaya yansıyan yorumlar, içinde bulunduğumuz haleti ruhiyenin ne denli hastalıklı olduğunu bir kez daha önümüze koyuyordu.
Olaya sağlıklı yönelim o kadar azdı ki. Okudukça, “musibetleri davet ediyoruz” gibi bir duyguya kapıldık.
Son kertede “kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin sonuçlarını yaşıyoruz.”
Değerlendirmelere hakim yaklaşım, reddeden, ötekileştiren ve suçlayan tarz.
Arkasına önüne bakmadan, “fırsat bu fırsat vurun abalıya” abanması.
Bu demek değil ki, sorgulamadan uzak durulsun!
Tam tersi, ders çıkarmak için en ince ayrıntısına kadar olayı irdelemek lazım. “Bu kadar maddi kaynak hangi yanlışlardan dolayı heba oldu” diyerek, sorumlular başta olmak üzere olayı ve sonuçlarını ardına kadar inceleyelim.
Tek şart, sapla samanı ayırt ederek.
Öyle yorumlar var ki, direkt hükumet suçlanıyor…
“Olacağı buydu” deyip, Başbakanı topun ağzına koyanlara bile rastladık!
İşte musibetler bu tarz davranışlarla geliyor.
Bunun adı kelimenin tam anlamıyla haksızlıktır!
Ekmek bilmemek, nimetlerin ve her türden getirilerin hızla elden çıkmasına sebeptir.
Dünyanın işleyişine ait ontolojik bir kuraldır bu.
Bu davranış kalıbından vakit geçirmeden çıkmak lazım.
***
Gelelim, olayın irdelenmesi gereken bölümüne.
Bir defa atlama kuleleriyle ilgili yer seçimi çalışmalarını kim yapmış?
Fizibilite etüdleri ne düzeyde gerçekleştirilmiş.
Akademik destek oranı nedir? Özellikle, yer bilimlerinden faydalanmanın oranı?..
Sonra, yapımcı firmanın öngörüleri, taahhütleri hangi kurumlarca ele alınıp tatminkar bulunmuş?
İhale eden kurum.. İhale şartları.. İhaleye iştirak eden firmalar.. Teklif edilen parasal değerler.. En önemlisi de, işin teslimi noktasında imza koyanlar!
Ve tabii, diğer teknik pozisyonlar?
Tüm bunlar ayrıntısıyla incelenmesi gereken hususlardır.
Vali Altıparmak’ın bu anlamda yaptığı açıklamalar var.
İncelemelerin sonuçlanmasını bekleyelim.
Tabii, şu notu da düşelim ki, hiç kimse olayı sakın ola savsaklamasın. Bir yandan inceleme araştırma yapılırken, öte yandan da, pistlerin yeniden inşası çalışmaları hemen başlamalıdır.
Endişemiz o ki, bazı uğursuz ağızların, “zaten işe yaramıyordu” lakırdısına kulak verilir.
Bize göre asıl yıkım o vakit gerçekleşmiş olur.
Aman ha! Yıkıma kapılıp, yapımı ihmal etmeyelim… Bize göre takibi gereken asıl nokta burasıdır. Burası olmalıdır!