Bundan tam 70 yıl önce açılan sorular, yazık ki henüz cevap bulmamıştır. O gün ki, endişeler, talepler bugün de geçerlidir.
İsterseniz en can alıcı olanından başlayalım:
“Bir İngiliz, Alman, Amerikan, Fransız, Rus, Japon, İtalyan, hattâ bir İspanyol, İsviçre, Finlândiya, İsveç, Bulgar şehir tipi var; fakat bugün bir Türk şehri yok!..
Herhangi bir mimarî ve şehircilik davasından uzak, sadece bir cemiyetin mekâna aksetmiş zaman ruhu üzerinde kalarak soralım; evet, bütün keyfiyet ve kemiyet ölçüleriyle, hemen her şahsiyetli milletin, milletlerarası ve orta malı unsurları yepyeni ve ayrı ayrı düzenler altında seciyelendiren şehirleri var da niçin bizim bir şehir tipimiz yok?”
Bu soru bugün de güncelliğini korumakta değil mi? Ayniyle hem de?
Buyurun: “Zira, içinden çıktığımız ve köklerine kibrit suyu döktüğümüz eski dünyaya karşılık içine girdiğimiz ve köklerinden feyizlendiğimiz başka bir dünya yok da ondan; zira, bir asrı geçkin bir zamandan beri bizi ruh arsasında köleleştiren dış çizgileri taklit zihniyeti, olmayışımızı, olamayışımızı, en fazla şehir plânında ilân ve ifşa ediyor da ondan.
Ve yine zira, büyük şehir, dış çizgiler halinde kopya edilmesi mümkün bir hadise değil, mekâna sızan bir ruhun, dış çizgiler halinde billûrlaşmış nescidir.
Sadece şehrini hendeseleştirecek bir ruha ve ruhunu pırıldatacak bir şehre mâlik olamamak yüzünden, tam bir asırdır, Batı adamının beylik ve orta malı (barok), (rokoko), (kübik), (ürbanizm) kırıntılarının posalarında gıda arıyor ve bunun ismine inkılâp diyoruz.
Bizim şahsiyetli bir dünya görüşümüz varsa, mutlaka hususi bir şehir tipimiz ve şahsiyetli bir şehir tipimiz varsa, mutlaka hususî bir dünya görüşümüz olmak icap eder; müzmin boşluğumuzu ve bir türlü olamayışımızı müşahhas plânların en sert, en katı ve kolayca elle tutulur cinsinden olan şehir plânında arasaydık, belki en esaslı eksiklerimizin mizanına ererdik.”
Ve bir başka soru:
“Hendese (ölçü) ve nisbetin bütün şiir ile, hendese ve nisbet sıkıntısının bütün şiirini bir arada kucaklayan ve Süleymaniye kubbesine liyakat ilân eden o Türk şehri ki, Van kedileri gibi umumî bir soy benzerliği içinde başka başka çatıları, sokakları, meydanları ve her türlü müesseseleriyle, milyonluk celselerimizin, zaman içinde mekân ve mekân içinde zaman ölçüsünü heykelleştirecektir; bütün devlet ve millet kadromuzda bu tasayı çeken kaç kişi var?”
Bize göre yok ölçüsünde.
Beyni bu endişe ile meşgul, sorular ve sorgular sarmalıyla hayatı anlamlı kılan o yüksek düşünce adamı devam ediyor:
“İdarecileri, mütefekkirleri ve sanatkârlariyle, bu çileden uzak yaşayan insanlara, belli başlı bir hayat ve faaliyet içinde olmak imtiyazı verilemez!!!
Cemiyet iklimimizin, en geniş nezaret ufkuna malik taraçası demek olan şehrimizi plânlaştırmakla, ruhumuzu planlaştırmak arasında fark görmeksizin, şehrimizi, Türk şehrini, milyonluk Türk celselerinin toplantı mekânını istiyoruz!!!”
***
Kentsel dönüşüm heyulasıyla yatıp kalkanlar; “yıka yıka yapacağız” gibi anlamsızlığın anaforuna kendilerini kaptıranlar bir daha düşünsünler.
70 yılda alınan mesafe nedir?
Yıkılanlar ve yapılanlar…
Sahici bir envanter çalışmasıyla bu durum net bir biçimde ortaya konabilir. Gerçi çıplak gözle durumu görmek mümkün ya, ola ki, bilimsel kanıt talebi olur diye söylüyoruz.
Bize ait tasarlanmış bir kent tarifinden bile mahrumuz.
Durum bu iken, kırıntı misali var olanı da yıkmakla, yok etmekle meşgulüz.
Hep altını çiziyoruz, metruk ve mezbelelik isteyen yok! Aksine mamur kentlere özlem duyuyoruz. Ne ki, bu özlem yıkarak giderilecek bir özlem değil.
Yaparak, düzene koyarak, var olanı günün imkanlarıyla onarıp yenileyerek bunu yapabilirsiniz. Tabii, bunun için salim bir kafa, yüksek bir idrak en önemlisi de, netleştirilmiş bir medeniyet tasavvuru ile o medeniyete mensubiyet bilincinizin olması gerekiyor.
Son yıllarda yapılan tarihi cami ve benzeri yapılara ilişkin çalışma sahiplerini bu tarifin içine pekala koyabiliriz.
Ya diğerleri?
Meskun mahallerde hoyratça kat kat üstüne bina yapımlarını teşvik edenler?
Çilesiz, dertsiz, dahası idraksizler.
Şimdinin sorusu şu:
70 yıl önce dert edeni dinleseydik “ bu çileden uzak yaşayan insanlara, belli başlı bir hayat ve faaliyet içinde olmak imtiyazı verir miydik?”