Bastığımız en yüksek yer, ayaklarımızın altı.
Başka yükselmeler sanmaktan ibaret. İnsan adımlarıyla mektup yazar... Mektuplar yarınla, üsluplar dünle büyür. Had, hukuku kandırır, suç büyür. Yer kül tablasına benzer dersek, şuurun külü mektupların mürekkebidir. Aksi halde; bu hayatta filtresiz yaşatmazlar insanı… İnsan sonuçta kendini içer. Sigaranın filtresi kiminde ekmek içinden, kiminde kürk diriğinden. Bir tek şeytanlar filtre kullanmaz… Şeytanlar yere basmaz. Şeytanlar yüksek başlara basarak yürür. Şeytanların taşları kalplerdir…
Herkes yukardan bakmayı sever. Maymun meziyetidir bu. Yüksek ağaçlar, meyveli ağaçlar yukardan bakan maymunlarla doludur. O yüzden kimse yukardan bakmasın… İnsan yere basarak yaşar. Hakikatin başka zemini yok, meşru, kuru. Gerisi yalan ve yasak. Uçan konacaktır, yeşeren solacak... Önce en yüksekteki yapraklar düşer…
Dizle uz arasında soğuk bir ıssızlık var. Şafak söker ama ay gündüz dolaşanları tanımaz.
Renk taşımayanların boyadığı tablolar gibidir dünya. Kayık tuzlu su içer, kayıkçı iştahlanır. Bir martı denizi gagasında taşır, tıpkı günahtan beli bükülmüş seccade gibi. Yukardan, hep yukarı fırlatılmış taşlar düşer. Yukardan düşen taş harabeye gizlenmiş cinlerin meşkinden gelir. Sapana konulmuş bunca insan. Leyleğim diye uçan bunca insan. En çabuk insan harabeye dönmez mi? Bir dağ asırlar boyu dağ kalır, bir nehir öyle, bir konağa yüzyıl ne ki?.. İnsandan daha kolay ve hızlı harabeye çevrilebilen başka dünyalı var mı acep!..
Her duyu bir yalana kiralanmaktan ibaret. Ha ıssızlığın köşebaşlarındaki istasyonlar, ha duyularınız. El yükler, ten istifler, dil indirir. Ayaklarımızın piri olsa da, ne çok yılanlara benzer bindiğimiz trenler.
Yay gerilir ok kopar. Baktığının düşürdüğü insan, külahından önce düşen insan!.. Kravatı üzerinde namaz kılan insan, kıblesini Kibele ye çaldırmış insan… Yalan savaş derneğinde, talan yandaş referansında, göz yaşı ya dizde ya yanak hizasında. Ömre sığmayacak hayatları çalanlar uzla diz arasındaki ıssızlıktan ne anlasın… Tencere kapağında saçlarını tarayanla, sihirli ayna gönünde ayakkabılarını silen arasındaki ıssızlık… O yüzden baktığımız hissettiğimiz her şey sihir ahenginde… Uzağız ama yakın, yakınız ama uzak… Düşünceler önümüzde ama uzaklarımızdalar. Kılavuzları kurtlar yemekte.
Yaklaştıkça uz sulağında, yaklaştıkça diz kurağında kum çiğnemiş bir sürü ölü düşünce!.. Ölü hayallere ne çok rastlarız hayat diye… Benzeyenler kopya çekerek yaşar. Hayat diye ne çok benzerler kopya çeker. Beyaz at ölüleri gibi çatlamış, yanakta solmuş pembe çiçekler gibi pörsük, şarkı ararken yankı gibi ıssız…
Kaç kişi okur bu mektubu bilmem!..
Düşünceler böyle… Düşünceler düşüncelere inzibatlık yapmakta... Ne demeli?.. Kaç cennet kızı saç tellerinden koparıp vermişti bu kırık sazlara. Kaç cennet çocuğu masumiyetini, kaç alev sıcağını, çiçek kokusunu, delikanlı yumruğunu vermişti!.. Olmadı!.. O bize çevrili ok kaldı, biz ona gerili yay!..
Ahd etmeden baht mı aranırmış!.. Böyle yalan adımlarla yazdı mektuplarını insanlar. İnsanlar taht yapayım derken tabut ustası oup çıktılar…
Yükselmek derken ciğerleri gaz kaçağı ile doldurulanlar yukarıları pek sever. İpi bırakılanlar rengarenk. Bulutun oyuncağı çok. Rüzgar tıraş edilmiş bayram enselerini gıdıklamakta. Yukarı bakanlar vurmadı yukarıdakileri...
Bilinmeyen en yukarının ayaklarımızın bastığı yer olduğu. Basabilenler toprağın gerçek çiçekleri. Ölümsüz özgür, ölümlü esir…
Hadi dua edelim… Çekirdeklerimizi kimse yutamadı hala…
Dua yere basanların tek şemsiyesidir. Bizim çekirdeğimiz ağa avucunda kararsa da Ana avucunda yeniden yeşerecektir…
Vesselam…