“Türk milleti altı asırlık imparatorluğu zamanında, bayrak dalgalandırdığı ülkelerin hiçbirinde 1958 senesinde Rumların işlediği cinayet ve barbarlığın en ufak bir numunesini vermediği gibi bundan böyle de kahpelik ve masum kanı akıtma yoluna sapacak değildir.”1958
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Yeni bir yıla her zaman olduğu gibi yeni umutlarla giriliyor. Kişisel ve ülkesel dileklerin hiçbir zaman gerçekleşmediği gerçeği ile sürekli olarak yüzleşiyoruz. Hele de geride tarihin çöplüğüne gönderilen yılda yaşadıklarımızı hiçbir zaman unutmamız olası değildir. Acıları ve yaşadığımız güzellikleri unuttuğumuz anda günlük hatta anlık yaşamış oluyoruz Böyle bir yaşamın kimseye yararı olmadığı gibi çevremizdeki kısır döngüyü de kıramıyoruz.
Geçtiğimiz yıl yaşanmış olayların çetelesini tutanları yakından izlemiş bulunuyoruz. Her yıl bu türden değerlendirmeleri pek yapma olanağımız olmuyordu. 2012 yılının bir ayrıcalığı vardı ve izleme gereğini duymuş bulunuyoruz. Mendil büyüklüğündeki ülkenin Dışişleri Bakanı Bayan Markulli, Avrupa Konseyi Genel İşler Başkanı sıfatıyla Makedonya’yı ziyaret etmişti. Ziyareti sırasında ülkesi ile Makedonya arasında diplomatik ilişki kurma önerisini ortalık yere çıkardı ve kesin “HAYIR” yanıtını aldı. Değerlendirme yapanların bu gerçeği unutmuş olduklarını düşünüyoruz. Birleşmiş Milletlerin 2013 yılında Kıbrıs’taki uyuşmazlığa çözüm arayışlarına hız vereceğini ve pozisyon değişikliği yapmaya hazırlandığı duyuruluyor. Pozisyon değişikliğinin şu anda görüşülmekte olan iki bölgeli iki toplumlu federasyon mu yoksa başka bir öneri mi olduğunu merak ediyoruz. Bugüne değin yukarıda özetlendiği gibi iki bölgeli iki toplumlu yapının oluşması konuşulduğu için sonuç alınamadı. Pozisyon değişikliği söylemlerine ortalık yerlere çıkması üzerine Bay Dimitris Hristofyas anında karşı çıktı.
Yeni önerileri tehlikeli olarak değerlendiren Bay Hristofyas; Politis gazetesindeki açıklamasında, “Yeni önerilerin zarardan başka bir şeye yol açmayacağını” söylüyor. Müzakere sürecinin genişletilmesi, gevşek federasyon veya sıfır zeminden müzakere gibi önerileri desteklemediğini belirtiyor. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki yapıyı bir anlamda gevşek federasyon olarak tanımlamak da olasıdır. O günlerden bu günlere gelene dek yaşadıklarımız ise belleklerde tazeliğini koruyor.
Bay Hristofyas “Endişe verici mevcut ortamda, Kıbrıs sorununun çözüm vizyonunun canlı tutulması gerektiğini” söyledikten sonra mendil büyüklüğündeki ülkesinin NATO üyeliğine karşı olduğunu da kaydediyordu. Görüşmelerin bu koşullarda sürdürülmesinin kendi çıkarları ile örtüştüğünü yinelemek istiyoruz. Yaşananlardan en fazla zararı da Kıbrıs Türklerinin çekiyor olması Rumların “uzun süreli mücadele stratejileri” ile birebir örtüşüyor. Bunlara karşın biz ne mi yapıyoruz?.. Güldürmeyiniz insanları…
AB dönem başkanlığını İrlanda’ya devretmeden önce Bay Hristofyas’ın kişiliğine yapılan övgülere karşın “çamaşırcı kadının oğlu” olma onurunu kendisine yaşattılar. Kendi aralarında birbirlerini eleştirirlerken bu tanımı kullanıyorlardı. Bu kadar büyük başarılara imza attığı belirtilen Bay Hristofyas’ın ülkesini batağa sürüklediğini ve ulusal geliri kadar bir yardıma gereksinim duyduğundan hiç kimsenin söz etmemesi ilginç bir durumdur. Ocak ayı içerisinde Fransa ve Rusya gibi ağabeyleri kendilerine yardım etmediği takdirde iflas bayrağını açan ilk Euro ülkesi olmaya hazırlanıyorlar. Abilerinin kendi koşullarını zorlayıp yardımcı olacaklarının da bilinmesini istiyoruz. Çünkü Papazların başı Bay II. Hrisostomos’un söylemi ile “Allahın bize verdiği doğalgaz’da herkesin gözü vardır”… Bunu kaptırmak istemiyorlar.
AB’nin 11 Aralık günkü Genel İşler Konseyinin kararının Rumlarla Yunanlıların lehine bir durumu ortalık yerlere çıkarıyor. Ayrıntıların incelenmesi sonrasında bu yaklaşımın öne çıktığının bilinmesi gerekiyor. Uluslararası Hukuk kuralları ve BM Deniz Hukuku Sözleşmelerine aykırı bir durumla karşı karşıyayız. İmzalanan uluslararası anlaşmalar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garanticisi olan Türkiye’nin bu konuya müdahale etmesini zorunlu kılmaktadır.
Doğu Akdeniz’de ve bölgemizdeki uluslararası sulardaki yer altı zenginliklerinden Türkiye’nin de hakları olduğunu AB’ne ve adı geçen ülkelere anımsatmak gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…