Şehirler bir aşk gibi kuşatır onu tanımak ya da anlamlandırmak için gayret edeni... Asırlar öncesine uzanan bir zaman dilimine yolculuğu sırasında, sevenleri tarafından hanlar, hamamlar, saraylar, camiler, medreseler ve daha nice eserle donatılan şehirler, ruhunu kabzetmek isteyenlerin elinde bir viraneye dönüşmüş ve gün gelmiş o eski güzelliğinden, o muhteşem görüntüsünden eser kalmamış. Solgun, yıkık ve derbeder halde kaderine terkedilmiştir. Sonraları; başka birilerinin, yeni sevenlerinin ellerine kavuşunca, küllerinden tekrar doğmuş ve şehir(ya da şehirler) için yeni bir dönem, yeni bir zaman başlamıştır. Serpilip geliştiği, coştuğu, çarşılarında oluk oluk kervanların aktığı, pazarlarında insanların koştuğu, evlerinde, camilerinde, gürül gürül seslerin yükseldiği; medreselerinde, mekteplerinde ilim ve irfanın öğretildiği, ışıklı, aydınlık bir dönem... Verdiklerine layık olmak için insanlar onu bin bir türlü nakışlarla bezemişler, bin bir türlü eserle süslemişler ve geleceğe armağan olarak bırakmışlardır.
Bugün o geleceklerden birini yaşıyoruz ve şehirler için, dilinden ve ruhundan anlamayanların hâkim olmasıyla, yine kadersiz, yine sönük, yine acılı (Her şehir için söylenemese de, bizim de dahil olduğumuz, bütün bir Şarkın bu konuya bakış açısı için rahatlıkla söylenebilir) bir dönem başlamıştır. Burada daha acı olan, yıkıcıların ve ruhunun inceliklerini törpüleyenlerin, dışardan değil, içerden olması... Onlar gibi; bir akınla, bir zaferle, bir işgalle gelmeyip, bağrından doğması, yüreğinde büyüttüklerinin çocukları olması... İşte acının büyüğü burada saklı. Bakışlarının ışıltısını körelten, gün be gün bir hayal olmaya doğru iten eller kendinden çünkü...
Halbuki bu eller, sahip oldukları imkânlar dahilinde, daha iyi, daha güzel, daha sanatkârane şehirler kurabilir; bunun yanında geçmiştekilerin yaptıklarını da muhafaza edip, yeniyle eskiyi uyumlu, ahenkli bir iç içe geçirmeyle daha güzelini ortaya koyabilirlerdi.
Günümüzde artık hayatın akışının büyük bölümü şehirlerde cereyan etmekte ve şehirler eskiye oranla, bundan otuz kırk önce hayal ettiğimizin çok daha ötesinde hayatın merkezine oturmaktadır. O halde bunu önceden görmek ve buna göre tedbir almak gerekmez mi ya da tedbir almayanlar için söyleyelim; gerekmez miydi? Şehirlerimizin otuz, kırk, elli yıl sonra nerede olacağı, olması gerektiği sorusu sorulmamalı mıydı? Bunda geç kaldığımızın o kadar çok delili var ki? Çevre, mimarî, şehircilik ve şehir planlamacılığı açısından...
Önümüzdeki yıllarda şehir, yukarıda saydığımız ve daha sayabileceğimiz noktalar açısından nerede olmalı ve şehrin o gelecekte nelere ihtiyacının olacağı, şiddetle neye ihtiyaç duyacağı (yani duyacağımız) önceden düşünülmeli değil miydi?
Oturulacak mekân, kullanılacak su, yürüyüp koşulacak park, bahçe, kısacası doğal çevre, kültürel faaliyetlerin yürütüleceği merkezler ve daha bunun gibi; insanı derinden etkileyen ve her yönüyle ilgilendiren konulara zamanında önem verilmeyip, bunu sağlayacak fırsatlar, imkânlar elden gittikten sonra düşünmenin ne faydası var şehirlere ve insana... Kaynakları öncelikler sırasına göre harcamayıp, zamansız ve yersiz şeyler yapmak da; faydasız işler olarak görülebilir.
İşte yönetmenin veya şöyle söyleyelim; doğru yönetmenin ne olduğu ve sonuçlarının ne olacağı da burada ortaya çıkmıyor mu? Bunun vebalini yüklenenlerin işin gereğini yapmadıkları anlaşıldığında, onlara ne yapılsa bile bu durum telafi edilebilir mi?
Şehir artık mimarî açıdan yaşanacak halden çıkmışsa, çevre (hava, su, toprak, ağaç) mahvedilmişse, bakınca insanı rahatsız eden, tıkış tıkış, oradan kaçmanızı çağrıştıran mekânlarla doldurulmuşsa ve şehre şehir olma vasfını kazandıran özellikler bir bir ihmal edilip; yerlerine, düşüncesizliğin, menfaatin, aymazlığın çocuğu çirkin binalar dikilmişse... Artık bunları yapanlara ve şehirleri kendi ihtiraslarının, bilgisizliklerinin, ihtiraslarının kölesi haline getirip, bu derece yüzüne bakılmaz şekle dönüştürenlere ne dense, ne yapılsa bile faydasızdır ve ortaya çıkan zararı karşılamaktan çok uzaktır. Olan olmuştur ve şehir; ismiyle bağdaşan özelliklerini yitirmiştir.
Ama yine de, bu görevi yüklenecek olanlara ibret olması bakımından, konu kendi haline bırakılmamalı ve her aklına yatanın böyle bir işe kalkışmaması için lüzumu yapılmalıdır. Yapılıyor mu ya da şimdiye kadar kimseye böyle bir cezai yaptırım uygulandı mı? sorusu artık cevabını bulmalıdır.
Not: Yerel seçimlere hızla yaklaştığımız şu günlerde; yukarıda yazdıklarımızın daha bir dikkatle okunması gerektiğini düşünüyoruz.