MENÜ
Erzurum 18°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Etrafımızdakilere Bakış Açısı Üzerine…
İsmail Bingöl
YAZARLAR
27 Ocak 2009 Salı

Etrafımızdakilere Bakış Açısı Üzerine…

Her yerde var hayâtı birer türlü nakleden
      Lakin derin görenler usanmış hikâyeden.”

Yahya Kemal

 

            İnsan; büyük bir bölümüyle hâlâ meçhul bir varlık… Bir büyük manzaranın orta yerinde kendine alan açmak için devinip durur; ömrü bitinceye, çerağ sönünceye kadar… Kimi; hayatın ve ötekilerinin kendine dikte ettirdiği bir gerçeği yaşar, kimi; bunlara karşı bir savunma geliştirip, kendince yaşar. Varlığa ve darlığa bakış açıları tamamen başkadır ve ortaya koydukları hayat çizgisi toplumun geneli için izahtan varestedir. Çokluğun (kesretin) dayattıkları karşısında yorulan kafa, gün gelip ince bir çizgi üzerinde yürümenin zorluğu karşısında, kendi boyutlarıyla yaşamaya başlar.

            Ama bu yazdığımız; toplumun ve halkın dışına çıkılmak, onu terk etmek manasına alınmamalıdır. Halka ya da halkın yaptıklarına karşı bir isyan hareketi, bir protesto da değildir.

            Yalnızca; düşünce derinliğinin incelttiği bir ruhun, kalabalıkların hodgâm davranışlarına tahammülsüzlük veya bunlara muhatap olmanın getireceği incinmişliğin herkesteki gibi oluşmayacağı içindir. Gerçi, bunun etraftakiler tarafından genelde yanlış yorumlanma tehlikesi her zaman vardır. Ve gösterilen davranış ve sözler, bir anlamda toplumun nereye gittiğinin, algılarının ve zevklerinin neye göre değiştiğinin, bu gidişle daha ne kadar değişeceğinin de en önemli delilidir.

            Yüreği acılarla test edilmemiş, ruhu aşkla tartılmamış bedenler, hayatı ve insanı anlamlandırma konusunda her zaman eksiktirler ve bu korkunç boşluk bir şekilde doldurulmadıkça, eksiklik, kabalık gün gün büyüyecek, bu işe kafa yoranların sinesini dağlamaya devam edecektir. Bu tahrifat, bu dağınıklık, bu hoyratlık, tarifi mümkün olmayan sınırları zorladıkça; korkular büyüyecek, insanlar arasındaki uçurumlar gittikçe derinleşecektir.

            Fakat en korkuncu ve belki en tuhafı da; hayatı büyüten ve tevekkülle karşılayan, selâm verdiklerini yüreğinin enginliğiyle rahatlatanların her gün birkaçının daha ecele yenik düşüp, sessiz sedasız ortadan, yani aramızdan çekiliyor olmalarıdır. Bu anlatmak istediğimizi çok güzel ifade eden birinin, Yahya Kemal’in bir şiirinden (DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ ) birkaç mısraını buraya almadan geçmeyelim:

Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer,
Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber.
(…)
İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri
Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri.

            Bu durum yaşadığımız şehir için de düşünülebilir, ülke için de, dünya için de… Yerlerinin doldurulması mümkün değildir ve bu noktanın farkında olanlar için büyük bir hüzün kaynağıdır. Hele de, hak ettikleri değeri bulmadan terki diyar etmişlerse… Bundan sonra; vâ esefâ! (eyvah, yazık!)

demenin neye yaradığını ya da neye yarayacağını kim bilebilir? Öyleyse yaşarken az da olsa kıymetini bilmenin yerini, öldükten sonra yapılacak hiçbir büyük mezar ya da anma töreninin doldurmayacağını düşünmeliyiz.

            Aslında “sessiz sedasız” dedik ama, gerçekte sesleri de var, sedaları da… Ne var ki; duyacak kulak, kavrayacak ruh ve çoğu kişi de bulunmayan bir dikkati nazar gerektirir. Zira onlar, bazen aramızda dolaşırlar, bazen kendilerine has duruşlarıyla yanımızdan geçip giderler. Bunlardan kimi geçmişten bir okul arkadaşımız, kimi akrabamız ve kimi de; varlığından uzaktan uzağa haberdar olduğumuz birileridir. Ancak ne hazindir ki, bunları tanıyor olmamız, bizim onlara vermemiz gereken değeri artıracağı yerde, hatta azaltır. “Şu bizim…..  ifadesiyle başlayıp giden nice sözler uydurmuşuzdur bir de… Tanımadıklarımızın yazdıklarını gözümüzde büyütürken, o ve onun gibilerin yıllardır gösterdiği gayretin ürünlerini adeta görmezden gelir, küçük bir iltifatı bile esirgeriz. O şehri yönetenlerce, hep başkalarının yazdıkları bastırılıp dağıtılır önemli günlerde yaşadığı şehrin insanlarına… Buralı olmadıkları ve şahsen tanınmadıkları için onlar ulaşılmazdırlar ve yazdıkları da o oranda önemlidir. Bu şehirde, bu sancıyı çekip, ıstırabından çile damıtan herkes bu yazının muhatabıdır ve bu sitemin bir parçasıdır.

            Bu uzun girizgâhtan sonra, anlatmaya, daha doğrusu hayatından çok kısa kesitler vermeye çalışacağım, ama adını vermeyeceğim kişi de bunlardan biri olarak sayılabilir. Onunla tanışıklığımız ta ortaokul yıllarına dayanmaktadır. Aradan geçen bu kadar yılda, farklı yerlerde ve farklı işlerle meşgul olduğumuzdan çok fazla karşılaşmadık. Geçtiğimiz yıllarda seyrek olarak, Hemşin akşamlarında, sazın, sözün ve muhabbetin birbirini tamamladığı vakitlerde görürdüm. Kafasıyla çekinerek verdiği hafif bir selâmla gelir, ortamın devamlılığına ket vurmamanın anlayışlı tavrı içerisinde bir kenara oturur, biraz dinler ve mekânın yükünü aldığı bir sırada da fark ettirmeden kalkıp giderdi.

            Onu Hemşin Pastanesinde son görüşümün ardından birkaç yıl hiç rastlaşamadık. Zamanda ve mekânda olan değişikliklerden sonra artık oralara uğramaz olmuştu. Bir gün; ara sıra uğradığım bir çayhanede tekrar karşılaştık. Hayatı anladığı gibi yaşayanlara özgü bir hal vardı üzerinde ve kıyafeti de buna uygundu. Derinliği ve inceliği olan cümleler dilinden dökülmeye başlayıncaya kadar, sadece  görüntüsüne bakarak, okumaya ve düşünmeye hangi boyutta meftun biri olduğunu asla tahmin edemezsiniz. Bir yerde fazla oturmaktan sıkılan bir hâli olduğu için, uzun sayılamayacak bir sohbetin ardından hafızama, başkalarına ait olduğunu düşündüğüm birkaç vurucu söz kazıyarak, her zaman ki gibi birden çekti gitti.

            İşte onlar… “Bazen halka bir şey vermek için halkın içine gireriz, bazen bir şey almak için…” , “Dünya öyle bir metâ değil ki nizâya değsin!”

 

 

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2025 Erzurum Gazetesi