Dünya, Amerika’da başlayan ekonomik krizle boğuşmaya devam ediyor. Bu nedenle ekonomilerini bu ülkedeki sisteme bağlamış olan ülkelerde de kuşkular ve tedirginlikler her geçen gün ivme kazanmaktadır. Güçlü ekonomiye sahip olan ülkeler bile kendilerini kurtarma veya en az zararla çıkabilmenin hesaplarını yapmaktadırlar.
Gelişmiş ülkelerin en önde gidenlerinden olan Almanya bile, bu gidişi en ağır bir şekilde eleştirmeye başladı. Bayan Merkel, 700 milyar dolarlık ‘kurtarma paketini’ değerlendirirken, “neoliberal cilanın döküldüğü ve Atlantik’in iki yakasının birbirinden uzaklaşmaya başladığını” söylüyordu.
G 8 diye bilinen gelişmiş ekonomiye sahip olan zengin ülkeler arasında bir paylaşım krizinin de yaşanmakta olduğunun veya yaşanacağı da söylemek olasıdır. Amerika’ya karşı çıkışın temelinde emperyal çıkarların yatmakta olduğunu da vurgulamak durumdayız.
Gemisini kurtarmaya soyunan Bayan Merkel, “Biz zamanında önlemler almaya çabalarken, Anglosakson ülkeler yeterince destek vermedi” diyerek İngiltere’yi suçluyordu.
Alman Sosyal Demokrat Partinin Federal Meclis Grubu Başkan Yardımcısı Joackim Poss, daha ileri giderek “Amerikalılar kendi beceriksizlikleri ve küstahlıklarından Almanya’yı sorumlu tutamaz” diyordu.
Yurdumun siyasetçileri ise nurlu ufuklardan başlayıp istikrarlı bir ekonomik yapıya ulaştıklarının türküsünü çığırmayı yeğliyorlar.
Bu konuda halkla aralarında derin bir uçurumun oluştuğunun ayırdında olmadıkları görülüyor.
Diğer yandan Kıbrıs’ta yoldaşlar söylemleri öne çıkarılarak başlatılan görüşmeler, kapalı kapılar arkasında sürdürülüyor.
Görüşmelere ilişkin doyurucu açıklamaların yapılmamış olması ise geleceğe ilişkin olarak kuşkuların artmasına neden oluyor. Kıbrıs’ta konuya ilişkin olarak halkın huzursuzluk içinde olduğu bilgileri kamuoyundan ısrarla gizlenmektedir.
Karşı tarafın basın yayın organlarında, ulusal çıkarları doğrultusunda yol gösterici yayınlar yapılıyor.
Böylece konu gündemin ilk sıralarında yerini alıyor. Bizlerde ise siyasetçilerle birlikte basın yayın kuruluşlarında, incirin çekirdeğinin nasıl doldurulacağının tartışmaları yapılmaktadır.
‘Yetki ve Güç Paylaşımının’ görüşüldüğünün açıklanmasının yeterli ve doyurucu olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü Bay Hirıstofyas, tek egemenlik ve tek devletli bir yapıya gidilirken yeni bir yapılanmanın olamayacağını BM’de de söylüyordu.
Bu yapı ile Kıbrıs Cumhuriyeti diye tanımladıkları kendi devletlerini güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Yapılacak ufak tefek değişikliklerle de bunu sağlayabileceklerini dilinin altında saklamayı yeğliyordu.
Oluşacak böyle bir yapılanmada, Kıbrıs Türklerine verilecek yetki ve güç paylaşımının, köy muhtarlığının düzeyinde bile olamayacağının görülmesi gerekiyor.
Ulaşılacak olası bir anlaşmanın, Anna’nın belgesinde olduğu gibi tartışılmadan bir oldubitti ile yürürlüğe sokulacağının da kuşkusunu taşıyoruz.
Bu gelişmeler yaşanırken TBMM’nde bulunan muhalefetteki siyasetçilerden gelen tepkiler kendilerine bilgi verilmediğine ilişkindir. Bu açıklamalar ise kuşkularımızın doğruluğunun kanıtı olmaktadır.
Bir diğer kuşkumuz ise, Kıbrıs’taki görüşmelerin deneyimsiz kişilerce yürütülmekte olduğudur.
En azından bize ulaşan bilgilerin bu yönde olduğunu söylemek istiyoruz.
Bu tür yakınmalara fırsat vermemek adına, TBMM’nin bir an önce konuya ilişkin bir tavrı almasıdır. Ulusal Kıbrıs davasında da bir an önce kararlı bir duruşun gösterilmesi gerekiyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de tanınmasına giden yolun bu kararlılıkla açılacağının da bilinmesi gerekiyor.
Ramazan Bayramı mı yoksa Şeker Bayramı mı söyleminin tartışılması kadar anlamsız bir yaklaşım olamaz.
Önemli olanın yurdumun insanının ekonomik sıkıntılarının ötesinde bir yaşamı sürdürmesidir.
Yaşamınızın sağlıklı ve Bayramın getirdiği güzellikte geçmesi dileği ile iyi bayramlar…
SEVGİ ile kalınız…
26 Eylül 2008 - Ankara -