Habip Baba Türbesinin bir diğer adının da Timurtaş Türbesi olduğunu bir çok Erzurumlu bilmez…
Kasım Paşa Mahallesinin Gürcü Kapı’ya giden yolu üzerinde bulunmaktadır.
Türbe, üstü açık vaziyettedir.
Güney penceresi önünde 2 adet mezar bulunmakta olup, içeri girince sağ tarafta bir de küçük mescit bulunmaktadır. Burası aynı zamanda türbedar odası olarak da kullanılmaktadır.
Kitabelerdeki kayıtlara bakılırsa Habip Baba Miladi 1847 yılında vefat etmiş, Timurtaş baba için hazırlanan bu türbeye defnedilmiştir.
Bu sebepten dolayı da, Timurtaş Baba ile Habip baba isimleri özdeş hale gelmiştir.
Habip Baba’ya ait çeşitli kaynaklarda ifade edilen ailevi bilgi ise şöyledir:
Babası ile birlikte Hindistan’dan Bitlise gelen Habip Baba, buruda Uşaki Ali baba isimli bir Mürşide bağlanmıştır. Buradan Şam’a giden Habip baba daha sonra mürşidinin talebi üzerine Erzurum’a gelmiş; ömrünün sonuna kadar da burada kalmıştır.
Türbe’de, Habip Baba’nın tarikat serpuşlu baş taşında Farsça olduğu ifade edilen bir tarih manzumesi vardır…
Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı Hoca’nın tercümesi ile, bu manzumede şunlar yazılıdır:
“Marifet cihanı, tarikat piri, olgun mürşid, birlik sırrının da emin; Hz. Mevlanın sırrını bilen birlik eshabının başı, birlik eshabı halkasının başında olan zat… Yaşadığı müddetçe bir geceyi bile ona ibadet ile meşgul olmadan geçirmedi. Bir adım attıysa mutlaka ibadete attı, bir söz söylediyse mutlaka Hakk’ı andı. Bu yokluk yurdundan usanıpta cennete yönelince Rıdvandan, merhaba, yücel diye bir ses geldi.
Gayb aleminden biri geldi de, tarihini okudu: Habip Baba tesbih ederek cennetler güller bahçesine geçip gitti.”
***
Habip Baba’ya ait halk arasında anlatılan çok sayıda menkibe bulunmaktadır…
İsterseniz bunlardan bir kaçını da bu vesileyle aktarmış olalım…
Anlatırlar ki, Uzaklardan gelen bir zat Erzurum’un ara sokaklarında dolaşırken, kadının birisi pencereden su döker. Bu su ile ıslanan zat fena halde sinirlenir ve eli ile evin duvarına tutunarak öyle ittirir ki, sadece ev değil Erzurum bütünüyle sallanır… O esnada Habip Baba zuhur eder ve O’da eliyle duvarı tutar ve sallantıyı durdurur… Sonra da o asabi zata dönerek, “Sen Erzurum’u sahipsiz mi sandın der”
***
Sohbet meclislerinde sıkça anlatılan bir başka menkıbe ise çok daha enteresandır; ve burada da depreme dönük bir yaklaşım zikredilmiştir…
Gürcü Mehmet Paşa Camii’nin avlusunda bir sabah hoca fakir bir adamın vefat ettiğini görür. Adamın kıyafetleri berbattır. Hoca Efendi içinden: "Be adam daha ölecek yer bulamadın mı?" diye geçirir. Konu komşu toplanır, fakir adanan eksiklerini tamamlar, yıkamaya başlarlar. Hoca Efendi adamın tırnaklarının da çok uzun olduğunu görünce, daha da canı sıkılır. Bunun üzerine ölü teneşirden çıkarak oturur. “Ey Allah'ın kulu, ben acaba içimi temizleyebildim mi ki dışımda da sen temizlik istiyorsun” diye Hoca Efendiye çıkışır.. Sonra da, “Burada ölmez, gider Bağdat’ta ölürüm” deyip başlamış koşmaya....
Bu duruma şahit olan halk da, bir taraftan fena halde korkmuş, diğer yandan da ölünün peşinden koşmaya başlamış…
Cenazeyi yıkayan Hoca ise, doğruca Habip Baba’ya giderek yardım istemiş… Durumu anlatıp, “Aman Hocam bize yardım et” diye yalvarmış...
İşin ciddiyetini gören Habip Baba da ölünün peşinden giderek mezarlıklar mevkiinde yakalar ve “Seni beni yaratanın hakkı için Erzurum’u bana bağışla” diye ricada bulunur.
Dirilmiş olan ölü, bir kabrin taşına yapışarak, “Habip Erzurum'u yıkacağım” der. Habip Baba’yı tanımadığı halde ona Habip diye hitabı çok ilginç. Habip Baba çok yalvarınca, “Vallahi yıkacaktım da, senin hatırına bağışladım” demiş…
Bu olay sonrası Erzurum’da bir deprem oluyor, artçı sarsıntıları birkaç gün sürüyor…
***
Halkın anlattığı buna benzer çok sayıda hikaye vardır…
“Deprem Erzurum’u vurmaz, burayı ayakta tutan yüzlerce evliya var” tespitinin altında yatan sebeplerden birisi de anlatılan bu menkıbelerdir…
Biz de inanırız ki, Allah’a yakin elde etmişlerin sahiplenmesi birçok kazayı belayı defeder, alıp götürür…