Sır, cazibedir..
Tutanı da tutturanı da farklı kılar..
Dahası insan eder..
Öyle öğrendik büyüklerimizden, öyle demişlerdi..
Babamızın kaç lira kazandığını bilmeyen analar büyüttü bizi..
Rızık Allah’tandı ve sorulmazdı..
Kimse kimsenin ne kazandığını bilmezdi.
Belki de o yüzden “aç gezip tik gezen” dadaşlar vardı..
Sonra sır bozuldu..
Aşikar oldu her şey..
Ve “aç gezip tik gezenler”, “acın kabadayısı” sayılmaya başlandı..
Birbirinin derununu araştırmayan, ayıbını, kusurunu ve hatta günahını örten bir Erzurum’da büyüdük.
İnsandı, beşerdi, şaşardı..
Kul hatasız olmazdı..
Bu nasihatlerdi kulağımıza küpelenen..
“Kişi kınadığını yaşamadan ölmez” diye bellettiler büyükler..
Kınamak yerine anlamak, ya da üç maymunu oynamak daha evlaydı.
O yüzden her Erzurumlu bir başka görünürdü diğerinin gözüne..
Ayıpsız, lekesiz ve temiz..
Birbirinin açığını kapatan, birbirine sahip çıkan dadaşlar vardı bir zamanlar..
Hatasız kul olmazdı elbette evet, ama hatayı ortaya çıkarıp ifşa eden de insan olmazdı, gözümüzde..
Dadaşlık töresi böyleydi..
Bir müessif olay yaşandı geçen hafta..
Şehrin valisi kendi isteğiyle merkeze alındı..
Bir çirkin yafta biçilmişti..
Bir yakışıksız söylenti alıp götürmüştü ortalığı.. Doğru muydu, değil miydi, kimse bilmez..
Hakikat olsaydı elbet, basına yetkililer açıklama yapar, iş savcılık safhasına dökülürdü..
Bütün bunlar olmadı..
Bir söylenti sardı Erzurum’u..
Vali gitti, sonra bir genç kız, gözle görülmemiş, hukuken doğrulanmamış bir olayda suçlu ilan ediliverdi kamuoyunda..
Yargısız infaz yapıldı ve cezası kesildi..
Ailesi, etrafı düşünülmeden şayialara kapıldı herkes..
Dedikodular götürdü ortalığı, çirkin ve dayanaksız.
Giden Valiyi basından bilirdik, tanışıklığımız olmadı.
Ama ardından konuşmadık en azından, cep telefonlarını paylaşacak kadar samimi olanlar gibi..
Eğer doğruysa olay, elbette çirkindi, kötüydü..
Ne ki hukuken ortada bir şey yoktu ve sükut daha evlaydı..
En azından dadaşça olurdu.
Öyle yaptık..
Ancak Erzurum yalnızca bunu konuştu haftalardır, yalnızca görülmemiş, delillendirilmemiş bir söylentiyi..
Bir genç kızın geleceğini yıkmak noktasında, kimse vebali hesaba katmamıştı.
Kaldı ki konuşmanın kime ne faydası vardı, kime?
Kim kaybetti, kim kazandı bilinmez..
Ama Erzurum’un kazançlı olmadığı ve bir şeyler yitirdiği aşikar..
Bir hikayeyle noktalayalım sözümüzü..
İki kovasıyla Fırat’tan evlere su taşır bir saka.
Sağ tarafında taşıdığı kova deliktir, durmadan su akıtır. Diğeri ise sağlamdır..
Farkındadır ayıbının sağdaki kova.. Bu sebeple mahcuptur, mahzundur..
Ne ki bir şey gelmez elinden..O delik bir kovadır..
Üzülür ahlanır, vahlanır..
Arif bir kimsedir Saka..
Sağdaki kovasının haletini, hüznünü anlamıştır..
Bir gün su taşıdığı caddenin sağındaki çiçeklerle bezeli alana otur..alır delik kovayı karşısına..
“Sen” der, “delik olduğun, kusurlu olduğun için üzgünsün bilirim..
Ayıbını örtmekteki çaresizliğini de görürüm..
Ama yolun sağ tarafına, suyu taşırken seni taşıdığım tarafa hiç bakar mısın.?
O çiçeklerle bezeli taraf senin su akıttığın taraftır. Ben senden su aktığını gördüğümde, senin tarafına çiçek tohumları ektim hep..Sonra sen suyunla onları besleyip büyüttün..
Şimdi insanlar o çiçeklerin nadide kokularıyla mest olup, rahat bulurlar, neye üzülürsün be kova?”
Bir ah çeker, delik kova, bir ah..
“Ne büyüksün Saka sen, ne büyüksün”, diye ünler..
“Ayıbımı örtüp, kusurumdan nadide bahçeler yapmışsın, ne büyüksün”..
Biz öyle bir Erzurum’da büyümüştük işte..
Öyle bir Erzurum..
Büyük ve engin..
Bilmem anlatabildim mi? Bilmem…