Bir insan kelimelerle dünyayı nasıl fetheder? Belki bir dil ustası olarak, belki de bir gönül terzisi gibi, kelimeleri ahenkle dokuyarak. Ama esas mesele, hitabetin yüreği titretme kudretiyle var olur. Hitabet, insan ruhunun ince ilmeklerle ördüğü bir sanattır. Tarih boyunca, büyük toplum liderleri, filozoflar ve sanatçılar, kelimelerin bu ince gücünü kullanarak kitleleri peşinden sürüklemiş, adeta bir yangın gibi zihinlere yayılmışlardır. Ne yazık ki modern zamanlar, bu incelikli sanatın değerini unutturmakta, onu bir kenara itmektedir.
Bazen bir fıkradır insanı yakalayan, bazen bir vecizedir. Uygun bir hikaye, sahici bir anekdot, kalbe dokunan bir detay… Bir kelimenin peşine takılan anlam, âlemleri yerinden oynatacak kadar kuvvetlidir. Ancak burada mesele, hikayenin sadece anlatılması değil, o hikayenin ruha nüfuz etme sanatıdır. Dinleyici ya da okuyucu, kelimeler arasında bir yolculuğa çıkar; ama bu yolculuk sıradan bir seyahat değildir. Her cümle, her kelime, insan zihninde derin bir iz bırakır. O izi takip eden kişi, adım adım düşünce dehlizlerinde kaybolur.
Bir hikâye ne kadar eski olursa olsun, eğer doğru bir zamanda, doğru bir üslupla anlatılırsa, dinleyen ya da okuyan kişi o hikâyede kendini bulur. “Mirhace,” demiştir anlatıcı, Amerikanın büyüklüğünü yere göğe sığdıramayan bir hitapta. Bir fıkranın büyüsü, içindeki hakikatin zarif işlenmiş olmasıdır. Çoğu zaman, hikayelerin katmanlarında gizlenen bu derin hakikatler, dinleyicinin ya da okuyucunun ruhunda yankılanır. Hikayenin gücü buradan gelir; gerçeklikten aldığı esinle bizi hakikate taşır.
Fakat sadece kelimeler mi? Hayır! Bir anlatıcının sesi, vurgusu, hatta sessizliği bile büyük bir anlam taşır. Sözlerin etrafında dolanan sessizlik, onları daha da vurucu kılar. Hikaye anlatıcılığı, bir sanatın ötesinde, bir yaşam biçimidir. Kelimeler dans eder, cümleler bir ahenk içinde sıralanır ve birbiri ardına akarken bir tür müzik oluşturur. Bu müziği duyan kişi, kendini anlatıcının dünyasında bulur.
Cemil Meriç’in söylediği gibi: “Kelimeler, düşüncenin silahlarıdır.” Her silah gibi, onları kullanmayı bilmek gerekir. Bu yüzden, bir hikaye ya da anekdot anlatırken, sadece kelimelere değil, onların nasıl sunulduğuna, nasıl vurgulandığına ve hangi bağlamda aktarıldığına dikkat etmek gerekir. Dinleyici ya da okuyucu, bu vurgu ve tonlamalar arasında kendine bir yol bulur.
Ezcümle, bir fıkra, bir hikaye ya da bir vecize, yalnızca bir anlatım aracı değildir. Onlar, insan ruhunu sarsan, onu harekete geçiren ve zihnin derinliklerine inen birer köprüdür. Ve bu köprülerden geçmeyi başaranlar, kelimelerin dünyasında sonsuz bir yolculuğa çıkarlar.