“Türk, hakkını elde etmek ve hürriyetine kavuşmak için engel tanımaz”
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Kıbrıs uyuşmazlığının 2010 yılı sona ermeden çözülebilmesi için beklentiler oldukça yüksekti. Geldiğimiz bu noktada bu beklentinin yine boşa çıktığını kaydetmek istiyoruz. Çözüm umutlarının önümüzdeki yıllarda yeniden yeşereceği umut ediliyor. Çözüm beklentilerinin gerçekleşmemesinin arkasındaki gerçekler de biliniyor. Buna karşın, Anadolu söylemi ile “ye Memet ye” diyorlar.
Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın yaklaşımlarına AB’nin eklenmesi ile uyuşmazlığın çözümü sürekli olarak başka baharlara erteleniyor. BM zemininde yürütülmekte olan müzakere sürecinin de sona erdirilmemesi gerekiyor. Müzakere sürecinin sona erdirilmesi, BM Genel Sekreterlerinin bu güne değin yaptıkları çalışmaların boşa gitmesi demektir. Görüşmeler ertelenebilir. Bu hususa son derece doğal bakarız. Buna karşın AB zeminine kayması uyuşmazlığın çözümsüzlüğü demek olacaktır.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un “Benden bu kadar. Ne haliniz varsa görün” diyemeyeceği biliniyor. Böyle bir söylem ve yaklaşım Rum ve Yunan tarafının işine gelebilir. Ortalık yere çıkacak bu durumu fırsata çevirmek için her yolu deneyeceklerini gizlemiyorlar. Böyle bir durum, BM’in varlık nedeninin de sorgulanması olacaktır.
Kıbrıs’taki uyuşmazlığın çözülmesi konusunda bazı aktörler, kendi oyunlarını sahneye koymak için pusuda beklemektedirler. Rusya – Fransa ile Birleşik Amerika Devletleri’nin rolleri biliniyor. Son dönemde devreye Almanya’nın da girdiği veya girmeye çalıştığı biliniyor. Bütün bunlara karşın İngiltere’nin sıcak bakmayacağı bir çözümün gerçekleşme olasılığı bir hayli zayıf değil, yoktur.
İngiliz basınında son dönemde Kıbrıs uyuşmazlığının çözümüne ilişkin değerlendirmelerin yapıldığını da kaydetmek istiyoruz. İngiltere’nin Dışişleri Bakanı eskisi Jack Straw’un Times gazetesinde yer alan açıklamasında, “çözüme yönelik görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, adanın resmen bölünmesini değerlendirmeleri gerektiğine” vurgu yapıyordu. Bay Straw, “Uluslararası toplum bu tabuyu kırmalı ve bölünmüş adada kalıcı iki devletin oluşumunu düşünmelidir” diyor.
Financial Times gazetesindeki haber yorumda ise müzakerelere katılan bir diplomatın, “Burada sonsuza dek kalıp, anlamsız görüşmeler yapmayı sürdürmeyeceğiz” diye konuştuğu yer alıyordu.
Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerde kayda değer bir ilerlemenin olmadığı biliniyor. AB’nin dayatma içeren raporlarına karşın böyyük patronların da hükümetin yükümlülüklerinin çoğunu yerine getirmediğine vurgu yapan açıklamaları düşündürücüdür. AB’nin Genişlemeden Sorunlu Komiseri Stefan Füle de “ Ne kadar reform o kadar müzakere” diyerek duruşunu ortalık yere koyuyordu.
AB içinde Yunanistan’ın iflası ile başlayan süreç domino etkisi yaparak sürüyor. İrlanda’nın ardından Portekiz’in de yardıma gereksinim duyacağının açıklanması ortak para birimi olan Euro’nun konumunu sarsıyor. Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, İrlanda’nın kredi notunu beş kademe birden düşürdü. Bu düşürme, sürekli kurtarma fonunun kurulması konusunda yapılan görüşmelere denk gelmesi güven bunalımını da beraberinde getirmektedir.
Borçlanmadan doğan krizin çözümünü 2013 yılına erteleyerek geçici bir rahatlamanın sağlandığını söylemek istiyoruz. Siyasi birliğin kurulamadığı ve ekonomik yapının da çatırdıyor olması AB’nin geleceğinin sorgulanmasını da beraberinde getirmektedir.
Türkiye’nin AB’ne üyelik müzakerelerinin topal ördeğin yürüyüşü gibi sürdürüldüğü biliniyor. Son olarak açıklanan Wiki Leaks belgelerinde bu husus bir kez daha ortalık yere çıkmıştır. Sarkozy ile Vatikan’daki papazların başının söyledikleri yeni bir söylem değildir. Bunlar biliniyordu. Bu nedenle Wiki Leaks belgeleri ile Birleşik Amerika Devletleri yeniden keşfedilmek isteniyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…