MENÜ
Erzurum 18°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Tadı Damağımda Yazılar…
İsmail Bingöl
YAZARLAR
25 Ağustos 2008 Pazartesi

Tadı Damağımda Yazılar…

Yazıyla bağ oluşturmuş, kelimelerin dostluğunu kazanmaya çabalamış kişiler için, araya giren bazı mücbir sebeplerden ötürü yazmamanın ya da yazamamanın ne demek olduğunu en iyi bu işi yapanlar anlar. Yine yazıyla uğraşmanın zorluğunu, insanın yüreğine bindirdiği yükün ağırlığını, ancak ve ancak, kelimelerin kahrını çekenler, onların nazıyla oynayanlar bilir. Oysa hayat; birileri tarafından bu zahmete katlanılarak kayda geçirilmedikçe, gerçekliği ve yaşanmışlığı veya nelerin nasıl yaşandığı konusunda geride binalar haricinde bir iz bırakmaz. Onun içindir ki; biz farkında olmasak da, yaşadıklarımız ve bir yerlerde anlattıklarımız onlar için malzemedir. Bu malzemeyi iyi kullanarak yazıya çevirenlerin eserleri, taşa kazınmış figürler gibi, asırlara direnme başarısını gösterirler. Zira; “Büyük sanatkarların ruhlarında ve kalemlerinde öyle bir iksir mevcuttur ki, ele aldıkları her mevzuyu yekpare bir bütünlüğe erdirir, dağınık ve paramparça duran eşyayı, tabiatı, kelimeleri ve geçmiş uzun bir tarihi yepyeni bir tevhide dönüştürürler. (…) İçimizde ve dışımızda yüksek bir galeyan hasıl olur; etrafımızı kuşatan sayısız teferruat, içimizden esen uğultulu nakaratlara tabi olarak akar da akar.” (Necmettin Turinay, Büyük Şehrin Rüyası, s.11, Etkileşim Yayınları, İstanbul,2006) Herkesin beğendiği, severek okuduğu yazı türleri değişiktir. Mesela ben; basit sokak manzaralarını, yol üstü ya da kahvehane sohbetlerini konu alan ve onları yalın bir dille anlatan metinleri okumayı çok severim. Bu yazıları okurken adeta kelimelerin arasına girer ve oralarda, o insanların arasında dolaşırım. Bu okuma sırasında yazıyla kurduğum duygusal bağ, yazıyla bütünleşmemi sağlar. Çünkü bu tür yazılarda bizatihi halkın kendisi vardır ve hiçbir ayrıntıya takılmadan, hiçbir menfaat kaygısına düşmeden, içtenlikle yapılan sohbetleri konu alır. Yeri gelir övgü, yeri gelir eleştiriyle birlikte sövgü de olur bu sohbetlerde… Hemen belirtelim; biz halkın sesiyiz iddiası içinde olup, kendilerini halktan uzaklaşmamış gibi göstermeye çalışan kişi ve gurupların, kahvehanelerden, kuyruklardan, hastanelerdeki kalabalıkların neler çektiğinden haberdar olmaları ve bu vesileyle halkın sesini duymaları gerekir. Sokakta ne olduğu, kimin fukaralıkla başının dertte olduğu ve mahallenin hangi hizmetleri alamadığı en iyi buralarda dile gelir. Fildişi kulelerde oturularak halkın sesine kulak verdiklerini söyleyenlerin işittikleri, ancak kendilerine yakın olanların ve kendilerini pohpohlayanların sesidir. Ancak bulundukları yerden indiklerinde ya da indirildiklerinde halkın sesini duyma imkanına yeniden kavuşacaktırlar ki; güç ellerinden gittiği için o saatten sonra bunun da bir önemi kalmamıştır zaten... Ağustos ayının son günlerinde sonbaharı andıran kapalı bir hava ve hafif yağmurun çiselediği bir gün… Yağmurun serinliğini hissederek, şehrin “kapı”larından birinde, asırların eskitemediği ecdat yadigarı bir eserin hemen yakınında (Gerçi aranızda bu kadar kısa mesafe bulunmasına rağmen, önünde sonradan yapılma engeller olduğu için, sadece minarelerini görebiliyorsunuz ve bulunduğunuz yerden seyrine doyum olmayan manzarasını seyredemiyorsunuz.) çayınızı yudumlarken, bir yandan da istemeden de olsa, yanınıza yörenize kulak misafiri olmaktasınız. Bu kısa misafirlik sırasında şunu düşünmekten kendini alamıyor insan; halkın konuştuğu dil, seçtikleri kelimeler farklı olsa da, onları anlamamakta direnenlerle aynı… Şikayetçi olunan konular onların da gündeminde… Mahallî anlamda düşünülüp, ara sıra dile getirilen, “şehirde giderek yükselen kaba konuşma ve tavırlar” onlar için de çok rahatsız edici… Şehrin, özellikle bazı bölgelerinde daha fazla olan bu durumun sebepleriyle ilgili söyledikleri ise, birbirini destekler mahiyette… Belli bir süre tartıştıkları konunun arkasından ileri sürdükleri çare ise, hepimizin dile getirdiğiyle aynı: Eğitim… Yani bütün bunlara sebep eğitim noksanlığı ya da eğitimin gerektiği gibi verilememiş olması… Kahvehanelerin çokluğundan ve oralarda boş oturanların fazlalığından şikayet etsek de, buraların insanların birbirleriyle dertleştiği ve bir nevi stresini attığı yerler olduğu da bir gerçek… Her ne kadar birilerinin gündeminden tamamen çıkmış olsa da, ilgili ve yetkililerin ara sıra buralardan yükselen seslere kulak vermeleri gerekir. Eskilerin “tebdili kıyafet” ederek belli zamanlarda uğramayı ihmal etmedikleri önemli yerlerden biriydi buralar ne de olsa… Ayrıca, birçok seçimin sonucunun, çok bilmiş geçinenlere ait mekanlardan daha doğru olarak kestirilebildiği bu yerlerde gerçekler; yalın, sade ve açık yüreklilikle dile getiriliyor.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2025 Erzurum Gazetesi