TRT 1’de, izlenme rekorları kıran bir dizi var..
Adı Halil İbrahim Sofrası…
Sade diye tabir edilen iki berberin, geleneklerini koruyan bir mahalledeki hayatlarını anlatıyor..
Berberin biri bol tıraş eden biri..
Diğeri işinin ehli, alnın teriyle kazanan bir esnaf..
Birinin hayatı yalan, dolan..
Diğerinin ise geleneklerle çizilmiş kırmızı çizgi içinde geçiyor hayatı..
İtibar birinciye..
Yalanı, dolanı olsa da parası olana..
Hayatın her çözümsüz meselesiyle karşılaşan ikinciye koşuyor..
O Mahallenin dert babası..
Diğeri para..
Her ne ise..
Dizide bir “kömür” tipi var..
Çay satarak geçimini sağlayan, az konuşan, ağzını açınca da hikmet söyleyen bir adam..
Ama adam gibi adam..
Dizinin şifresi kömürün dudaklarından “aynen” kelimesiyle dökülüyor..
Hayatı, gariplikleri ve uygunluklarıyla böyle tarif ediyor çaycı..
Dalavere üzerine hayatını kurmuş birinci berber mahalleden ayrılacak oluyor birgün..
Mahalleli ahlaksızlığı, edepsizliği biraz da meşrep edinen bu esnafın ayrılışına seviniyor önce..
İkinci berber ise üzüntülü..
Soruyor Kömür, edep sahibi berbere tasasının sebebini..
Ve anlatıyor diğeri…
“Bak kömür gardaş diyor.. bak..
Bir adam bir hastalığa düçar olur..Ağrı çeker, sızı çeker..
İllet nöbet şeklinde geldiğinde ah eder, inler..
Tabip tabip dolaşır..
İlaç, merhem kullanır..
Otlardan medet umar, dualara sığınır..
Yıllarca çeker bu derdi..
İnsafa gelir hastalık..Bu adama yıllardır çektiriyorum, artık çekip gideyim de ahir ömründe rahat etsin, der.
Çıkar adamın içinden..önüne dikilir ve helallik alıp ‘eyvallah’ der..
Sana çok çektirdim, artık gidiyorum, esenlikle kal..’
‘Dur’ der adam, ‘dur..’
‘Nereye gidiyorsun? Yıllardır bana aman vermedin, ağladım, sızladım, inledim..ama sana alıştım..
Ne zaman duracağını, ne zaman azacağını belledim..
Şimdi çekip gidince sen, başka bir illet gelecek belki..
Tanımadığım, bilmediğim..
Ona alışıncaya kadar neler çekerim, neler görürüm..
Dur gitme..’
Hak verir adama illet., sonra döner geriye…”
Gider tatarı, gelir beteri misalini yaşamaz adam..
İlletiyle yaşar ömrünün sonuna dek..”
Doğrusu bu değil midir, der adam kömüre, doğrusu..
‘Aynen’, der çaycı, ‘aynen..’
Çektiklerimiz, hep içimizden, etrafımızdan, tepemizden biran önce gitsinler dediklerimizin veda’sından değil midir?
Şaşkınlıklarımız, hayal kırıklıklarımız ve hüsranlarımız..
Hatta yalnızlıklarımız, isyanlarımız..
Ve hatta…
Şimdi yaşadıklarınıza, yaşadıklarımıza iyice bir bakın..
Ayrıştırın, birleştirin…
Ve tefekkür edin..
Hayatımızın yanlışı bu değil midir?
İster sosyal ister ferdi..
Çağdaş ağızlar, deneme yanılma diye tarif ediyor bu hakikati..
Boş verin..
Her tatarın ardından beterinin geldiğini anlayacaksınız..
Ve ağzınızdan tek kelime dökülecek..
“Aynen…”