MENÜ
Erzurum 16°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (10)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
31 Mart 2009 Salı

Çeçenya ah Çeçenya... (10)

Hele ev çöplüklerinde, her türden delil aramaları, evlerin; askerlerce kasırga vurmuş kuş yuvası haline sokulurcasına  aranmaları, çekilir gibi değildi. Bu kadarla da kalmıyorlardı üstelik. Aranan evin nüfusuna göre  fazla gördükleri ne varsa, un, yağ, patates, battaniye hepsi zapt edilip köy harmanında toplanıp, yakılarak imha edilirdi.
Bu denetimleri geçememiş bir çok köy tümden boşaltılıp, dozerlerle yerle bir edilmişti. Bu yüzden özellikle Tarek'in kuzeyinde çadır köyler çoğalmıştı... Tabi birde, başka türden sürgünlerde yaşanıyordu. Çoğu erkeksiz Çeçen ailesinin, Rusya'nın kuzey  bölgelerine, Sibirya'da oluşturulduğu bilinen toplama kamplarına gönderildiği, aileleri bir punduna düşürülüp öldürülen yada hapis edilen ailelere ait çocukların da özel kamplara götürülüp,
Çeçenlerle savaşmak üzere eğitildiklerini biliyorlardı. Özellikle kuzeye doğru, açlık ve fukaralık içindeki Tatar ailelere ait yetim çocukların devşirilip, bu yolla yıllarca sürecek eğitimler verildiği, kendi ülkelerine karşı savaşa zorlandıkları, ailelerini öldürmekle tehdit edip cepheye gönderildikleri, sanayi tesislerinde zehirli atık ünitelerinde temizlik, doldurma ve boşaltım gibi işlerde çalıştırıldıkları, küçük yaşlardaki çocukların ailelerinden alınıp hiç bilinmeyen yerlere götürüldüğü, bazı hepten sahipsiz kişilerinde organ deposu olarak kullanıldığı işgalin diğer alçak boyutlarını oluşturuyordu...
Bunların dışında, intihar kayıtları düşülerek sulara atılan, zehirlenen, bazen de  sırf  ibret(!) olsun diye helikopterlerden boşluğa, genelliklede gerilla bölgelerine atılan bildik duyduk binlerce insan vardı...
Zaten mektuplaşmak, köyler arası alenen ziyarette bulunmak, telefonlaşmak neredeyse imkansız bir hal almıştı. Şüpheli bir diyalog kesin cezalandırılırdı.
Sorgular genellikle amaçlı yapılır, eğer sorgulananın  istihbarı bir değeri yoksa, kişi en hafifinden  en az bir ay yatağa düşürecek işkence yaralarıyla dönebilirdi evine.
Dahası da vardı elbet!.. Köylülerin ölen hayvanlarını yemeleri, kavurma ve benzeri deri mamullerini işlemeleri yasaklanmıştı. Kazara ölen bir hayvan bu yüzden büyük problemlere yol açabilirdi.
Neyse ki, köyün yaşlılarınca gizli bir çözüm bulunmuş da, yıllar var ki kazasız uygulanabiliyordu. Ölen hayvanın eti alındıktan sonra, derisi özenle yeniden dikilip, karnı barsağı, kemiği,  ot karıştırılarak içine tıkılıyor ve açılan bir kuyuya gömülüyordu. Kontrollerde kuyu açılıyor, majeste askerler çoğunlukla kokmuş cesedi çıkarmaya tenezzül(!) etmedikleri için denetim atlatılmış oluyordu... Yok eğer kurda kuşa kaptırılmış bir hayvan varsa ve cesedi bununup getirilememişse, başka tedariklerle, kaydırmalarla problem çözülmeye çalışılırdı.
Böyle işte!..
Yazıklar çoktu, insanlar kar üzerine doğranmış karanfillere benziyordu. Ak üzerine kanamak, bağımsızlığın bedeli değil miydi zaten. Kefenleri kızarmayanların yüzleri kızarırdı. Böyleydi dünya, kurulalı beri böyleydi. Bu dünya kurulalı beri, yalnızca ay ve güneşin bildiği en mahzun  hikaye isyanlarındı. İsyanlar, göğe asılı salıncaklara benzerdi. Salıncakları, akrep kıskacından elleri olanlar sallardı.
Kıtalara derkenar notlar gibi düşülen ülkelerden, sırası gelene çarpı çekiyorlardı. Emperyalizmin mürekkebi kandı, şüphesiz... Coğrafya küresini tükürükleriyle cilalayan emperyalistler, haritaları kesip kesip, kendi başkentleri etrafına yapıştırıyorlardı.
 Özellikle bu çağın talihsizliği, masum bebeklerin fahişelerden süt emdirilmesiydi. Öncelikle ülkeleri içten karartanların süt anneleri, şüphesiz yoksulluk ve  aşağılık kompleksiydi. Özgürleştireceğiz vaadiyle köleleştirilen iktidarların, halkları üzerine basarak göğe taktıkları ampüller, bizzat halklarının kesik başları değilmiydi!.. Kadim özgülüklere yamanan yarınlar, hak, adalet, refah gibi hasreti duyulan ama açtıkça özüne bir türlü ulaşılamayan parlak ciltlerden mürekkep paketler halinde sunuluyordu. Bugün birçok ülkede, terleyerek yeşertilmiş idealler, tuhaflar ve aptalların rol aldığı, emperyalist senaryoların bilmem kaçıncısında vatandaş olma dayatması veya bedeliyle figüranlık yapılmaktaydı. Artık köleler siyahlardan seçilmiyordu.
Bu yüzden, yıllar var ki Çeçenya denen ülke de, ay ışığından elbise giymişti.
Zühre'ye göre bu savaşın morali kadınlardı. Afganistan'da da öyle olmuştu, Filistinde' de. Kadınların hal hakkındaki kaygıları, çok daha derindi. Sevinçte de, üzüntüde de, cümlelerinin noktası yoktu. Ünlemler kadar hassastılar. Ünlemler kadar tedirgin. Alev içer, duygu üfürürlerdi. Onun tek damla gözyaşı, bin erkeğin sikletinden daha ağırdı. Erkeğin aksine geç yaşamaya başlar, erken yaşlanırlardı. Erken algılar, geç unuturlardı. Bu yüzden hayat, su testisini onların eline vermişti. Hep ufuktaki olurlardı. Sandalın mehtaba çarptığı ufuk, onların gönlündeydi. Yüreklerine sığanlar, bir daha çıkmazlardı.
 Kem gözden, soğuktan saklanır gibi saklanıyorduysalar, dünyayı güneşe değil, yüreğine batırarak ısıtan yine kadınlar değil miydi!..
Zühre'nin bir an dalması, Halime ananın biraz daha acele etmesine ve sesini yükseltmesine sebep olmuştu. Nitekim, ilk talimatlarını biraz da panik içinde vermeye başlamıştı bile;

- Tüfeği her zamanki yere sakla, acele et. Ortalıkta Babür'ümün bir şeyi bulunmasın. Fazla yağ, peynir bidonu yoktu, o iyi. Ben gömülere bakarım... Mereğe gidip, sıçan kapanlarını boşaltmalıyım. Sakın benden sonra kilere uğrama yine!..

- Hala, yine mi!.. Ya, haftalarca midem bulanıyor. Yapmasan olmaz mı?..

- Kız hiç olur mu!.. İğrenip, arayamıyorlar işte öteyi beriyi...

Nihayet;
 
- Hala daha büyük bir sorunumuz var, dedi  Zühre.

Halanın gözleri fal taşı gibi açıldı, aniden. Panikle kapıyı örterken, yeğenini çekerek içeri sürükledi.

- Nedir?.. Ne oldu?.. Çabuk!..

- Hala Katır yok!..

- Ne demek şimdi bu, öldü mü?.. Zararı yok. Ölüsünü gösteririz. Bir şey olmaz ondan bir şey olmaz. Kız ben ihtiyarladım mı yoksa?.. Kaç gündür, tevekkeli ahırda bir boşluk, eksiklik var diyorum ama her seferinde geçiştirip gidiyorum işte... Demek, katır ha!..
 
- Öyle değil işte Hala!.. Bir dinle hele...

- Ne diyorsun kızım sen. Katır yük götürdü desem, ne Babürşah geldi ne erzak gönderdik bu sıralar.

- Hala çatışmada yaralanıp köye kaçırılan…

Hala yine sözünü kesti;

- Biliyorum! Onu kuyuya indiririz. O kolay!..

- O, geçen gece öldü, Hala... Yanındaki adam damdan bizim katırı alıp, yükleyip gitti işte...
 
? !?..

- Kaç gün oldu hala geri getiren olmadı!..

Halime kadın, belli ki çok etkilenmiş olmaktan olacak öylece çömeldi. Yüzünü elleri arasına aldı. Bir süre bakakaldı, yeğenine. O yaralı savaşçı önündeymiş gibi gözleri doldu doldu boşaldı. Dövünmek geliyordu içinden ama yapamadı. O yaralı yavruya, kaç zamandır annelik etmişti. Kimi sargılarını değiştirmiş kimi eliyle çorba içirmiş kimi ayaklarını yıkamıştı. "  heyhat heyhat!.." diye içini dövdü...  Demek, son günlerde damı aktardığı zamana denk düşmüştü ölümü... Anasız, babasız, gurbet elde... " vah vah!.. Anan ölsün yiğit!" diye, elemlendikçe elemlendi. Artık daha fazlada dayanamadı zaten. Ellerini yüzüne kapayıp kendini bıraktı. Hüngür hüngür ağlamağa başlamıştı...

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi