Geçtiğimiz hafta Sayın Başbakan’ın ekmek üzerine yaptığı bir tespit vardı…
Nimet olarak bellediğimizi ifade edip, “bu sebepten dolayı ekmeği bıçakla kesmeyi dahi uygun görmeyen bir anlayışın sahibiyiz” dedi…
Birçok şeyi çarçabuk unutuyoruz…
Ne kadar doğru bir hatırlatmadır bu…
Eskiden öyleydi…
Babalarımız olmasa da.
Dedelerimiz aynen böyle düşünürlerdi…
Ekmek bir bütün olarak sofraya konulur, elle kesilirdi…
Böyle yapılırdı…
Ama…
Kırıntısı da artmazdı…
Yani zayi olan en küçük bir ekmek parçasına tahammül edilmezdi…
Zira o nimetti…
Rabbimizin bahşettiği ve birçoklarının bulamadığı büyük bir nimet…
O yıllarda TV’ler bu kadar yaygın değildi…
Somali’de açlıktan karnı sırtına geçmiş bebeleri birebir görmezdi büyüklerimiz…
Açlıktan ölenlerin haberleri de her gün kör gözüne yapılmazdı…
Ancak…
İman nuruyla görülürdü bu gerçekler…
O yüzden de…
“Amandır, nimete hor bakmayın, Allah elinizden alır!” diye sıkça tembihatta bulunulurdu…
Yerde ekmeğin küçük bir kırıntısı görülse, yüksünülmez hemen eğilip alınırdı…
Alınmakla kalınmaz…
Öpülür, başa götürülür; ardından da yüksekçe bir yere konulurdu…
Ya şimdi?
***
Allah rızası için sabah erken çöp tenekelerine bir gidip bakın…
Yığınla ekmek göreceksiniz…
Üstelik bunlar öyle bıçaktan geçmiş ki…
İnce ince dilimlenmiş…
Taptaze ekmekler…
Ve daha ne nimetler…
Sonra yakınmalar duyacaksınız…
Bereketsizlikten…
Aile içi huzursuzluktan…
Borçtan, harçtan!
***
Alexis Carrel insan denen meçhulu izah ederken şöyle bir not düşüyor…
“İnsan, tekrar yücelmesi için kendini yeni baştan inşa etmek zorundadır. Ve bu yenileşmeyi ızdırap çekmeden yapamaz. Çünkü o hem mermerdir, hem de heykeltraş. Hakiki biçimini yeniden kazanmak için, büyük çekiç darbelerini kendi maddesine indirerek kıvılcımlar çıkaracaktır.”
Akledenler için çok şey ifade eder bu sözler…
Özellikle nimeti külfet görenler için…
Yeni baştan kendini inşa etmek kaçınılmazdır…
Kim bilir belki de…
Az’ı çok bilmek en büyük nimet olacak…
Yahut…
Azı çok yapmak…
Malum; insan aza sahip olduğunda elinde olanın değerini biliyor...
Eskiler bunu görmüşler, bilmişler…
Akıl gözleriyle…
Ve unutmamışlar ki…
Sahip olunan her çok, yarın az gelecek.
Bu yüzden de…
Çoklukta yokluğu yaşamamayı tercih etmişler….
***
Ekmek, nimet, külfet dedik de, nerelere geldik!
Aslında Erzurum’un değişen nüfus yapısını irdeleyecektik…
Şehir merkezinde nüfus artarken, köyler de ciddi oranda azalma yaşanmış…
Kimileri bunu iyiye yormuşlar…
Köylü nüfusumuz azaldıkça asrileşiyoruz ya…
Pek keyif verici onlar için…
Halbuki…
Ekmeğin nimet bilindiği vakitler, köyde yaşayanlarımızın sayısı hayli fazlaydı…
Emek kutsaldı…
Güneşin yaktığı benizler, helal kazancın, alın terinin göstergesi sayılırdı…
Bir dilim ekmeğin değerine paha biçilemezdi…
Tıpkı huzur gibi…
Şehirli olduk!
Haramzade sayısını artırdık…
Ölçü kaçtı…
Carrel’in dediği noktadayız…
Kendimizi yeni baştan inşa etmek zorunda olduğumuz…
Nasıl mı yapacağız?
Bilmem…
“Evli evine, köylü köyüne” formülü kestirme bir yöntem olabilir mi?
Ne dersiniz?