Önce Erzurum’da yaşanan bir münazaradan kesitler verelim.
Konu, 65 yaşını bitirenlerin ulaşımdan bedava faydalanmaları.
Sohbette bulunanlardan biri “Hükumet, belediyeler buna ne yapsın kardeşim! yasayı vatandaş lehine çıkarıyor; ama, uygulamada sorun çıkarıyorlar” deyip devam ediyor.
“Bir ağabeyim anlattı, keşke çıkmasaydı bu 65 yaş kolaylığı. Şimdi, duraklarda yalnız olduğumuz zamanlar özel halk otobüsleri basıp gidiyorlar. Nasılsa para ödemez düşüncesiyle. Biz de yürümek zorunda kalıyoruz”
Bir başkası ilave ediyor.
“Doğru valla, bizimde bir yakınımız diyor ki, otobüs beklerken kağıt parayı elime alıp karşıdan gösteriyorum ki, ancak duruyorlar…”
Konuşmalar bu minval üzere sürüp gidiyor.
Sohbetin serzeniş kısmı bitince çözüm teklifleri başlıyor sıralanmaya.
“İyi de kardeşim, özel halk otobüsü vatandaşı niye parasız taşısın, yerel yönetimler böyle bir kolaylık sağlamışlarsa, o durumda 65 yaş üstünün ücretini de belediyeler ödesinler…”
Hemen hak verme pozisyonu alıyor aradakiler.
Öyle ya… Doğru!
Çok sürmüyor, içlerinden birisi itiraz ediyor ve soruyor; “Bunu nasıl yapacaksınız?!”
Cevap; “her minibüs, bu tür hizmet alanların sayısını akbil türü okuma sayaçlarından belgeleyerek ilgili yerel birimden alır!”
Bir başkası buna itiraz ediyor; “Tamam da, bu sefer de, minibüs sahibi kötü niyetliyse çevresinden toplayacağı bu tür kartları günde birkaç kez geçirip haksız kazanç elde eder!”
Sohbet dedik ya, sürdükçe sürüyor!
***
Bu tartışma, uzun yıllardır içine düştüğümüz bir debelenmeyi somut bir halde gösteriyor!
Hem bireysel hem de toplumsal ahlak yapımızın giderek çok daha berbat hale gelişini.
Bir tarafta hükmedenlerin iyi niyetle ortaya koydukları bir uygulama, öte yanda bundan istifade eden ve ettirecek olanların sorun oluşturan yaklaşımları…
İyi niyet kavramı bütünüyle yok olmuş.
Herkes birbirine şüpheyle bakar halde.
Bu hale düşmüş bir toplum nasıl düzelecek?
Soru bu olunca Nurettin Topçu’ya rahmet okumak da şart oluyor…
Topçu, hayatı boyunca ahlak mücadelesi vermiş bir aydın...
Toplumsal ahlakı ayağa kaldırma savaşı verenleri "yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, fakat gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacak" diye tarif ediyor…
Bu ruh işçilerinin sayısını artırmadan atılacak her adım boşadır, beyhudedir!
Yönetme makamına gelenler yaşlı insanlarımızı rahat ettirme adına gayet iyi niyetle bir karar alıyorlar. Ama, istenilen sonuç alınamıyor.
Sebep Topçu’nun ruh cephesinin maden işçisi diye tanımladıklarından yoksun oluşumuz!
***
Bu durum her sahada böyle.
Hukuki bir anlaşmazlığa düşün de görün!
En basit davanız senelerce sürüncemede kalıyor, bir türlü sonuç çıkmıyor!
Bu hale dair somut bir örnek verelim.
Devletin verdiği tapuyla vatandaş bir ev satın alıyor.
Gidip bakıyor ki, bir başkası burayı gayri kanuni işgal etmiş, “çık” diye ihtarda bulunuyor.
Muhatabın umurunda mı?
Gidiyor bu defa mahkemeye; “kat mülkiyet tapulu yerim işgal altında çözüm talep ediyorum”diyor…
İki yıl dava sürüyor.
Karar “evet haklısın, çıksın!”
Ama, hakim ciddiyetten uzak davranıyor, usul esas umursamadan işi bitiriyor.
Bu defa Yargıtay safhası başlıyor. Yaklaşık bir yıl sonra usulden bozuluyor.
Başlıyor yeni bir süreç! Hakimin insafına kalmış zavallı vatandaş. Yine celse üstüne celse süreçleri.
Usule değil yeniden esasa dönüyor hakim. Seneler geçiyor yine.
Benzer yüzlerce, binlerce dava!
Ateş düştüğü yeri yakıyor, ama her düşen ateş toplumsal yapımızı da alt üst ediyor. Bireylerin birbirine olan güveni sıfırlanıyor.
Bir sohbetten başlayıp nerelere geldik!
Özetleyelim:
Sorunumuzun adı asgari ahlak düzeyinden yoksun insan yapısıdır.
Yönetimler toplum faydasına ne tür karar alırsa alsın, icra düzeyinde ahlaki düşüklük varsa çözüm ya hiç mümkün olmuyor, ya da aksaya aksaya, kablumbağa hızıyla; iş işten geçtikten sonra yani.
KAYNAK: http://www.gazetepusula.net/yazarlar/30/kafa-yapisi-bu-olursa_1452.html