Literatürümüzde yer alan“ Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olamaz” sözü ananın milli hayatımızda padişah, Sultan, han, hakan olan evlatlarına yakın durduğu, onlara yol gösterdiği hatta yardımcı olduğu bilinir. Bu sadece Saraylarda ve devlet işlerinde olmamış, aynı zamanda Anadolu’nun her yöresinde bu yanaşık ve yakın ilişki devam ede gelmiştir..
Sosyal alanda “ yuvayı yapan dişi kuştur.” demişler. Gerçekten yuvanın tertiplenmesi, iç idaresinin yapılması, korunması ve aileler arasında temsil edilmesi yine ananın sayesinde olur.
Dinimizde “ Cennet anaların ayakları altındadır “ mecazi göndermenin hedefinde yine ana-evlat yakınlığının derin ilişkisi vurgulanmıştır...
BAŞKA BİR AÇIDAN
Çok rastlamışızdır; birisi birisine hayıf biçerken “ anasını ağlatayım da görsün..” Veya yüz yüze karşısındakine meydan okurken “ Ben, senin anan ağlatırım “ derler. Gördüğümüz gibi bu tür ifadeler hatta böyle ortamlarda yapılan küfürleşmelerin çoğu, hiç kabahati yokken anaya yönetilir.
-Çünkü anayla evlat arasında çok sıkı bir bağ vardır,
-Ana, evladını dokuz ay vücudunun bir parçası olarak karnında taşımıştır. Sonraları vücudunun bir parçası olarak ondan ayrılmıştır.
-Ana, dokuz ay kendi yediğiyle, içtiğiyle onu beslemiştir. Ona kan vermiştir, can vermiştir.
-Ve evladı doğuran anadır, büyütüp yetiştiren yine anadır.
ANA AĞLAR
Doğurup büyüttüğü evladının başına herhangi nahoş ve can sıkıcı bir olay gelmemesi için ana gece gündüz endişe duyar, onlara bunun için olmadık tavsiyelerde ve nasihatlerde bulunur. Ayrıca korunmaları için sürekli dua eder, Allah’a yalvarmaya devam eder.
Analar, çocuklarını canları kadar hatta canlarından fazla önem verirler. Ayaklarına batan bir dikenin acısı, ana yüreğini parçalar. Evlatlarının acısına, hastalığına, başlarına gelen bir hadiseye asla tahammül etmezler.
CANLI BİR ÖRNEK
Rahmetlik babaannem, 106 yaşındayken vefat etti. Onun himayesi altında 30 yıl yaşamıştım. Biz torunlarına kol kanat geren bir tipti. Babaannemin ağlamadığı tek bir gününe rastlamamıştım; hep ağlardı. Ağlamasının sebebini sadece bizim köy değil, bölgenin tamamı biliyordu. Büyük oğlu Bekir, köyde nişanlıyken askere alınmıştı. Askerlik o yıllar 4 yılmış..Bekir, Erzurum’un Hınıs ilçesinin Kurdi-Pınar köyünden taa Eskişehir’e gönderilmişti. 6 ay boyunca hiçbir haber ve mektup alamamışlardı Bekir’lerinden. Nihayet bir gün dedemi karakola çağırmışlar. Bekir amcamın “ Karalama “ dedikleri ölüm haberini vermişlerdi. O günden sonra Gülizar Ninem, öldüğü güne kadar sürekli ağlamış, durmuştu. Oğlunu hiçbir gün unutmamıştı.
EVLATLAR DA AĞLAR
Anne ile evlat bağlılığı et tırnak misalidir ayrılmaz ve ölçülemez.. Analar, evlatlarının acılarına, kederlerine, zarar görmelerine nasıl dayanamıyorlarsa, kuşkusuz evlatlar da anaları için aynı şeylere dayanmazlar, ağlarlar..!
ANAM VEFAT ETTİ
Birkaç gün önce Şefika anam Hakka yürüdü. Hala ağlıyorum, onun birdenbire kayıp olup gitmesine dayanamıyorum.
Bir ömür boyu alıştığım kendisine has konuşması, gülmesi, kızması, espri yapması, her zaman tavsiyelerde bulunması ve hele hele her vesileyle hayırlı dualar yapması artık yok..Onun oturup gezdiği mekanlar boş ve sesiz..İşte bütün bunlara dayanamıyorum, ağlıyorum..!
Zaman zaman düşünüyorum; sevdiklerim tek tek asıl mekanlarına doğru yol alıyorlar: Önce dedem, sonra babaannem ve 17 yıl önce hiç unutmadığım babamın ölümü..Şimdi ise anam. Artık dayanamıyorum, ben de onların yanına gitmek istiyorum ama gidemiyorum..Çünkü herkes sırasını bekleyecek ve saati geldiğinde ölümü tadacaktır.
Evlatlar analarının ölümüne ağlarlar..Ben nasıl Şefika anama ağladımsa, Sayın Başbakan da Tenzile anaya ağlamaktaydı, başka bir evlat başka bir anaya..
MADEMKİ ÖLÜMDEN KURTULMAK YOK..
Analarımızı mademki ölümün pençesinden kurtaramıyoruz, onların eteklerine yapışıp onlarla birlikte istesek te gidemiyoruz. O halde yapacağımız tek bir şey var..Onların ruhunu hoş tutmak ve onların sevap hanelerini her gün biraz daha büyütmek için arkalarında sürekli sevap işleyip onların ruhlarına ithaf etmek kalıyor..Analarımızı ancak bu sayede, amel defteri kapanmayan kişilerden yapmış oluruz..