MENÜ
Erzurum -4°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Cuma'nın hatırına...
Baki Gezmiş
YAZARLAR
22 Mayıs 2009 Cuma

Cuma'nın hatırına...

Bugün Cuma… Cem olunacak gün… Bugünün hatırına özel birinden muhteşem tahlil, harika analizler yüklü bir yazı…

Okurlarımla paylaşmak istedim…

Mehmet Doğramacı’dan…

Bakış pencereniz genişlesin, zihin paraşütünüz alabildiğine açılsın diye…

Buyurun…

***

"Oğlu çoğu kere sözünü dinlemiyor, kızı bildiğinden şaşmıyordu. Onlara yön vermek için türlü fedakarlıklara katlanmış fakat istediği çizgiye çekememişti. Bir akşam yemeğinde patladı:

- Ben babayım babaaa!.. Bostan korkuluğu değiiiillll… Bu evde sözüm geçmeyecekse, dediğim olmayacaksa sizi ne yapayım?!.. Ya adam gibi dinlersiniz, yada basar gidersiniz!..

Sofra buz kesti. Kız kaşığını bırakıp odasına çekildi. Oğlan montunu giyip çıktı. Hanım, üzüldü ama çaresiz sustu. Akşam yemeği başlamadan bitti.

Eve geç gelen eşine çıkıştı:
- Ben de insanım. Bir karın olduğunu unutuyorsun! Ne zaman ailen olduğunu hesaba katarak yaşayacaksın haaa? Konuşsanaaaa !..

Adam sessizce paltosunu çıkardı, gazetesini alıp odasına çekildi. Hanım söylene söylene mutfağa yöneldi.

İş bulamayan evlat babasına yüklendi:
-Ne yaptın bizim için haaa, söyle ne yaptın? Herkesin babası evladı için paralanıyor.

Adam çok şey yapmış, ömrünü adamış ama yine de memnun edememişti oğlunu.

Çalışma ortamını sıfırdan kurmuştu. Zaman içinde yeni elamanlar geliyor, yeni sistemler geliştikçe departman bir dizi değişim yaşıyordu. Yetiştirdiği personeliyle kendine has idari anlayışını koruyordu. Yeniler tahsilli ve uzman kimselerdi. Yenilikleri hesaba katarak davranmak yerine kendi kurallarını dayatıyordu:

-Burada benim dediğim olur. Uyarsanız rahat edersiniz. Ben kendimi size göre değil, siz kendinizi bana göre ayarlayacaksınız!… Anlaştık mı?…

Elemanlar susmuş,görünüşte anlaşmışlardı. Ama gergin atmosfer departmana yayıldı. O günden sonra samimi gülücüklerle süslü çalışma ortamı yok olmuş, her taraf buram buram resmiyet kokmaya başlamıştı.

Şirket Yönetim Kurulu toplandı. Çay,kahve derken kahkaha gırla gidiyor, dalga dalga muhabbet yayılarak istişare sürüyordu. Genç müdürler projelerini sunarken oluşan pozitif hava, yaşlı kurtlardan birinin ani çıkışı ile kesildi:

-Bu işin kuralları var. Böyle proje olmaz. Uçuk-kaçık şeyler bunlar. İnsan büyüklere sorar, fikir danışır. Maşallah bildiğinizi okuyorsunuz!..

Tecrübeli müdür nedense bir süredir gençlerin önde oluşunu sindirememiş, patlamıştı. Bir anda film karesi gibi dondu görüntü. Gülücükler kesilmiş, cümleler boğazlara düğümlenmişti.

Ortamı berbat ettiğini fark etti:
-Ama ben sizin büyüğünüzüm, alınacak ne var ki, dediyse de bir türlü toparlanamadılar. Az sonra da Başkan toplantıyı bitirdi ve herkes işine döndü.

Yazar, mail kutusunu açmış kendisine gelen övgü dolu satırları keyifle okuyordu. İçlerinden biri canını sıktı. ”Efendim filan yazınızdaki tespit; şu gerçeğe uymuyor kanaatimce” diye gayet nazik yazmıştı okuru. Yazar küplere bindi. Adres Defterinden bir çırpıda sildi adını. Koskoca yazardı. Tanınmış bir kaleme sahipti. Ona tavsiyede bulunmak, hele yanlışını çıkarmak kimin haddineydi?!..

Büyük holdingler semtlere Hipermarket açtıkça küçük esnaf yavaş yavaş tası tarağı topluyor; kasabından manavına, bakkalından büfesine bir dizi insan ya iş yada semt değiştiriyordu.

Durumu erken fark eden biri dostlarına tavsiyede bulundu:
-Gelin biz de birikimlerimizi toplayalım, holdingler girmeden mahallemize market açalım. Böylece hem ayakta kalır, hem de güç birliği ederiz.

Küçük esnafın çoğunluğu  “Küçük olsun benim olsun, büyük işin büyük derdi olur” dedi ve yanaşmadı. Aylar sonra akıbet başlarına geldiğinde vakit çok geçti. Küçük olsun benim olsun dedikleri dükkanları kepenk kapatıyordu.

***

Dostlar;
Okuduğunuz yaşam sahnelerinde neyin öne çıktığını fark edebildiniz sanırım. Birileri bir şeylerin sahibi olduğu iddiasında!.. Evlada sahip(!) baba, babalık görmek istiyor. Kocaya sahip(!) kadın, kocalık bekliyor. Birime sahip(!) müdür, itaat bekliyor. Yaş ve tecrübeye sahip(!) büyük, sayılmak, önde olmak istiyor. Kalem sahibi(!) eleştiri sevmiyor. Dükkana sahip(!) esnaf, ortaklık istemiyor.

Ortak payda;SAHİPLİK!..Hepsinin de sahiplendiği(…) şeyler var!.. Evlatları, eşleri, personeli ve tecrübeleri. Hepsinin de sahibi onlar. Onlar yarattı sahip olduklarını(!..) Yarattıklarına tasarruf etmelerinden daha doğal ne olabilir(?!)
Fakat bir hususu bilmem görebildiniz mi?.. Sahiplik açığa çıktığında benlik sırıtıyor, benlik sırıtınca da samimiyet ve sıcaklık kayboluyor. Resmiyet, protokol, yapmacık saygı- sevgi gösterileri cirit atıyor. Yapmacıklığın olduğu yerde ise samimiyet temelinden yoksun kalan Muhabbet binası göçüyor, Bereket pınarları kuruyor!…

Niçin?…

Allah Sisteminde zorlamaya yer olmadığı halde sahiplik; ego dayatmacılığını öne çıkardığı için!.. Dayatmacılık çevreye acı verdiği için!.. Bireyler acı çekiyor, stres arz-ı endam ederken, gerilim zil takıp oynuyor!.. Ve başlıyor birimlerin Cehennemî azap süreci!..

Cehennem dedim de aklıma geldi. Sahi neydi şu cehennem kapısını tutan meleğin adı?

Taaa ilkokul yıllarımızda Hatim Cemiyetlerinde ilmihal öğretirken ezberletmişlerdi hani?…

MÂLİK değil mi?…Ne demek Mâlik?..Arapça sözlükten okuyalım:Malik=Sahip!…Sahip adlı melek; Cehennem Bekçisi!.. Dikkat!.. Mâlik sizde tasarruf ettiğinde Cehenneme giriyor, lanete uğruyorsunuz!.. İblis de BEN demişti değil mi? Ben ateşten yaratıldım, O topraktan demiş, Ben diyerek sahiplendiği sıfatları-unvanları olduğu için secde edememişti!…

Şimdi anladık mı yukarıdaki sahnelerde niçin stres ve azap yaşandığını?.. Yeri gelmişken merhum şair Can YÜCEL’in dizelerine kulak verelim:
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin O’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
O benim! ” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın
.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…
Şimdi soruyorum: Nelere sahipsiniz?.. Neyiniz var?… Eş, iş, mal-mülk, çoluk-çocuk, makam unvan, şan-şöhret, ilim, tecrübe vs ? BENİM diyebileceğiniz neler sayarsınız?..
Hiç” diyebilir misiniz?
Diyebilene Aşk Olsun!."

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi