Bir rindin hakka teslim ve tevekkül ettiği bir makamdayız..
Asri Mezarlık, bağrındakilerin hemen hepsini kucaklayan rahmet iklimi içinde.
Mavi Ladinlerle esinti yarışına girmiş servilerin yaprak seslerine Nebe suresinin ilahi mesajları karışıyor.
Mezarlığın hemen girişinde davudi sesiyle Kuran tilaveti yapan Hafız’ın sesi yankılanıyor ruhumuzda..
‘Allah bes, baki heves’ hakikatini terennüm ediyoruz.
‘Allah yeter, başkası gelip geçici istektir’ hakikatini.
Yahya Kemal’in Rindlerin ölümü dizeleri dökülüyor dudaklarımızdan:
‘Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle’..
O bir rind..
Dünyanın hiçbir işine önem vermeyen, bir kalender..
Bir gönül eri..
Sadece Allah’la yetinen mümtaz bir dost..
Babası Sait amcanın ayak hizasında bir huşu içinde yevmi ahiri bekleyen Abdurrahman Tarıkdaroğlu’nun, Abdurrahman Ağabeyimizin kabrini temaşadayız.
‘Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.’ diyor ya şair..
Abdurrahman Ağabeyinin hakla vuslat mekanını tarif sanki.
Bir tevazu hakim kabrine, şahsiyetinin hulasası olsa gerektir.
Gözyaşlarımıza Yasinler karışıyor, hıçkırıklarımıza Fatihalar..
Ağlıyoruz..
***
Yaşça bizden büyüktü.
Ailenin ise en küçük yaştaki oğluydu. Yaşar Ağabeyinin evinde büyümüştü. Sevgili Nedim Tezgel amcanın oğlu Mehmet Tezgel hocamla akrandı.
Tosya’daki Sigorta evlerinin 6’ıncı blokunda oturuyorlardı.
Abdurrahman ağabeyi İmam Hatip’ten Atatürk Lisesine geçmişti.
Yaşar Ağabeyi Sigorta evlerinin bir meşveret ve muhabbet meydanı olan bahçesinde zaman zaman bizimle sohbet eder, nasihatta bulunur, bir gönül sofrası oluştururdu.
Hemen hepsi aynı maddi siklette olan, bir evde pişenin neredeyse 48 eve ikram edildiği mekandı Sigorta Evleri..
Biz pembe blokların sakinleriydik.
Yaşar Ağabeyi olmadığında Abdurrahman Ağabeyinin ağzına bakardı herkes..
Yolda da yaşta da büyüğümüzdü..
Yeşil gözlerinin ayrı bir meşrep kattığı mütebessim çehresinden pozitif enerji yayılır, biraz arapça deyimlerle tezyin edilmiş islami hikayeler anlatır, sonra akşam ezanı vaktinde evlerimize gitmemizi tavsiye ederdi.
Sonra..
***
Ömrümüzün kuşluk vaktindeydik..
Sevgili ağabeyimiz Cihat Demirceylan, İşocağı Evlerinde oturan Dr. Zafer Kurnuç, merhum Durak amcanın oğlu Ünal Kurnuç, Şahin Özbey ağabeyim ve Hocam Prof. Dr. Turgut Karabey’den sonra Tosya Mahallesinin ilk üniversitelilerindendi.
Bugünkü gibi her ilde üniversite yoktu..
Abdurrahman ağabeyi Türkiye’de üniversiteye girebilen 35 bin kişi arasındaydı.
Deha seviyesinde bir zekaya sahip, arapça ve farsça dillerini daha lise döneminde konuşabilen, sonradan öğrendiği Fransızcasıyla espiri yapabilen bir dehaydı Abdurrahman Ağabeyi.
Mütedeyyin bir ailenin çocuğuydu.
Merhum Sait amcanın ahir zamanına yetişebilmiştik.
Vakit namazlarında elinde bastonuyla Çiftekardeşler Camisinde cemaate yetişmek için hızlı hızlı yürüyüşünü seyreder, yoldaşı Karadenizli Merhum Şevket Kara hocamızla cami yolundaki muhabbetlerinin bıraktığı derin tesire kapılırdık.
Abdurrahman Ağabeyi zaman zaman camide müezzinlik yapar, o güzel sesi ve makam bilgisiyle okuduğu aşırlarla çok küçük yaşta da olsak bir cezbe haline girerdik.
Tosya ve Sigorta Evlerinin ramazan neşvesini onunla tanıdık, onunla yaşadık.
Sahuru tamamladıktan sonra, sırf onun sohbetine erişmek için Çiftekardeşler Camisinin önünde buluşurduk
Merhum Emin Tahmas, Mehmet Tezgel, Selahattin Kıymık, Neşet Şimşek gibi sahibi tertiplerle birlikte Abdurrahman Ağabeyinin saba makamı üzerine okuduğu ezanla yüreklerimiz yıkanır, sonra oruca girerdik.
Bir başka aleme davet eder gibiydi Abdurrahman Ağabeyi sabah ezanlarıyla.
Caminin hemen bitişiğinde Sigorta Evleri başta olarak, tüm evlerde Abdurrahman Ağabeyinin okuduğu sabah ezanı yankılanır, o içli sesiyle evlerde yapılan tevbelere bir başka ilahi nefes katardı..
Saba, hüzzam ve hicaz makamlarını onunla öğrenmiştik..
Sonra..
***
Önce Edebiyat Fakültesi arkeoloji Bölümünde okudu Abdurrahman Ağabeyi..
Bir ara Topkapı Sarayında uzman olan Ömer Severoğlu’yla birlikte Edebiyat Fakültesinin ülkü erlerindendi.
Üniversite bu ikilinin namıyla dile gelirdi çoğu kez.
Gözünü budaktan esirgemeyen, bileği dönen, yüreğine korku girmemiş bir Alperen gibiydi Abdurrahman Ağabeyi.
O dönem komünistlerin korkulu rüyasıydı adeta.
O, gençlik buluşmalarını da derslerini de ihmal etmez, keskin zekası ve dehasıyla hep muvaffak olurdu.
Sonra İslami ilimler Fakültesine girdi..
Üniversite tahsilini Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüyle tamamladı.
Yeni Türk edebiyatında ekol olan Şanlıurfalı Prof. Dr. Yakup Çelik hocamızla aynı dönemdeydi.
Arapça ve Farsçaya vukufiyeti, Naili Kadim, Fuzuli ve Baki’ye dayalı Divan edebiyatı müktesebatıyla daha öğrenci iken hocaları üzerinde derin bir tesir ve etki peyda etmişti.
Abdurrahman Ağabeyi adeta ve vallahi o sahada bir okul ve anlatım ve eserlerine kattığı özel bir üslup ile ekoldü..
Kilis Üniversitesi Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı.
Yardımcı Doçent akademik titriyle, sağlık sorunları sebebiyle erken emekli oldu.
Sonra..
***
Çok zorlu bir hayatı vardı O’nun.
Yaz ayları başladığında mutlaka ama mutlaka okul harçlığını çıkarmak için çalışır, asla boş oturmayı sevmezdi.
Yaşar, Yasin, Salim ve Muhammed Ağabeyiler de öyle idiler.
Hep ellerinin emeğini yiyen, Allah’tan başkasına eğilmeyen, dik ve doğru duran insanlardı Sigorta evleri ve Tosya Mahallesi sakinleri gibi.
Bazen, hayatın çilesini konuşurduk onunla..
O güzel üslubuyla Ziya Paşa’nın:
‘Taşlar yedirdi nan yerine bir zaman felek/Nan verdi şimdi ah ki dendane kalmadı’ beytiyle tarif ederdi yaşam öyküsünü.
Bazen yine Ziya Paşa’dan:
‘Adem ona derler ki garazdan ola salim/ Nefsinde dahi eyleye icra-yı adalet..
Ekser kişinin suretine sireti uymaz/Ya rab, bu ne hikmettir/ ilahi bu ne halet..’
dizelerini paylaşır, hayat içindeki tenakuzları böylesine berceste bir vurgu ile tarif ederdi..
O hali ve kadri yeterince bilinmemiş bir arif, bir deha ve bir rinddi.
Bazen.. Bazen ..
Şekva ederdik halimizden ya da bize yapılandan..
Haksızlığa uğradığımızda feryatlarımıza:
‘Zalim yine bir zalime giriftar olur ahir/Elbette olur ev yıkanın hanesi viran’ beytiyle cevap verirdi.
Ya da yine Ziya Paşa’dan ,
‘Bilmem ki bu gamgaha neden böyle sataştım/ Kimden kime şekva edeyim ben dahi şaştım’ dizeleriyle hayretini aşikar ederdi.
Yahya Kemal’in eski Şiirin Rüzgarında Abdulhak Hamide Gazel’inde vurguladığı;
‘Virane-i cihanda ne şahız ne bendeyiz
Rindi aba-be-duş fakir-i revendeyiz’ beytini sıkça okurdu..
Hiç şikayet duymadık ondan..
Elhamdüllahlar dökülürdü konuşmalarında.
Vakit vakit:
‘Şikayet ettiğimiz kendi bahtımızdandır/ Sana ey afet-i devr-i zamane kim söyler/
Yüzüne medhedeni sanma dost bir ben isem/Yolunda medhini gör gaibane kim söyler’ dizeleriyle halini tarif eder gibiydi.
Ya da Bağdatlı Ruhi’nin;
‘Ağyar vefadan dem urur, yar cefadan/Ademde vefa olmaya vü ola köpekte/Evc-i feleğe bastı kadem cah ile cahil/Erbab-ı kemalin yeri yok zir-i felekte’ beyitleriyle üzüntüsünü ifade ederdi..
Bize nasihati de hep edebiydi ya abdurrahman Ağabeyinin.
Onun kimsenin eline bakmamak, kula muhtaç bulunmamak için gösterdiği olağanüstü gayrete dair bir söz ettiğimizde Neyzen Tevfik’in;
‘Her ne yap yap becerip izzet-i nefsinle geçin/Kimseden bekleme yardım, iki el bir baş için’ nasihatini yapar,
‘Mihneti kendine zevk etmedir alemde hüner/ Gam-ı şadi-i felek böyle gelir, böyle geçer’ derdi..
Ve elbette ölüm..
Ve elbette hakka teslimiyet..
Ve elbette değişmez akıbet..
Zaman zaman Yasin-i Şerif okurdu ferahlamak için..
Yarı hafızdı Abdurrahman ağabeyi.
Dünya hayatını Kemal’in:
‘Bir merhaleden güneşle derya görünür/Bir merhaleden her iki dünya görünür/Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer/ Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür’ rubaisiyle izah ederdi bize.
Sonra..
Ve sonra..
Yine Yahya Kemal’den;
‘Urfi iki dünya dahi hep nakş ber ab
Amma o ne ab, ab değil belki serab
Hatta ne serab, o belki mevhume-i hab
O hab ne hab hab-ı mestan-ı harab’ rübaisini okur,
Yine onun,
‘Bir zirveye konmayan hümadır ki gönül
Azadeliğin heva-yı şevkinde yaşar’ dizeleriyle tamamlardı sohbetlerini..
Sonra..
***
Ömrümüzün yatsı vaktindeyiz..
Yerin altıyla üstünün pek de fark etmediği bir hal ve halette.
Sadece ve sadece..
Ve Elbette.. Elbette..
Muhib ve dostalarımızın sadakat ve vefalarıyla son demin göz yaşartan iklimindeyiz..
Hayatın her döneminde bize kal'a olan dostlarımızın destek ve dualarıyla hayata tutunuyoruz artık.
Vakit yatsı….
Bizi dünyanın endişeleriyle baş başa bırakıp erkenden ve zamansızca aramızdan ayrılan Abdurrahman Ağabeyimin taşsız kabri kenarında Onunla sohbetteyiz..
‘Esselamu aleykum dare kavmin müminin/Ve inna inşaallahu bikum lahikun/Es’elullahe li ve lekumu’l afiyeh’ selamı çıkıyor hançerimizden.
9 Mayısta hakka uğurladığımız babamızın kabrini ziyaret ediyor, sonra Neriman Teyzem ve Tayfur amcamla vedalaşıyoruz Fatihalarla..
Allaha emanet..
Allah’a teslim..
Ve Allah’a tevekkül ile..