MENÜ
Erzurum 22°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Saygını Koru Sevgini Yitirmeden Gel Şehre
İsmail Bingöl
YAZARLAR
17 Temmuz 2013 Çarşamba

Saygını Koru Sevgini Yitirmeden Gel Şehre

 “Şehirler maddeleri ile değil, maneviyatlarını temsil eden sanatkârları ile bir mana ifade ederler.” Prof.Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

 Yine akşam oldu ve şiir geceyi kuşattı. Ve şehirler için ağladı şair… Gittikçe kararan ve kaotik bir yapıya dönüşen şehirler için gözyaşı döktü. Şiirin ilham kaynaklarından olan şehirler; hayatları harflerin elinde geçenlerin gözünde; izini, tozunu, kokusunu, nevi şahsına münhasırlığını kaybetmekteler.

Oysa şehir sürdükçe şairin yüzüne kanadını, mazinin yaprakları bir bir açılır, hatıralar şeridinden nice mısralar dökülür defterine… Zira şehir; sokağı, caddesi, meydanı, çarşısı, camii ve o cami etrafında dönüp duran hareketliliği, dinginliği, diğer mekânlarıyla her zaman malzemesidir kelimelerin büyüsüne kapılmış olanların… Doğduğu, yaşadığı, hayatla ilgili düşüncelerini, görüşlerini temellendirdiği şehir, kalplerde de olsa varlığını sürdürecek, ona dair yazılmış ve söylenmiş olanlar sayfaları doldurmaya devam edecektir. Kişi; an gelir yalnızlığını paylaşır onunla, an gelir gecenin karanlığında kendine sohbet arkadaşı eder onu, mısralarla, cümlelerle, çektiklerini, yaşadıklarını, hissettiklerini, en koyu ıstırabını, sevincini anlatır ona, an gelir; seyrine meftun olduğu dağına, ovasına türkülerle seslenir, rahmet okur bu toprakları bırakanlara, Fatihalar gönderir. Şehir böyle bir şeydir; şairin, yazarın, anlamasını, sevmesini, korumasını bilenlerin nazarında…

Ne var ki bugün; çözümsüzlüğe doğru giden, gürültüsü patırtısı her gün artan, tepeden bakınca insanın ruhunu bunaltan bir dağınıklığın ve karışıklığın esiri olmuş, damlarına kuşların konmadığı, samimiyetin nişangâhı halinde yükselen evlerin toprağa dönüştüğü şehirlerde insanlar, habire yer değiştiriyorlar. Zamanı ve mekânı şaşkınlığa uğratıyorcasına oradan oraya koşturup duruyorlar. Bu tavırlarıyla daha güzel evlerde oturarak bazı duygularını tatmin etmeye çalışmak isteseler de, aslında hep bir şeyleri arıyorlar. Kendilerinin yarattığı hapishanelerde, hep daha  büyüğünü yapmanın ihtirasıyla yanıp kavruluyorlar. Bir yerde yerleşik olmanın sağlam bağlarla birbirine bağladığı (komşuluk, arkadaşlık, dostluk v.s.) insanlar; dağılmanın ve savrulmanın şokuyla böyle davranarak, olanı biteni görmezden gelmeye, yaşamaya çalışıyorlar. Ama eksik olan bir şey, hem de çok önemli bir şey var ki; o da mutlu olamadıkları, mutlu olamadığımızdır.

                Bilinmektedir ki; her şairin bir şehri vardır ve şair daha çok bu şehir için ağlamaktadır. Aşkının, isyanının, çocukluğunun, gençliğinin şehri, geleceğe taşınacak bir örtüye bürünmeden geçmişinden koparılmakta ve tahrip edilmektedir. Bizi anlayan ve bizim anladığımız, dilini ana dilimiz gibi bildiğimiz şehir, gözümüzün önünde lal olmakta, dilini kaybetmekte ve asimile olmaktadır. Ya da; bilerek, bir tertiple, başkaları tarafından kurgulanmış bir senaryoyla asimilasyona uğratılmakta, farklılıkları, kendine özgü yanları, yerliliği tahrip edilerek, diğerlerine benzemesi için elden gelen her türlü gayret gösterilmektedir.

Halbuki şehrin yaşatılması ve geleceği bırakılması lâzım gelen yanları için hep ağırdan alınmakta, adeta yıkılışa ve yokoluşa terk edilerek, elde daha az değerin geleceğe kalmasının istendiği yönünde bir davranış sergilenmektedir. Ve böylece konuştuğumuz dilin değerlerine yabancılaşmış, artık birbirimizi anlamadığımız şehirler oluşturuluyor ve bu şehirlerin doğurduğu bize yabancı çocuklar gezmekteler şimdi caddelerinde, (Sokak ve mahalle diyemiyorum artık.) AVM’lerinde…

                Şimdinin şehirleriyle kibir arasında müthiş bir bağ var ve sanki insanlar; gerektiği gibi gösteremedikleri benliklerini, tatmin edemedikleri egolarının büyüklüğünü, insanlara tepeden bakma hissini oturdukları mekânlar, yaptıkları binalar, kurdukları şehirler vasıtasıyla göstermeye çalışıyorlar. Mabedinden daha yüksekte evler yapmamayı kendine şiar edinmiş olan ceddimizin bu asil, bu ince ve bu latif davranıştan bir parça olsun kendine de pay ayırmayı düşünmeyenlerin yaptığı binalar her şeyi gölgelemekte ve onlar ki; mescidlerini binalarının en işe yaramaz kısmına yapmakta, camilerini adeta görünmez kılmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Hem öyle ki; yakına gelinceye kadar onların minareleri dahi görünmemektedir. Bütün İslâm dünyanın en kutsal mabedi bile bundan kurtulamamakta, etrafındaki kibir abidesi gökdelenlerin gölgesi üzerine düşmektedir. Vâ esefâ!

                Gökyüzü eskisi gibi sonsuz mavi deniz değildir. Kuşlar bile yollarını değiştirmekte ve şehre yolu düşen kuş sürüleri azalmaktadır. Yeşil rengini kaybetmekte, yollar daralmakta, acılar büyümekte, insanların yürekleri daralmaktadır. Ve şehri sahiplenmesi gerekenler; bu duruma seyirci kalmaktadırlar. Şehirler... Şimdi ateşler içinde... Kavgalar, ölümler, zulümler ve acılar kuşatmış dört bir yandan... Hele ki şarkta; geleceğe bırakacağı miraslar için ne söylenebilir şehirlerin...

Çünkü amacından tamamen saptırılmış ya da saptırılmak üzereler şehirler... Hani medeniyetin beşiğiydi şehirler... Ve medeni insanların yeriydi.  Hani insanlar medenileştikçe şehirlere sığınıyordu ve medeniyetin savunucuları haline geliyordu. Eğer öyle olsaydı, şu söze ve bu sözün benzerlerine gerek kalır mıydı?

“Bugün insanların çoğu, büyük davaların, uğruna savaş verilecek büyük nedenlerin olmadığına inanıyor. Bu yanlış. Bugün çok daha büyük davaların dönemi: Yeryüzünü medenileştirmenin dönemi. (...) Buraya kadar iyi. Zor olan insanları bir araya getirmek, temel çıkarları ve ihtiyaçları farklı olan Avrupalının ve Afrikalının aynı amaç uğrunda birleşmesini sağlamak.” (Edgar Morin)

Belli dönemlerde ve belli zamanlarda belli devletler ya da milletler eliyle medeniyeti yakalayan insanoğlu, nefsine ve iktidar hırsına mağlup olma sonucunda yine medeniyetsizlik çukuruna yuvarlanıyor ve yeniden bir savaş başlıyor medeniyet savunucularıyla medeniyet düşmanları arasında. Ama sonucu hemen tayin edilemeyen bir savaş bu. Oldukça uzun süren ve sürecek olan bir savaş hem de...

Yanlış anlaşılmasın; varlıkları ve üretimleriyle dünyaya hükmedenler değil medeni olanlar… İnsana ve ona emanet olarak verilen dünyaya saygı duyanla duymayan arasındadır bu savaş…

Onun içindir ki; eldeki yıkıcı imkânları medeniyet düşmanları sonuna kadar kullanmaya çalışırken, medeniyet taraftarları, hem dünyayı korumak ve hem de yeni bir gelecek oluşturmak kaygısıyla karşı karşıya kalmaktalar belki de... Bu ise medeniyetin savunucularının işinin ne kadar zor olduğunun bir göstergesi...

Şehirler eskiden kapalı mekânlardı. Akşam olup, kapılar kilitlenince, şehir derin ve huzurlu bir uykuya dalardı. Belli bir zamandan sonra şehre girişler kapatılırdı çünkü. Şehir bütün sevinçleri ve dertleriyle baş başa kalırdı. Şimdi ise akşam demek; sefalet, kaygı ve güvensizlik demek şehirlerde… Korku hükümdarlığını ilan etmiştir ya da edeceği günlere doğru hızla yaklaşmaktadır.

Halbuki hâlâ yapılacak çok şey vardır ve şehirler bu yürek incitici durumdan kurtarılabilirler. Şehrin geleceğinde yaşayacaklar ve şehrin bundan sonra da birilerine ilham kaynağı olması için bu yapılmalı... Şehirler elden gitmeden, şehrin yüzü bize döndürülmeli ve huzurun, güvenin kaynağı olma vasfına kavuşturulmadır yeniden... Acı çekmekten kurtarılmalı ve yaraları sarılmalıdır sokakların, caddelerin ve evlerin... “Ömrü karşılayan” anılar yine olmalı... Güzellikleri ve bize yaşattıklarıyla bizim anı defterlerimizde yer aldığı gibi, bizden sonrakilerin de anı defterlerinde yer almalı şehir... Yine özlemeliyiz şehrimizi... Nereye gidersek gidelim hep ona dönmeliyiz. Bu duyguyu hiç ama hiç yitirmemeliyiz. Şehir hep varolmalı bizde... Eskiden olduğu gibi sarıp sarmalamalı ve dost olduğumuzu ve bunun devam edeceğini bir kere daha haykırmalı...

                Oysa; şehir akşamla büyür ben de... Aydınlığın son bulmasıyla çekiciliği daha da artar gözümde... Loşluk ve belirsizlik hissiyatımı ayağa kaldırır. Hatıraları yedeğime alarak bir eski zamandan arta kalanları bir kere daha görmek için geceye ve sokaklara dalarım.

Günümüz insanı şehirleri bir barınak haline getirdi. Estetikten, incelikten ve sanattan uzaklaşanın sonucunda ortaya çıktı bu durum. Ruhuna uygun mekânlardan ziyade, düşüncesizliğiyle mütenasip korunak diyebileceğimiz yerler bunlar. Unutmayalım ki; “Maziyi hovardaca tüketenler geleceğe moloz yığınları taşırlar kurşundan ağır küfeleriyle… (…) Onların insafına bırakmayalım geleceğimizi… Geleceğin, geçmişin koynunda yeşerdiği gerçeğini göz ardı etmeyelim.”(M.Nihat Malkoç)

                Şehir, tamamlayıcısıdır da hatıraların... Onsuz anlatımlar yarımdır çünkü... Mekânın bıraktığı iz hakkında ne söylenebilir şehirden söz edilmeyince... Takılır geçmişin ardına bir şehirde geçirilen günler ve o günlerde yaşanan, insan olduğumuzun ispatı bağlılıklar, karşı konulmaz duygular, dostluklar, arkadaşlıklar, yâdımıza gelince hâlâ hüzünlendiğimiz sevdalar...

Ve şehir sevilmelidir bütün bunlar adına... Ki; çözmek için kendimizde güç bulalım. Onu yaşatmak içinse aşk… Çözülmesi azalmış ya da son bulmuş şehirlerin, giderek bir bilmece halini alacağı ve meçhuller bahçesinde kendine ayrılmış yeri dolduracağı unutulmaya!

Tıpkı; "Şehir bir muammadır, çözüldükçe yeniler sırrını” sözünde belirtildiği gibi...

Sırlarıyla ilgilenilmeyen ve ruhunda gizlediği muammaları çözmek için uğraşılmayan şehirler, şehir olmaktan çıkar, birer beton yığınına dönüşürler. Ve bu şehirler; isimleriyle yaşasalar da, artık o eski şehir değildirler. Çünkü; bizim bahsettiğimiz şehir ya yıkılmıştır ya da bakmasını, görmesini bilmeyen gözlerden kendisini gizlemiştir.

Başka şehirleri gezip gelince, kendi şehrimin birileri tarafından her geçen gün biraz daha hoyratça, kabaca hırpalanmasına, harcanmasına tahammül edemiyorum. Şehir üzerine bir şeyler yazacağım zaman, tıkanıyorum, adeta umutsuzluğa kapılıyorum. Tıpkı şairin dediği gibi: "Ne hoyrat kullanmışlar / Sevincin sesi çıkmıyor."( Behçet Necatigil )

Ve bu şehir bazen kırgınlığımıza, bazen dargınlığımıza, bazen yorgunluğumuza rağmen terk edemediğimiz, bırakıp gidemediğimiz… İçinde geçmişimizin, anılarımızın, aşklarımızın, kavgalarımızın sitemlerimizin, dostlarımızın, arkadaşlarımızın, ailemizin gömülü olduğu bu şehir… Biz onu bırakıp her nereye gidersek gidelim, arkamızdan gelmeye devam edecektir. İşte bu da yine bir şair seslenişidir ve bu güne kadar yazılan diğerleri gibi şehre adanmıştır ve o şehir Erzurum’dur:

Ben şimdi hayallerimden yeni bir acı devşiriyorum

Şehir adına sevda adına

Seven ve sevgili adına

Her kavgadan bir netice çıkmasa da

Belki yine de çıkar diye umutlanma adına

Şehirlerden intikam alanlardan

Bir gün geldiğinde şehirlerinde intikam alması adına

Ve bu konuştuğum da işte bu bekleyiş adına

İnleyişlerini şimdilerde toprağa gömmüş olsa da

Yarın bir gün belki çıkarır diye bekliyorum

 

Şehir yıkılıp çözülse de

Kırılsa da elleri gövdesi tahrip edilse de

Sen yine dolaş gel eski mabedlerinde

İn cin top oynayan mahallelerinde

Saygını koru sevgini yitirmeden gel

Kararsızlıkla malul bir direnci ayağa kaldırmak için

Taştıkça muhakememi alt üst eden bu hissediş

Bu aldanış ve doymak bilmez nefs için

 

Dağlanır öylece aşk sarmalında

Yeni davranışlar yüzünden eski dostluklar

Unutma sen de şehrine dost olanları

Dost kalmayı başarabilenleri

Nice hikâyeler başladığında bitse de

Nice hikâyeler vardır ki sürdürür onu

Çağın acıyla büyüttükleri

 

Uzak durmalı gönül yordamıyla işi olmamışlardan

Şehre yakın durmak istiyorsa kişi

Ve her doğduğunda güneş bu şehrin üstüne

Biriktirilmiş yeni hüzünler yanarak bin bir endişeyle

Çıkagelir aniden suskunlukların ardından

 

Kökleri derinlerde ta derinlerde kadim medeniyet eşliğinde

Yeni hüsranların mahkûmiyetinde sarsıldıkça şehir

Yankısı ezer geçer sokaklarındaki dalgın manzarayı

Harap evler gibidir artık elde kalan hatıralar

Bahçelerinde yeller eser odalarında sessizlik koşar

Tükenip gider bir hayretin içine gizlenmiş şarkılar

Parçalanmış bir kalp gibidir şimdi çamurla sıvalı duvarlar

Onarılması muhal göze çarpan çizgi çizgi bir efkâr

Şehir sezdikçe bu sırrın vurgunluğuyla kendisine edilenleri

Kederinin rüzgârıyla uçurur elde kalan menkibeleri

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Prof.Dr.Münir Demirci
 31 Temmuz 2013 Çarşamba 14:56
Yönetmen bu durumu metinde bildirmemi istemiş idi. 'kol kırılır yen içinde'kültüründen gelen birisi olarak bu durumu bildirmedim ancak bildirmemekle doğru yapıp yapmadığımı hep düşünmüşümdür.Baki selam ve saygılarımla
 Prof.Dr.Münir Demirci
 31 Temmuz 2013 Çarşamba 14:52
Saygını koru sevgini yitirmeden gel şehre'dolu,deli duygulandığım bir günde beni daha da dolu ,deli ettiniz sağ olun var olun.Anlatacaklarımı dile getirmenin yerimidir bilmem.Kimbilir belkide hayırlı bir başlangıç olur.Diş hekimliği fak.den Sayın Hüsamettin Oktay bey ve Sayın İsmail Ceylan hocalar ile birlikte 1996 yılına ait bir bilim ödülü kazanmış idik.Bu ödül ilk defa Ankara nın doğusuna veriliyordu.Sanırım bu ödül yada her ne sebeple ise 2008 yılı mart ayında TRT2 de yayınlanan madalyalı hayatlar dizisinde çok kıymetli bir çok hayat ile birlikte bu kulunda naçizane hayatını çekmişler idi.Erzurumda ki çocukluk günlerimden yani Kazım Karabekir ilk okulundan başlayan bir serüven idi.Naçizane bir müddet Çevre sağlığı Başkanlığı ve bir müddet de Sosyal Hizmetler il müdürlüğü görevlerinde bulunmuş idim.Oralarda görüntülü çekim yapılacaktı.657 sayılı yasaya tabi kameramanlar ,yönetmen bizleri bu iki kurumun içine çekim yapmak için almamışlardı.Çok üzülmüş idim.
 Bir Dost
 31 Temmuz 2013 Çarşamba 14:21
Kıymetli İsmail beyin hoş görüsüne güvenip ,değerli kardeşim Ayhan Kara ya naçiz teşekkürlerümi sunarım.Dedim ki gezende çölü çemeni/Hatırla meni…/Düzlerden adladım, dağlara vardım/Ahı unutmadım/birce an seni/Eger unutsaydım hatırlayardım’ diyor Nebi Hezri. Erzurum ve sizler için bende tekrar ettim.
 Bir Dost
 31 Temmuz 2013 Çarşamba 14:08
Değerli kardeşim ağzına ve yüreğine sağlık.Şehirler insan a benzer.Ruhu elinden alındığında ceset hükmüne tabi olurlar.Makber bulunur ise defnedilmeleri gerekir.Ancak ona yetecek makberi kazabilecek babayiğit yok ve 'Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın' gerçeği de vakidir. o halde ya yeniden ruh üflenecek yada bulunduğu yerde çürüyüp gidecek.Kalbi selam ve saygılarım ile
 Serap Durmazpinar
 19 Temmuz 2013 Cuma 00:40
"Geleceğin, geçmişin koynunda yeşerdiği gerçeğini göz ardı etmeyelim."(M.Nihat Malkoç) evet, Geçmis gelecege isik tutar. Geçmisi yok etmeye çalismak, yok saymak, isiklari kapatmak, karanliga mahkûm etmektir kendini... Bir sehrin geçmisi gelecege tasinan bir servettir... çok sehirler, çok ulkeler gordum ama hiçbiri benim degildi, beni anlatmiyordu. misafirsiniz her yerde, hos dunya'da bir misafirhane ya! Sehrinden uzak olunca insan kaybeder benligini bulamaz taa ki birdaha kavusana dek! Sehir insanin OZU'dur. Nereye giderseniz gidin, ozunuz de sizinle birlikte gelir, tipki maziniz gibi birakmaz pesinizi. ne inkâr edebilirsiniz, ne unutabilir, ne de vazgeçebilirsiniz... Siz neredeyseniz memleketiniz de oradadir. Bedeniniz nerde olursa olsun, kalbiniz hep orda atar! Harikulâde bir yaziydi. Huznum sinirlarimi zorladi bu aksam... Sagolunuz... Serap Durmazpinar Kuruhasanoglu / France
 Münir Demirci Ağabeyimize..
 18 Temmuz 2013 Perşembe 21:34
Ağabeyi, “Dedim ki gezende çölü çemeni/Hatırla meni…/Düzlerden adladım, dağlara vardım/Ahı unutmadım/birce an seni/Eger unutsaydım hatırlayardım’ diyor Nebi Hezri.. Sizi ve sizin içinde bulunduğunuz Erzurum’u çok özledik..Kalbi muhabbet ve selam ile.. Ayhan KARA
 Prof.Dr.Münir Demirci
 18 Temmuz 2013 Perşembe 15:08
Doğduğu, yaşadığı, hayatla ilgili düşüncelerini, görüşlerini temellendirdiği şehir, kalplerde de olsa varlığını sürdürecek, ona dair yazılmış ve söylenmiş olanlar sayfaları doldurmaya devam edecektir.Ağzına yüreğine kalemine sağlık
 DADALOĞLU
 18 Temmuz 2013 Perşembe 13:31
İSMAİL BEY KALEMİNİZE KUVVET. AMA BEN ERZURUMUN DEĞERİNİN ONDAN AYRI KALINCA ANLAŞILACAĞINDAN TARAFIM.HER NE KADAR ŞEHİR DEĞİŞSE DE ERZURUM BENİM CANIM VATANIM DA VATANIM.
 hasan güllüce
 18 Temmuz 2013 Perşembe 10:43
değerli kardeşim, şair kişiliğinle içimizdeki flu düşünceleri aydınlatmışsın. teşekkürler
 Adil HORTOOĞLU
 18 Temmuz 2013 Perşembe 02:21
Varolasın İSMAİL gardaş. yüreğinle yazdıklarını gözlerim dolu dolu okudum.. Varolasın RABBİM seni sevsin.. AEO.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi