MENÜ
Erzurum
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Şehir Unutabilir…
İsmail Bingöl
YAZARLAR
29 Haziran 2012 Cuma

Şehir Unutabilir…

Geçmiş günler, pek de yaşanmış günler sayılmaz; onlar, sonradan yeniden kurduğumuz ve kurmaya devam ettiğimiz bir çeşit anlatıdır.(*)
         “Bir Zamanlar Anadolu’da” adlı kitabın yazarı Tahir Abacı, bu cümlelerle, kendisini de kapsayan önemli bir gerçeğe işaret ediyor. Çünkü o da, yaşadıkları üzerinde belli bir dönemden sonra düşünmeye başlamış ve zihninde yeniden kurguladığı geçmiş, böyle bir kitabın çıkmasına vesile olmuş. Türküleriyle, yaşantılarıyla, mekânlarıyla Anadolu'nun bir bölümünü anlattığı kitap işte böyle oluşmuş.
         Kitabın arka kapağında da yazılı olduğu gibi; çünkü, “Memleket hızla, biraz da vahşice modernleşiyor. Memleket değişiyor. “Geleneksel Anadolu” dediğimiz yerler, “memlekete özgü” dediğimiz yaşantılar, alışkanlıklar, anlatılar tarih oluyor. Kara tren hurdaya gidiyor, “Erzurum Çarşı Pazar” türküsü gayri eskisi kadar işitilmiyor. Cartlak kebabının sahicisini bulmak zor, kimse de artık “o dolayların” romanını yazmıyor. Üstelik uzuuun zaman kesitlerinde de olmuyor bunlar. Her şey insan ömrünün bir mevsimine sığan, yirmi yirmi beş yıllık sürelerde değişiyor. Zaten kaderi kenarda kalmak olan taşra şimdi daha da beter oluyor; kenarda kıyıdaki hususiyetlerini de yitiriyor, hepten unutuluyor. “Anadolu ağrıyor.
         Bu “Ağrıyan Anadolu” içinde yer alan bir şehirde yaşadıklarımızı yeniden gözden geçirdiğimizde, yazarın sözündeki haklılık payının ne kadar yüksek olduğunu daha yakından görürüz. Gerçektende, geçmişe uğurladığımız günlerdeki olayların ve insanların, bizlere neler ifade ettiğini o anda tam olarak anlayamayız. Zira; bunları yaşarken, böyle bir bilgiden ve bilinçten yoksunuzdur. Sonrasında zaman geçer ve yaşadıklarımıza, edindiğimiz bilginin ve bilincin ışığında yeniden bakarız, ölçeriz, tartarız, anlamaya, çözmeye çalışır, detayının fotoğrafını çekeriz. İşte bu aşamadan sonradır ki; yaşadıklarımızın bizim için ne ifade ettiğini, bu konuda gerçek düşüncemizin ne olduğunu ortaya koyarız. Karşımızdaki manzara; varlığıyla, yokluğuyla, eksiği gediğiyle daha bir ortaya çıkar. Geçmişteki zenginliğimizi ne yaptığımızı ve ilerleyen zamanda bu açıdan niçin yoksullaştığımızı ve bütün bunların sebeplerini daha iyi görürüz.
         Tabii bütün bunları yaptıktan, bu anlama, kavrama, çözümleme ve bir netice çıkarma zorluklarına katlandıktan sonra, işi burada bırakmak kolaycılığına düşülmemeli, düşmemeliyiz. Yapacaklarımız asıl bundan sonra başlayacaktır belkide. Bu sonuçlar bir kenara atılmamalı, “ilgili ve yetkililer” tarafından dikkat alınarak, pratikteki sonuçlarını elde etmek için kullanılmalıdır.
         İşte geçmiş günler, hepimiz için olmasa bile, bazılarımız için, belli bir zaman diliminden sonra, ara ara zihinde yeniden yaşanan, üstünde düşünülen ve oradan da bir takım sonuçlara ulaşılan günlerdir. Bu iş yapılırken, zaman içinde konumları ve varlıkları değişen insanlar tekrar irdelenir, bazı olayların bellekte bıraktığı iz tekrar tekrar ele alınır; insan yüzlerinin (arkadaş, eş, dost, kardeş, akraba), sokakların, evlerin, türkülerin, davranışların, yaşayışların bu yeni izi; eskinin yerini alır ya da eskiye ilâve yapılır.
         Yine yazarın anlatımıyla; “Hazır bir bilinçle yola çıkmadığımız, bilinci yol boyu edindiğimiz için, içinden geçerken pek çok olgunun farkına bile varamayız. Olguları, ayrıntıları sonradan bulup yerine oturturuz.
         Zira, bu “ayrıntıları” yerli yerine oturtmak için, zaman içinde elimize fırsatlar geçer, geçmişi beynimizde yeniden dağıtır toplar, yeniden harmanlarız. İşittiklerimiz, dinlediklerimiz, okuduklarımız üzerinde yeniden dururuz. Belki de geçmişin bize yararı, asıl bu noktadan sonra başlar, bu noktadan sonra bize yol gösterir.
         Bu arada, unuttuklarımız ya da ihmal ettiklerimiz de vardır elbette ki. Fakat, arada geriye dönüp, mazinin aynasında seyrettiklerimiz hiçte az değildir. Hatta, unuttuğumuzu sandığımız bir çok olay da, bu “geçmişe yolculuk” sırasında kaybolmadıklarını farkettirir, kendiliklerinden gün yüzüne çıkarlar.
         “Doğup büyüdüğümüz şehirde, semtlerle, sokaklarla, parklarla, meydanlarla tanışmalarımızın hep ayrı ayrı hikâyeleri vardır. Bu hikâyelerin bazıları unutulur, bazıları etkisini uzun yıllar korur.” (Selim İleri)
         Meselâ benim çocukluğumun bir bölümü, Kongre Caddesi civarındaki (Kilise Kapı dediğimiz) sokaklarda geçti. Ali Paşa Camii’nin tam karşısındaki Mollaoğlu sokak ve etrafında geçen o günleri, üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, hâlâ bir başka hatırlarım. Benim için, o günlerin hatıralar şeridindeki yeri ayrıdır. Ve beni; geçmişin pembe günlerine, en çok bu zaman diliminden aklımda kalanlar taşır. Evlerinin çoğu yıkılmış, insanlarının kimi ölmüş, kimi bir hayal olmuş olsa da, “Gez Çarşısı” yeni yapılırken oturduğumuz bu sokakları arada bir dolaştığımda, ard arda nostalji fırtınaları patlar içimde... Hele rahmetli babam Hafız İbrahim’in bu camide arada bir namaz kıldırdığı vakitlerde; eve koşarak gelip bunu anneme haber verişlerimdeki içime sığmaz sevinç, bugün bile kendini hissettirir. Sanki birden o anları yaşar gibi olurum.
         Çocukluğumuzda, caminin girişindeki boş alanda oynamadan duramazdık. Demirlerinden tutar sallanır, mahfilinde büyükleri taklit ederek namaz kılardık. Görüntüsü ve camiye gelenlerden çocuk ruhumuza sirayet eden havasıyla, muhayyilemizde çok değişik duygular uyandırırdı. Az ilerde, bir dönem de “Âşıklar Kahvesi” olarak faaliyet gösteren Kıbrıs Palas Oteli (Şimdilerde sadece alt katı kahvehane olarak işletiliyor.), caminin karşısına gelen sokakta ise Vefa Oteli vardı. Ve bir dönem ailem; bu otellerin işletmeciliğini yaptı. Caminin hemen karşısındaki Komesli Hanı ise; günümüzde de varlığını devam ettiriyor. Ama o zaman ki göreviyle, şimdiki farklı. Bizim çocukluğumuzda, gerçekten han olarak kulanılırdı burası. Daha çok Gümüşhane’den geldikleri söylenen ve küp türü, çamurdan mamul eşyalar satan insanların, tek atlı arabalarıyla kaldıkları bir mekândı. Hanın ortasına at arabalarını çeker, etraftaki odalarda ise kendileri kalırlardı. Bazen merakımızı yenemez ve hanın içini şöyle bir dolaşır çıkardık. Doğrusu çok fazla dolanmaya da çekinirdik; çünkü işin ucunda “fırça yemek” ya da kovalanmak da vardı.
         Şimdi müdâvimlerinin “Baltahane” diye adlandırdıkları bir oturma yerine dönüşmüş Komesli Hanı. Bürokrasiden, siyasetten, ticaretten değişik kişilerin devam ettiği, eski ve antika sayılabilecek eşyalarla dolu bu mekânda, daha çok “mâzi, hâl, istikbâl”le ilgili konular, en çokda “memleket ahvâli” konuşulur. Bir fikir yürütme ve tartışma meydanı olarak da algılanabilir.
         Aslında bu şehirle ilgili çok şey yazılmalıydı şimdiye kadar. Özellikle de, Cumhuriyetin ilânından sonraki yakın tarihi hakkında... Ne yazık ki durum, bizim arzu ettiğimiz gibi değil. Tanpınar’ın yazdıklarından başka, bir döneme gelinceye kadar, kırık dökük bir kaç yazının dışında, kültürel kimliği yağmalanan ve hurdahaş edilen Erzurum hakkında pek bir şey yazılmamış. Son yıllarda yapılan bazı ilmî çalışmalar ve şehrin geçmişini hikâye eden yazılar, bu konuda teselli olarak kabul edilebilir.
         Her neyse... Görünen o ki; biz bu şehri epeyce bir süre unuttuk; bu şehirde bizi. Hatırlaması için; onu bir yandan, “kentsel dönüşüm” adı altında yıkarken, bir yandan da, geçmişten getirdiklerini, bin bir zorluk içinde bugüne taşıdıklarını iyi muhafaza etmeye çalışmalıyız. Hemen bir hatırlatmada bulunalım ki; bu çalışmalar iyi niyetle yapılsa da, geleneksel mimarîden uzak olduğu, onunla bağını kopardığı da bir hakikat. Günde onlarcası yapılan ve insanı; “özü olan topraktan koparıp betonun soğukluğuna mahkûm eden estetikten” uzak binalar, sırf barınma amaçlı malikâneler, Erzurum’un görsel geleceğine ne katkı yapabilir acaba?
         Gelecek kuşakların bizi yâdetme biçimi ve bu şehrin bizi hatırlaması konularında ciddi olarak kafa yorulup, gerekenin yapılması kanısındayız.
         (*) Tahir Abacı, Bir Zamanlar Anadolu'da, İletişim Yayınları, İstanbul 1999, s.8
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi