MENÜ
Erzurum 22°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset
Metin Boşnak
YAZARLAR
26 Ağustos 2013 Pazartesi

İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset

Hz. Peygamberin vefatından sonra Müslüman Araplar, Arap yarımadasından taşarak Pers ve Bizans İmparatorluklarını tepetaklak ettiler. Kuzeyde Suriye üzerinden İstanbul’a, doğuda Irak, İran ve Afganistan’a ve Oxus Irmağı’nı aşarak Türkistan’a ulaştılar. Batıda Mısır ve Kuzey Afrika’nın tamamını alarak Atlantik’e ulaştıklarında, İspanya’ya oradan da Güney Fransa’ya ulaştılar. Daha ilk asrında İslam, bugünkü Portekiz’den doğuda Indus Irmağına kadar ulaştı.  Öylesine hızlı bir süreç oldu bu!

İslamlaştırma ve Araplaştırma at başı gidiyordu bu süreçte. Araplaştırma aslında MS ikinci yüzyılda Irak ve Suriye’ye gelip yerleşen Araplarla başlamıştı. Zamanla Arap, bedevi anlamından çıkıp millet adına dönüştü. Yerleşik kavim adı oldu. Daha sonraki yüzyıllarda İslam, Doğu, Orta ve Batı Afrika'ya, Çin’e, Hindistan ve Güney Doğu Asya’ya ulaştı. Yani farklı Arap kabilelerinin milletleşme sürecini “birlik” (vahdet) kavramının bir dünyevi uzantısı olarak İslam gerçekleştirdi. Bu durum her zaman öyle kalmadı elbette. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya iktidar problemleri çıkmıştı zaten. Onuncu yüzyılda ise, farklı hilafetler oluştu:  Mısır’da, Kuzey Afrika’da ve İspanyada.

11. yüzyılda Selçuklular İran’ı mağlup ettiklerinde, 1055’de Bağdat’a giren Türkler, zamanla Ege’den Hindistan’a kadar uzanan imparatorluklar kurdular: Osmanlı, Safevi, Memluk ve Babür İmparatorlukları. Türkler İslam’a Araplarda olmayan bir siyasi çerçeve kazandırdılar. Bu açıdan bakılırsa hilafetin Türklere geçmesinde bu birlik yeniden sağlanmış oldu. Ve aslında İslam bütün bu devletlerde inancın omurgasını siyasetin emelleriyle birleştirdi.

Bu Türk devletleri arasındaki ilişkiler hakkında fazla bilgimiz yok. Bildiğimiz ikisiyle sınırlı: Safevi ve Osmanlı. Onlar arasındaki problemler ise dinden çok siyasi kimlikteydi. 1515 yılında Osmanlı Sultanı 1. Selim, İran Şah’ını yenip Mısır’da Memluk Sultanlığına yöneldiğinde, Suriye ve Filistin Mısır’ın uzantısıydı.

Öte yandan, Kanuni Sultan Süleyman öldüğünde Osmanlı sadece kara kuvvetlerine değil güçlü değildi. Osmanlı dünyanın en iyi donanmasına da sahipti. İran etkisindeki kısım haricinde o dönem ki Sünni İslam’ın hemen tamamının idaresi Osmanlı ukdesindeydi. İran’daki Safeviler de Türk idi. Sonraki yüzyıllarda Osmanlı ve İranlılar Mezopotamya’nın kontrolü için uğraştılar, ama Irak sonunda Osmanlının idaresine girdi. Girit dâhil olmak üzere, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan Arnavutluk ve Kıbrıs, Macaristan’ın, Polonya’nın büyük bölümü, Rusya’nın Kırım kıyıları Osmanlı elindeydi.  Osmanlı’nın ilk on Osmanlı sultanı artan ölçüde ne kadar becerikli ise, sonrakiler de azalan derecede öyle idiler.

III. Mehmet 1595 yılında 19 kardeşini katlettirdiğinde, şehzadelerin vilayet tecrübeleri de gitmişti. İdare yanında ordu ve ekonomi de zayıflamaya başladı. 1492 yılında Endülüs’ün düşmesi, aslında değişen rüzgârlarını habercisi gibiydi. An az beş yüzyıl İslam medeniyeti dünyada tartışılmaz en büyük medeniyet olmuştu. Osmanlı 1683’te Lehistan Kralı Sobieski’ye yenildiğinde artık ikinci büyük dalga başlamıştı Viyana’da.

Bunda başka etkenler de vardı. İspanyol Krallığını Amerika’dan getirttiği ucuz gümüş büyük bir enflasyona neden olmuştu. Bu da Osmanlı’yı büyük sıkıntıya sokmuştu. 17 ve 18. yüzyıllarda hızla gelişen Avrupa ekonomilerinin tersine Osmanlıda gerileme başlamıştı.  Gerileyen ziraat ve fetih gelirleri açıktı. Fransız, İngiliz ve Venediklilere ve diğer gayrimüslimlere verilen vergi muafiyetleri tanınmış ve kendi mahkemelerinde yargılanma hakları verilmişti. Yani Pax Ottomana artık kendi sistemi haricinde bir alanı kabullenmişti. Osmanlı geriledikçe bu tavizler de arttı.  19. yüzyılda artık adeta kanun üstü ticari oluşumlara dönüştüler. Benzer haklar İran, Çin, Japon ve Asya’nın birçok yerinde de tanınmıştı. Zamanın rüzgarı kasırgaya dönüşmüştü.

Yükselme döneminde Osmanlı Sultanı Sultan olarak kendini öne çıkarırken, sonraları Halife olarak diğer sarığını öne çıkarmaya başladı. Yani, 18. yüzyıldan başlamak üzere sultanlar halifelik rollerin ağırlı vermeye başladılar. Gerilemenin farkındaydı Osmanlı, ama matbaa dâhil teknolojide geri kalmıştı. Ulema ve sultanları Avrupa’da matbaa ile artan fikir hareketlerinden korktular. Fransız devrimi akıllarındaydı. 19. yüzyılda 3. selim ve 3. Mahmut biriken sıkıntıların önünü almaya çalıştılar. 1826’de yeniçeriler katledildi. Maksat yeni ordu tanzim etmekti. Siyaset ve ordu ilişkisi yeni bir döneme girdi. Eğitim, hukuk sistemi, hükümet bürokrasisi ve orduda reformlar yapıldı.  Ama finans sıkıntısı vardı.

Osmanlı bir yandan dış devletlerle yeni hukukunu oluşturma çabasındaydı. Öte yandan, hilafetle birlik temasını işlemek isterken kendi içinde parçalanmalar başlamıştı. Mısır Valisi Muhammed Ali, Türk subaylar ve Mısırlı çiftçilerle Devleti tehdit eder duruma gelmişti.  Ama Osmanlının Mekke Medine üzerindeki hâkimiyetini sorgulayan Vahhabileri bastırmada yardımcı da olmuştur. Tabii bu da Vali’nin Sultan’la pazarlıklarına tabiydi. Mehmet Ali ve İbrahim Paşa, beklentileri gerçekleşmeyince İstanbul’a yürümeye kalktı. 

Avrupalı güçler, 1833’de Hünkâr İskelesi Anlaşmasını yapması karşılığında Osmanlı Sultanına yardım ettiler. Diyet ödeme zamanı geldi tabii. Bu anlaşma Rusya’ya Osmanlı işlerine karışma hakkı verdiği gibi, tehlike anında Rusya’ya Çanakkale Boğazını kapatma hakkı da veriyordu. İngiltere öncülüğünde Avusturya’da yapılan Londra Konferansı, Fransa, İngiltere Prusya ve Rusya Mehmet Ali’nin Suriye’den çekilmesini sağlarken, aslında William Pitt tarafından 1791 de İngiltere’nin Yakın Doğu politikasına yardımcı oluyordu. Buna göre, Osmanlı Devleti çok zayıflarsa, daha tehlikeli güçlerin eline özellikle Rusya’nın eline geçebilirdi.  Kırım Savaşında (1853-4) İngilizlerin ve Fransızların Osmanlı ile ittifak etmesi bundandı.

Bunları niye mi yazdım?

Orhan Veli’nin şiiri geldi aklıma:

“Ne Atom bombası, ne Londra Konferansı… Umurunda mı dünya!” diyordu ya!

Ben beceremiyorum onu.

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Metin Boşnak
 1 Eylül 2013 Pazar 23:06
Dostum, haklısınız. Boşnakları zaten Siz Türksünüz diye katlettiler. Bu konularda diğer yazılar gelecek. O zaman bütün olarak bir noktayı bulacağız. Muhabbetle, Metin.
 kemal turkmen
 26 Ağustos 2013 Pazartesi 23:38
Hocam din birliği elbet çok önemli ama bence milletleşme sürecini tamamlamış toplulukların birlikteligi cok daha kuvvetli oluyor. Bakın soyisiminzden dolayı söylüyorum ki, biz bosnak dendiğinde Turk'un bir parcasi olarak algiliyoruz. Elbet muslumanliklarida önemli de ikinci planda.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi